Elbette İNANCIN TEK ÖLÇÜSÜ ÖRTÜMEK DEĞİLDİR. İslamın onlarca farzı vardır, bunlar bilinen 54 farz olarak bir arada toparlanmıştır. Herkesin bildiği bu şartları isteyen gücü yeten gücü yettiği kadarıyla yerine getirmelidir. Kimseye başını örtüyor diye hor bakmamalı, kimseyede başı açık diye kafir muamelesi yapılmamalıdır.
başörtüsü inançtır inançsa yaşam şeklidir. Hiç kimsenin özgürlüğünü kısıtlamıyorsa keyfi nedenlerden dolayı bir insanın inancına diyer bir deyişle dinsel yaşam dünyasına müdahale hakının olmadığına inanıyorum. ben aşırı örtünmenin ve aşırı açılmanın karşısındayım. aşırı olan her şey toplum yaşayışında sorun yaratır. örnek olarak aşırı açıklık teşirciliktir ve karşı cinsi aşırı tahrik eder. bu durum karşısında karşı cinsin aşırı şekilde nefsinin kabarmasını sağlar. bunu gidermenin mantıklı ve yasal bir yolu bulunulmaması durumunda kişi zaman geçtikçe bu türtülerden dolayı biliç altına sapık fikirler yerleşir ve zamanla ruh hali hastalıklı hale gelir bilin bakalım bunun sonucunda ne olur. peki bu tahrik edilen insanın bu hale gelmesini sağlayan etken ne cevabı size birakıyorum. aşırı kapanmanında getireceği sorunlar vardır elbet. yanlız dikatimi bir şey çekti bilmem sizde farkındamısınız. eskiden çıplak insanlara yerli yada yamyam v.b. tabirler kullanılırdı uygar bulunmazlardı. avrupa kadınlarının giyinmeleri yarım saat soyunmaları bir saati alırdı.ozaman bu uygarlıktı zamanla elbiseler azaldı sonra küçüldü. şimdi iş kolaylaştı giyinmek bir dakika soyunmak otuz saniye belkide zamandan tasaruf etmek kim bilir.bu günde uygarlık yamyamlık oldu. galiba özümüze dönmeye karar verdik. Allah hakımızda hayırlısını nasip etsin. biraz konu dagıldı ama iyi oldu.
İsteyen inandığından takar, isteyen moda diye.. Sonuçta herkezin tercihine saygı duyulmalı ve de olaya kişisel hak ve özgürlükler açısından bakarak ülkenin önü açılmalı.. İnsanları başı örtülü ve başı açık diye sınıflandırmak çağdaş bir ülkeye yakışmaz zira..
Göz gördüğü kadar gösterir de. Işığı aldığı kadar, baktığını da aydınlatan, ışığını onda yansıtan bir özelliği vardır gözün. Mesela sevdiğini güzel görür, çünkü uzayda başıboş olarak gezinen güzellik kavramını bir sevgilinin yüzüne tutarak, onda kadrajlar, somutlaştırır.
Evet, görünmezi görür göz. Fakat ne yaparsa yapsın, kendine bakamaz. Kendini görebilmek için, sevdiğinin gözlerinden yansıyan bakışlara ihtiyacı vardır. Müthiş bir yolculuktur bu.
Seven ile sevilenin giderek iç içe geçtiği, birbirinde eridiği, birbirini çoğalttığı ve bütünlediği, sonra bazen ayrıştığı, ayrışırken kesiştiği, kesişirken kavuştuğu bu bakış sayesinde gerçeğin bize görünmeyen boyutlarını da görmekteyizdir.
Gerçeğin aşkın boyutunu gören bu mecazi göz, örtünen bir kadına baktığında yalnızca bir kumaş parçası görmez. Daha fazlası vardır. Örtü, hakikatin aşkın boyutlarına doğru bir yolculuktur öncelikle.
Aynı şekilde, bu yolculuğa çıkanlar, örtüsü içindeki kadının da tenden ibaret olmadığını görürler. Ailesinin, mahallesinin, devlet otoritesinin baskısıyla örtünen bir kadın konu dışıdır.
Çünkü başkasının rızası için örtünmek veya herhangi başka birşey yapmak, başkasına kul olmaktır. Ancak sözüne güvendiği ve kalbiyle teslim olduğu sevgilisinin kendisinden beklediklerini kendi iradesiyle yapan âşık bir kadın, her şeyi O’nun için yapmanın kudretini taşıyabilir.
Ve ancak başkalarının sözüne veya kendi egosunun isteklerine teslim olmayan kadın, ilahi aşkın ‘açık uç’larına doğru yol alacaktır. Bu kadın; cinsiyetinin ötesine geçebilmiştir.
Seven ve sevilen olmanın cinsiyeti yoktur, sevgili olmaktan başka.
Demek ki: Örtü nasıl bir kumaş parçası değilse, kalbindeki ‘aşkın irade’yle örtünen kadın da asla yalnızca görünebilir niteliklere indirgenebilen, yalnızca tenden ibaret kalan ve yalnızca bu dünyayla hemcins olan bir kadın değildir.
“Başörtüsü etrafı görmeyi engelliyor, farklılıkları yok ediyor, herkes birörnek oluyor” gibi çok ‘görünür’ bir bakışa sıkıştırılmış ve hiyerarşik olarak kendi bakışının üstünlüğüne vurgu yapan bir algıyla örtünen kadına bakmak: Kendine bakamayan göz olmaktır.
Bu gözle örtünen kadına bakmak, onu kadavralaştırmaktır.
***
Hepimiz, biricik olduğumuzu biliriz. Anlam ortadan kalktığında tüm vücutlar benzeyecektir zaten. Farklılaşma çabası ise biricik olduğunu bilen insanı yatay bir eksene mahkûm bırakıyor. Gözü metafiziğinden koparıyor.
İnsan gerçekliğine birörnekler arasındaki ince ayrıntılarla ulaşmanın mümkün olduğunu bize unutturuyor. Dünyanın görünmez ama bilinebilir bağlantılarını kurmamıza engel oluyor.
Bize binlerce saat fazla mesai yaptıran birbirimize karşı farklılaşma hırsımız, ironik bir şekilde bizi yeniden benzer kılmıştır bu arada. Dekoltenin derinliğine, kravatın desenine indirgenmiş sığ farklılıklarla insan biricikliğine odaklanmak mümkün müdür?
Bana kalırsa, herkesin biricik olduğu bir dünyada, asıl esaret, ötekilere kendi biricikliklerinde bakma çabası ortadan kalktığında başlıyor: “Başörtüsü şöyledir böyledir.” Veya “başını örtenler şudur budur.”
Tüm bu tanımlar, insanı bir ‘göz yanılgısı’na tutsak hale getiriyor. Vicdanının örtülerini örterken, apaçık olan hakikate karşı onu körleştiriyor. Acımasızlaştırıyor. Kendine bakamayan gözüyle yine kendi bakışına tutsak hale getiriyor. Ve dahası, karikatürize bir biçimde kendi egosuna kulluk ettiriyor onu.
***
Kalp iradesiyle, yani aşkla yapılabilen şeyler ibadettir. Kendi eylemini aşan bir ‘sarih’ niyetle yapılırlar çünkü. İnsan gerçekliğinde aşkın bir boyut olduğunun ispatıdır bu aynı zamanda.
Sevgilinin beklentilerine değil de, egonun beklentilerine teslim olduğumuzda ise tatmin olmak neredeyse imkânsızlaşıyor. Ne örtünerek, ne de açılarak.
İster inançlı olalım ister olmayalım, örtülü kadın imgesi bize tanrısal söze teslim olmanın ‘görünür’ halini işaret ediyor. Sırlarla dolu bir hakikatin her an mevcudiyetini hissettiriyor. Örtülü kadının gündelik hayat ile metafizik hayat arasında kozmik bir bağlaç olduğunu sezdiriyor.
Dünya ile gayb arasındaki her çeşit ayrıştırma ve parçalamaları, tüm göz yanılgılarını ortadan kaldırıyor. Ötelerin buradaki izdüşümünü görünür kılıyor giderek. Bakışlarımızı baktığımızla birleştiriyor.
Örtünmek; sadece doğayla, ötekilerle veya kâinatla ahenk sağlama biçimi değil, aynı zamanda nesnelere karşı bir mesafe alma biçimidir. Eşyanın gizli yüzünü açar.
Bu anlamda, sosyolojik bir olgunun ötesindedir bence örtünmek. Sosyolojiden ziyade, sanata yakın. Gören ile görünen arasında bir estetik uzay oluşturur. İnsanlığa hem gören hem görünen olmanın imkânlarını sunar.
Bizdeki kalp zekâsı belki bu sanatsal estetiği görecek kadar yüksektir. Ama vicdanın ve kalbin üzerindeki süslü örtüler, öylesine çamurlu bir sığlığa çekiyor ki bizi, apaçık olandaki gerçek, örtülü hale geliyor giderek.
Oysa hem seven hem sevilen olmanın yolculuğu, gözden göze kesintisiz bir biçimde sürüyor.
Rüyalardaki simgelerin rüyayı gören kimse açısından neyi temsil ettiğini anlayabilmek için rüyanın yorumlanması, yani tabir edilmesi gerekir. Tabir etmek; öte tarafa geçmek, nehri geçmek anlamına geliyor.
William Chittick’in Hayal Âlemleri adlı kitabında İbn Arabî’yi yorumlarken belirttiği gibi, dünya adı verilen ‘rüya’yı tabir etmek için gerçeğin ardındakine geçebilmek, onu keşfetmek gerek. ‘Simgelerle örtülü rüya’yı bir biçimde okuyarak yalınlaşmak, gerçeğe yaklaşmak istersek tabii.
Örtülü kadına erkeğin boyunduruğuna girmiş, kapatılmış, yok edilmiş, eksiltilmiş ikinci sınıf bir kadın olarak baktığımızda: Bir zaman dilimine ait siyasi veya ideolojik alana tüm evrensel bakış açımızı hapsetmiş oluyoruz.
Üzeri örtülü olan her gerçeklik, kendisinden ille daha az, ille daha eksik bir anlam ifade etmek zorunda değildir halbuki.
Kadını örtüsünün içine hapseden bakış, öncelikle onun iç özgürlüğünü hadım eden bir bakıştır bence. Kadının görünüşünü, erkeğin gözüne indirgeyerek onu bu dünyada kadavralaştırmış olursunuz.
Kadın örtüsünün içinde, örtü onun üzerinde diye tarif edilen ‘durum’ da aslında tam açıklamıyor gerçeği. Çünkü örtü kadının dışında, ondan bağımsız, mesela çantasında ya da kafasında veya üzerinde taşıdığı bir ‘şey’ değil.
Örtünmek bizzat bir varoluş hakikati. Örtülü kadın: Yalın bir niyetin dışavurumu, sonsuz teslimiyet ve güvenin yansıması olarak da okunabilir. Örtünmek bir emanet olur giderek. O’ndan kalp iradesiyle alınır, O’na iade edilir.
Uzay boşluğunda bir kadının örtüsüyle temsil ettiği değer, tabir gerektiriyordur artık. Onu ille ‘hararetli’ erkek bakışlarından korunmaya indirgemek, örtünmenin metafiziğinden uzaklaştırıyor bizi.
Mahalle veya erkek baskısından başka, sosyolojik parametrelerin ötesindeki anlamlarını keşfetmediğimiz sürece: Örtülü kadından geriye ‘ikinci sınıf’ bir nitelik kalıyor hep.
Örtülü sembollerin neyi temsil ettiğini keşfetmek; rüyasını tabir etmek isteyen kişi olmak değil midir biraz da? Örtülü olanın açılması, bazen, açık olanın örtülmesini gerektiriyor.
Sözgelimi ancak örtündüğü vakit erkekle kendini eşit hissettiğini söyleyen bir kadının ‘erkek dünya’da örtüsüyle neyi temsil ettiğine veya ‘rüya’sını nasıl tabir ettiğine yakından bakma çabası da bir çeşit ‘empati denemesi’ olabilir. Yargılamak için değil, anlamak için.
Örtünen kadın için örtüsü öz değil, kabuktur. Daryus Şayegan, örtülü olanın kaldırılması ve açık olanın örtülmesi arasında sürekli bir döngü oluştuğunu söylüyor. O halde örtünmenin somut olarak tanımlanması ve algılanması mümkün değildir:
“İşte bu durum, sırrın ortaya çıkış yönüdür. Çünkü sır, dizginlenemeyen ve özel bir tanımla sınırlanamayan bir olgudur.” Yaklaşma ve uzaklaşmayı, çekme ve itmeyi, gizleme ve açık etmeyi bir başka biçimde izlersiniz artık. Kadın ile erkek arasında olduğu gibi, insan ile kâinat arasında da sırrın varlığına delalet ediyordur zaten kabuk.
Örtünün önünde ve ardında kesintisiz olarak devam eden gerçeğin bölünmüş ve parçalanmış olmadığını fark etmişsek, dünyanın sırlı boyutları açılmaya başlar. Kabuklardan birini daha soyabiliriz artık.
Varoluşun boyutlarındaki sonsuz estetik bir kez görünür olduğunda, ‘içerisi’ ile ‘dışarısı’ arasında hiç kesintiye uğramadan süren o şeyin mahrem adını alan özgürlük olduğunu görürüz.
Ve bence mahremin her an var olması, insanı çerçevesiz, büsbütün ölçüsüz, kuralsız ve değersiz bırakan, vicdanını esir alan her şeyden kurtarmaya ve giderek özgürleştirmeye başlar. Bunu biraz açayım.
***
Mahrem ortadan kalktığında, içerisi ile dışarısı arasındaki denge bozuluyor. İnsana ait giz ortadan kalkıyor. Görünenin ardında hiçbir şey yokmuş gibi. Göz, kendi metaforundan, metafiziğinden kopuyor.
Mahrem olmadığında sır da ortadan kalkıyor. Ama gerçeğin örtülü kısmı, tabir edilmeyi bekleyen bir yüzü var. Onu keşfettiğimizde görüyoruz ki: Dünyayı her daim diri tutan sır, zamanların ve mekânların ötesinde devam ediyor.
Örnek vereyim. Suyu, ateşi, havayı bölüp parçalayamıyoruz. Ama onları kendi amaçlarımız doğrultusunda çerçeveleyebiliyoruz, farklı boyutlara, bambaşka biçimlere dönüştürebiliyoruz.
Çünkü onlardaki sır, farklı boylamlarda mevcudiyetini sürdürüyor. Mahrem de böyle hiç parçalanamayan bir şey işte. İnsanın vicdanını, iç ile dış arasında kendi özgürlüğünü koruyabildiği o yerde, milimetrik bir dengede tutuyor.
Mahrem, iç özgürlüğümüzün kimse tarafından ihlal edilemeyen sınırıdır bence. Bir tutam ölçüdür belki. Ölçü olmadan, hudut olmadan özgürlük başıboşluk anlamına geliyor sadece.
İşte örtünen kadının mahremle olan ilişkisi kadim dünyada olduğu gibi modern dünyada da bir özgürleşme ‘rüya’sı olarak tabir edilmeyi bekliyor.
nur.31(medeni 102) Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler... (bu kadar değildir devamı yazdığım sayfa sayısında vardır.)
Basi, daha dogrusu saclari kapamak icin kullanilan cok siradan bir unsurken, ozellikle de son yirmi senede buyuk bir siyasal malzemeye donusen terimdir...
başlardan önce yüreklere örtülmesi gereken nesne. yürekörtüsü. yüreğe örtülmeden başa örtüldüğünde, hem yürek, hem baş ağrıtan kumaş. ve dünyadaki en esir kelime...
O kadar yürekli ve cesur ki herkesin ondan bir pay almaya çalışması durumu.... Maalesef sorun haline dönüştürülen.... Anlamak yerine kullanılmaya çalışılan.... Herkesin birçok şey söylemesine rağmen kendisi bundan etkilenmeyen..... Gözalıcı ihtişamını her daim koruyan ve koruyacak olan....
Bir bayan üye aşağılandığını yazmış baş örtüsü yüzünden. Onları aşağılayan ayetler kutsal kitaptada var.Okuyan,dikkatli gözlerden kaçmayacak şekilde aleni ve açık seçik.
Ben ideolojik bir tartışmaya girmeyeceğim.Bana tuhaf gelen bu ülkede kadının saçından tahriğe kapılan erkek varsa o ruh hastasıdır. Psikiyatride bu tip hastalar olduğunu bilmekteyim.
Erkekleri Kadinlarin saclarini görünce cinsel yönden tahrik olmamalari icin kadinlar tarafindan sacin üzerine örtülerek kamufle edilen ve bu sayede erkeklerin günaha girmesini önleyen kumastan yapilmis bir bez parcasi
bir kişinim yaptığı hatayı herkese mal edemeyiz. Başörtüsü takıpta yanlış davranan birini kınıyoruz fakat bunu başı açık biri yapsa normal bakıyoruz. dışarda öpüşen bir çift görünce ilgimizi çekmiyor yadırgamıyoruz fakat türbanlı bir genç kızın bunu yaptığını görünce kınıyoruz. bir bakıma doğru. şöyle ki başı açık olan birini dini inancını kimse bilemez... belkide türbanlı olanlardan dahada dindardır. ama başörtülü bi kız inancını belli etmiştir ve bu ölçüde dikkatli olmalı ve dinini dahada dikkatli yaşamalıdır. bu şekilde yanlış davranan insanlar tabiki var olacaktırda... önemli olan bir kaç kişinin yaptığı hatayı bütün türbanlılara mal etmemektir..
cumartesi günü Üsküdarda manzara aynen şu; yanımda başörtülü kız ve sevgilisi. kız bir sürü erkeğin içinde sevgilisinin dizine yattı. kötü bir görüntü ve şokta ben... benim için başörtü bu: yani, sadece sim(!) ge.
Laik bir Türkiye Cumhuriyeti'ymis; Siz Laikligin bu ülkeye ne kadar faydasi oldugunu nereden biliyorsunuz! .. Laiklik Sultan ll.Abdülhamid'i tahtan indiren ittihat ve terakicilerin düsüncesidir...Ve altinda en son damga Atatürk... Buyurun simdi Laik bir Türkiye Cumhuriyeti... Ingiliz Komutani (su anda adini cikaramadim) söyle demistir. ''Türkleri hicbir cephede yenemedik bunun sebebi su elimde grdügünüz kara kapli Kitaptir (deyip Kuran-i Kerim-i havaya kaldirmis) ... Eger onlari bu kitaptan uzaklastirirsak artik cephede de yeneriz' demis ve bugüne kdr bati hep bunu yapmaya calismistir ve basarmislardir da... Bu millet 500 sene laiklik olmadan yönetilmis gücüne güc katmis..Mesela l.Murad hayati boyunca 34 yavasa imza atmis ve 34'ünü de kazanmistir..Siz bu savaslardaki ruhu göz ardi ederseniz Tarih adina cinayet olur bu... Degisik bir örnek daha vereyim... Halid in Velid islam ordularini zaferden zafere kosturan bir sahabe... 2 büyük devlet yikmis...öldügünde 1 kilic 1 atini birakior geriye...ev yok araba yok tarla-tapan yok... Sasani ve Roma imparatrlugu gibi 2 devlet yikmis... bundan 6 asir sonra bu devletin kurucusu Osman gazi'de ölüyor..ve katiplerin dedigi su: -Koca imparator öldü geriye 1 at 1 kilic ve 1 de cizme birakti... Simdi asil anlatmk istedigim seye gelelim..Yukarda göz ardi edilmemesi gereken O RUH iki örnekte de ilk siradadir..Yani amac ila-i kelimetullah... Dünyada müslümanlik denilince akla gelen TÜRKIYE'dir... Ve Türkiye bu islam bayraktarligini 80 yildir kutsal emanetler bizde olmasina ragmen yapmiyor veya yapamiyor... neden? Her gün yeni bir tartisma acarak gündemi degistirmeye calisan medyamiz bile bati iken siz uyutulmak istendiginiz icin basörtüsü konusuluyor... Sadece bir cümle ile; 1 Baldiri ciplak bu memlekette nasil müslüman gibi yasiyorsa,kapali bir kadinda istedigi gibi yasama hakkina sahiptir...
başörtüsü,bize emredilen bir farzı yerine getirmekle yaşanılan haklı gurur demek....başörtüsü,ne yazıkki bu ülkede okumanın adaletsizliğini,sadece bir bez parçası olrak gören insanların ne kadar zavallı olduklarını hatırlatıyor...
bir kısım 'hariçten gazel okuyucular' tarafından adına türban denilen; aslında islamiyetin ayetlerle sabit emri olan ve adı başörtüsü olan; kullananın, başkaları tarafından değil kendince tarifini yaptığı; özellikle ülkemizde -neredeyse- rejim değişikliğine sebep olacak kadar ehemmiyet arzeden; bir metrekarelik bezdir...
kutsiyeti kendisinde değil, takva üzere kullanılıp kullanılmadığında gizlidir...
Elbette İNANCIN TEK ÖLÇÜSÜ ÖRTÜMEK DEĞİLDİR.
İslamın onlarca farzı vardır, bunlar bilinen 54 farz olarak bir arada
toparlanmıştır. Herkesin bildiği bu şartları isteyen gücü yeten gücü yettiği kadarıyla yerine getirmelidir.
Kimseye başını örtüyor diye hor bakmamalı,
kimseyede başı açık diye kafir muamelesi yapılmamalıdır.
başörtüsü inançtır inançsa yaşam şeklidir. Hiç kimsenin özgürlüğünü kısıtlamıyorsa keyfi nedenlerden dolayı bir insanın inancına diyer bir deyişle dinsel yaşam dünyasına müdahale hakının olmadığına inanıyorum. ben aşırı örtünmenin ve aşırı açılmanın karşısındayım. aşırı olan her şey toplum yaşayışında sorun yaratır. örnek olarak aşırı açıklık teşirciliktir ve karşı cinsi aşırı tahrik eder. bu durum karşısında karşı cinsin aşırı şekilde nefsinin kabarmasını sağlar. bunu gidermenin mantıklı ve yasal bir yolu bulunulmaması durumunda kişi zaman geçtikçe bu türtülerden dolayı biliç altına sapık fikirler yerleşir ve zamanla ruh hali hastalıklı hale gelir bilin bakalım bunun sonucunda ne olur. peki bu tahrik edilen insanın bu hale gelmesini sağlayan etken ne cevabı size birakıyorum. aşırı kapanmanında getireceği sorunlar vardır elbet. yanlız dikatimi bir şey çekti bilmem sizde farkındamısınız. eskiden çıplak insanlara yerli yada yamyam v.b. tabirler kullanılırdı uygar bulunmazlardı. avrupa kadınlarının giyinmeleri yarım saat soyunmaları bir saati alırdı.ozaman bu uygarlıktı zamanla elbiseler azaldı sonra küçüldü. şimdi iş kolaylaştı giyinmek bir dakika soyunmak otuz saniye belkide zamandan tasaruf etmek kim bilir.bu günde uygarlık yamyamlık oldu. galiba özümüze dönmeye karar verdik. Allah hakımızda hayırlısını nasip etsin. biraz konu dagıldı ama iyi oldu.
İsteyen inandığından takar, isteyen moda diye.. Sonuçta herkezin tercihine saygı duyulmalı ve de olaya kişisel hak ve özgürlükler açısından bakarak ülkenin önü açılmalı.. İnsanları başı örtülü ve başı açık diye sınıflandırmak çağdaş bir ülkeye yakışmaz zira..
Göz gördüğü kadar gösterir de. Işığı aldığı kadar, baktığını da aydınlatan, ışığını onda yansıtan bir özelliği vardır gözün. Mesela sevdiğini güzel görür, çünkü uzayda başıboş olarak gezinen güzellik kavramını bir sevgilinin yüzüne tutarak, onda kadrajlar, somutlaştırır.
Evet, görünmezi görür göz. Fakat ne yaparsa yapsın, kendine bakamaz. Kendini görebilmek için, sevdiğinin gözlerinden yansıyan bakışlara ihtiyacı vardır. Müthiş bir yolculuktur bu.
Seven ile sevilenin giderek iç içe geçtiği, birbirinde eridiği, birbirini çoğalttığı ve bütünlediği, sonra bazen ayrıştığı, ayrışırken kesiştiği, kesişirken kavuştuğu bu bakış sayesinde gerçeğin bize görünmeyen boyutlarını da görmekteyizdir.
Gerçeğin aşkın boyutunu gören bu mecazi göz, örtünen bir kadına baktığında yalnızca bir kumaş parçası görmez. Daha fazlası vardır. Örtü, hakikatin aşkın boyutlarına doğru bir yolculuktur öncelikle.
Aynı şekilde, bu yolculuğa çıkanlar, örtüsü içindeki kadının da tenden ibaret olmadığını görürler. Ailesinin, mahallesinin, devlet otoritesinin baskısıyla örtünen bir kadın konu dışıdır.
Çünkü başkasının rızası için örtünmek veya herhangi başka birşey yapmak, başkasına kul olmaktır. Ancak sözüne güvendiği ve kalbiyle teslim olduğu sevgilisinin kendisinden beklediklerini kendi iradesiyle yapan âşık bir kadın, her şeyi O’nun için yapmanın kudretini taşıyabilir.
Ve ancak başkalarının sözüne veya kendi egosunun isteklerine teslim olmayan kadın, ilahi aşkın ‘açık uç’larına doğru yol alacaktır. Bu kadın; cinsiyetinin ötesine geçebilmiştir.
Seven ve sevilen olmanın cinsiyeti yoktur, sevgili olmaktan başka.
Demek ki: Örtü nasıl bir kumaş parçası değilse, kalbindeki ‘aşkın irade’yle örtünen kadın da asla yalnızca görünebilir niteliklere indirgenebilen, yalnızca tenden ibaret kalan ve yalnızca bu dünyayla hemcins olan bir kadın değildir.
“Başörtüsü etrafı görmeyi engelliyor, farklılıkları yok ediyor, herkes birörnek oluyor” gibi çok ‘görünür’ bir bakışa sıkıştırılmış ve hiyerarşik olarak kendi bakışının üstünlüğüne vurgu yapan bir algıyla örtünen kadına bakmak: Kendine bakamayan göz olmaktır.
Bu gözle örtünen kadına bakmak, onu kadavralaştırmaktır.
***
Hepimiz, biricik olduğumuzu biliriz. Anlam ortadan kalktığında tüm vücutlar benzeyecektir zaten. Farklılaşma çabası ise biricik olduğunu bilen insanı yatay bir eksene mahkûm bırakıyor. Gözü metafiziğinden koparıyor.
İnsan gerçekliğine birörnekler arasındaki ince ayrıntılarla ulaşmanın mümkün olduğunu bize unutturuyor. Dünyanın görünmez ama bilinebilir bağlantılarını kurmamıza engel oluyor.
Bize binlerce saat fazla mesai yaptıran birbirimize karşı farklılaşma hırsımız, ironik bir şekilde bizi yeniden benzer kılmıştır bu arada. Dekoltenin derinliğine, kravatın desenine indirgenmiş sığ farklılıklarla insan biricikliğine odaklanmak mümkün müdür?
Bana kalırsa, herkesin biricik olduğu bir dünyada, asıl esaret, ötekilere kendi biricikliklerinde bakma çabası ortadan kalktığında başlıyor: “Başörtüsü şöyledir böyledir.” Veya “başını örtenler şudur budur.”
Tüm bu tanımlar, insanı bir ‘göz yanılgısı’na tutsak hale getiriyor. Vicdanının örtülerini örterken, apaçık olan hakikate karşı onu körleştiriyor. Acımasızlaştırıyor. Kendine bakamayan gözüyle yine kendi bakışına tutsak hale getiriyor. Ve dahası, karikatürize bir biçimde kendi egosuna kulluk ettiriyor onu.
***
Kalp iradesiyle, yani aşkla yapılabilen şeyler ibadettir. Kendi eylemini aşan bir ‘sarih’ niyetle yapılırlar çünkü. İnsan gerçekliğinde aşkın bir boyut olduğunun ispatıdır bu aynı zamanda.
Sevgilinin beklentilerine değil de, egonun beklentilerine teslim olduğumuzda ise tatmin olmak neredeyse imkânsızlaşıyor. Ne örtünerek, ne de açılarak.
İster inançlı olalım ister olmayalım, örtülü kadın imgesi bize tanrısal söze teslim olmanın ‘görünür’ halini işaret ediyor. Sırlarla dolu bir hakikatin her an mevcudiyetini hissettiriyor. Örtülü kadının gündelik hayat ile metafizik hayat arasında kozmik bir bağlaç olduğunu sezdiriyor.
Dünya ile gayb arasındaki her çeşit ayrıştırma ve parçalamaları, tüm göz yanılgılarını ortadan kaldırıyor. Ötelerin buradaki izdüşümünü görünür kılıyor giderek. Bakışlarımızı baktığımızla birleştiriyor.
Örtünmek; sadece doğayla, ötekilerle veya kâinatla ahenk sağlama biçimi değil, aynı zamanda nesnelere karşı bir mesafe alma biçimidir. Eşyanın gizli yüzünü açar.
Bu anlamda, sosyolojik bir olgunun ötesindedir bence örtünmek. Sosyolojiden ziyade, sanata yakın. Gören ile görünen arasında bir estetik uzay oluşturur. İnsanlığa hem gören hem görünen olmanın imkânlarını sunar.
Bizdeki kalp zekâsı belki bu sanatsal estetiği görecek kadar yüksektir. Ama vicdanın ve kalbin üzerindeki süslü örtüler, öylesine çamurlu bir sığlığa çekiyor ki bizi, apaçık olandaki gerçek, örtülü hale geliyor giderek.
Oysa hem seven hem sevilen olmanın yolculuğu, gözden göze kesintisiz bir biçimde sürüyor.
leyla ipekçi-taraf gazetesi-16\07\09
Rüyalardaki simgelerin rüyayı gören kimse açısından neyi temsil ettiğini anlayabilmek için rüyanın yorumlanması, yani tabir edilmesi gerekir. Tabir etmek; öte tarafa geçmek, nehri geçmek anlamına geliyor.
William Chittick’in Hayal Âlemleri adlı kitabında İbn Arabî’yi yorumlarken belirttiği gibi, dünya adı verilen ‘rüya’yı tabir etmek için gerçeğin ardındakine geçebilmek, onu keşfetmek gerek. ‘Simgelerle örtülü rüya’yı bir biçimde okuyarak yalınlaşmak, gerçeğe yaklaşmak istersek tabii.
Örtülü kadına erkeğin boyunduruğuna girmiş, kapatılmış, yok edilmiş, eksiltilmiş ikinci sınıf bir kadın olarak baktığımızda: Bir zaman dilimine ait siyasi veya ideolojik alana tüm evrensel bakış açımızı hapsetmiş oluyoruz.
Üzeri örtülü olan her gerçeklik, kendisinden ille daha az, ille daha eksik bir anlam ifade etmek zorunda değildir halbuki.
Kadını örtüsünün içine hapseden bakış, öncelikle onun iç özgürlüğünü hadım eden bir bakıştır bence. Kadının görünüşünü, erkeğin gözüne indirgeyerek onu bu dünyada kadavralaştırmış olursunuz.
Kadın örtüsünün içinde, örtü onun üzerinde diye tarif edilen ‘durum’ da aslında tam açıklamıyor gerçeği. Çünkü örtü kadının dışında, ondan bağımsız, mesela çantasında ya da kafasında veya üzerinde taşıdığı bir ‘şey’ değil.
Örtünmek bizzat bir varoluş hakikati. Örtülü kadın: Yalın bir niyetin dışavurumu, sonsuz teslimiyet ve güvenin yansıması olarak da okunabilir. Örtünmek bir emanet olur giderek. O’ndan kalp iradesiyle alınır, O’na iade edilir.
Uzay boşluğunda bir kadının örtüsüyle temsil ettiği değer, tabir gerektiriyordur artık. Onu ille ‘hararetli’ erkek bakışlarından korunmaya indirgemek, örtünmenin metafiziğinden uzaklaştırıyor bizi.
Mahalle veya erkek baskısından başka, sosyolojik parametrelerin ötesindeki anlamlarını keşfetmediğimiz sürece: Örtülü kadından geriye ‘ikinci sınıf’ bir nitelik kalıyor hep.
Örtülü sembollerin neyi temsil ettiğini keşfetmek; rüyasını tabir etmek isteyen kişi olmak değil midir biraz da? Örtülü olanın açılması, bazen, açık olanın örtülmesini gerektiriyor.
Sözgelimi ancak örtündüğü vakit erkekle kendini eşit hissettiğini söyleyen bir kadının ‘erkek dünya’da örtüsüyle neyi temsil ettiğine veya ‘rüya’sını nasıl tabir ettiğine yakından bakma çabası da bir çeşit ‘empati denemesi’ olabilir. Yargılamak için değil, anlamak için.
Örtünen kadın için örtüsü öz değil, kabuktur. Daryus Şayegan, örtülü olanın kaldırılması ve açık olanın örtülmesi arasında sürekli bir döngü oluştuğunu söylüyor. O halde örtünmenin somut olarak tanımlanması ve algılanması mümkün değildir:
“İşte bu durum, sırrın ortaya çıkış yönüdür. Çünkü sır, dizginlenemeyen ve özel bir tanımla sınırlanamayan bir olgudur.” Yaklaşma ve uzaklaşmayı, çekme ve itmeyi, gizleme ve açık etmeyi bir başka biçimde izlersiniz artık. Kadın ile erkek arasında olduğu gibi, insan ile kâinat arasında da sırrın varlığına delalet ediyordur zaten kabuk.
Örtünün önünde ve ardında kesintisiz olarak devam eden gerçeğin bölünmüş ve parçalanmış olmadığını fark etmişsek, dünyanın sırlı boyutları açılmaya başlar. Kabuklardan birini daha soyabiliriz artık.
Varoluşun boyutlarındaki sonsuz estetik bir kez görünür olduğunda, ‘içerisi’ ile ‘dışarısı’ arasında hiç kesintiye uğramadan süren o şeyin mahrem adını alan özgürlük olduğunu görürüz.
Ve bence mahremin her an var olması, insanı çerçevesiz, büsbütün ölçüsüz, kuralsız ve değersiz bırakan, vicdanını esir alan her şeyden kurtarmaya ve giderek özgürleştirmeye başlar. Bunu biraz açayım.
***
Mahrem ortadan kalktığında, içerisi ile dışarısı arasındaki denge bozuluyor. İnsana ait giz ortadan kalkıyor. Görünenin ardında hiçbir şey yokmuş gibi. Göz, kendi metaforundan, metafiziğinden kopuyor.
Mahrem olmadığında sır da ortadan kalkıyor. Ama gerçeğin örtülü kısmı, tabir edilmeyi bekleyen bir yüzü var. Onu keşfettiğimizde görüyoruz ki: Dünyayı her daim diri tutan sır, zamanların ve mekânların ötesinde devam ediyor.
Örnek vereyim. Suyu, ateşi, havayı bölüp parçalayamıyoruz. Ama onları kendi amaçlarımız doğrultusunda çerçeveleyebiliyoruz, farklı boyutlara, bambaşka biçimlere dönüştürebiliyoruz.
Çünkü onlardaki sır, farklı boylamlarda mevcudiyetini sürdürüyor. Mahrem de böyle hiç parçalanamayan bir şey işte. İnsanın vicdanını, iç ile dış arasında kendi özgürlüğünü koruyabildiği o yerde, milimetrik bir dengede tutuyor.
Mahrem, iç özgürlüğümüzün kimse tarafından ihlal edilemeyen sınırıdır bence. Bir tutam ölçüdür belki. Ölçü olmadan, hudut olmadan özgürlük başıboşluk anlamına geliyor sadece.
İşte örtünen kadının mahremle olan ilişkisi kadim dünyada olduğu gibi modern dünyada da bir özgürleşme ‘rüya’sı olarak tabir edilmeyi bekliyor.
leyla ipekçi-taraf gazetesi-17\07\09
medeniyet dediğin soymaksa bedeni,
desene hayvan bizden daha medeni
nur.31(medeni 102)
Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler...
(bu kadar değildir devamı yazdığım sayfa sayısında vardır.)
Basi, daha dogrusu saclari kapamak icin kullanilan cok siradan bir unsurken, ozellikle de son yirmi senede buyuk bir siyasal malzemeye donusen terimdir...
İsteyen takar isteyen takmaz.Fazla uzatılacak bir mevzuu değil.
başlardan önce yüreklere örtülmesi gereken nesne.
yürekörtüsü.
yüreğe örtülmeden başa örtüldüğünde, hem yürek, hem baş ağrıtan kumaş.
ve dünyadaki en esir kelime...
O kadar yürekli ve cesur ki herkesin ondan bir pay almaya çalışması durumu....
Maalesef sorun haline dönüştürülen....
Anlamak yerine kullanılmaya çalışılan....
Herkesin birçok şey söylemesine rağmen kendisi bundan etkilenmeyen.....
Gözalıcı ihtişamını her daim koruyan ve koruyacak olan....
Bir bayan üye aşağılandığını yazmış baş örtüsü yüzünden. Onları aşağılayan ayetler kutsal kitaptada var.Okuyan,dikkatli gözlerden kaçmayacak şekilde aleni ve açık seçik.
Ben ideolojik bir tartışmaya girmeyeceğim.Bana tuhaf gelen bu ülkede kadının saçından tahriğe kapılan erkek varsa o ruh hastasıdır. Psikiyatride bu tip hastalar olduğunu bilmekteyim.
SİZE NE TÜRBANIMDAN
türban diyerek tutturdunuz
size ne türbanımdan
siyasete yutturdunuz
size ne türbanımdan
ezmek için kadını
çıkardınız tadını
şeriatın adını
takıp gittiniz türban
türbanlıyım diyerek
şiir yazdırmadınız
yakışmıyor diyerek
beni azarladınız
size ne türbanımdan
ne sağ cıyım ne solcu
gelip geçen bir yolcu
siz misiniz tek doğru
size ne türbanımdan
türbanlıyım diyerek
iş bile vermediniz
türbanlıyım arkadaş
niye küçümsediniz
http://www.Antoloji.Com/ayse_ozdemir yazarak bu sayfaya daha hızlı ulaşabilirsiniz.
Neyi ne amacla örttüğünü görmemekte ısrar eden zihniyetin,erkeklerin bakislarindan ve akabindeki düsüncelerinden,korunmak icin örtülen bir örtü türü.
Helal be insanoğlu...Ondanda rant sağlamayı başardın ya...Pes
Bacımın Örtüsü Batmakta Rezilin Gözüne
Acırım Tükrüğüme Billahi Tükürsem Yüzüne
M. Akif
Erkekleri Kadinlarin saclarini görünce cinsel yönden tahrik olmamalari icin kadinlar tarafindan sacin üzerine örtülerek kamufle edilen ve bu sayede erkeklerin günaha girmesini önleyen kumastan yapilmis bir bez parcasi
bir kişinim yaptığı hatayı herkese mal edemeyiz. Başörtüsü takıpta yanlış davranan birini kınıyoruz fakat bunu başı açık biri yapsa normal bakıyoruz. dışarda öpüşen bir çift görünce ilgimizi çekmiyor yadırgamıyoruz fakat türbanlı bir genç kızın bunu yaptığını görünce kınıyoruz. bir bakıma doğru. şöyle ki başı açık olan birini dini inancını kimse bilemez... belkide türbanlı olanlardan dahada dindardır. ama başörtülü bi kız inancını belli etmiştir ve bu ölçüde dikkatli olmalı ve dinini dahada dikkatli yaşamalıdır. bu şekilde yanlış davranan insanlar tabiki var olacaktırda... önemli olan bir kaç kişinin yaptığı hatayı bütün türbanlılara mal etmemektir..
herkez istedigi gibi yasama hakkina sahip.... ister orter basini ister ortmez bu herkesin kendi seçimi digerlerine sadece saygi duymak dusur bence...
cumartesi günü Üsküdarda manzara aynen şu; yanımda başörtülü kız ve sevgilisi. kız bir sürü erkeğin içinde sevgilisinin dizine yattı. kötü bir görüntü ve şokta ben...
benim için başörtü bu: yani, sadece sim(!) ge.
Laik bir Türkiye Cumhuriyeti'ymis;
Siz Laikligin bu ülkeye ne kadar faydasi oldugunu nereden biliyorsunuz! ..
Laiklik Sultan ll.Abdülhamid'i tahtan indiren ittihat ve terakicilerin düsüncesidir...Ve altinda en son damga Atatürk... Buyurun simdi Laik bir Türkiye Cumhuriyeti...
Ingiliz Komutani (su anda adini cikaramadim) söyle demistir.
''Türkleri hicbir cephede yenemedik bunun sebebi su elimde grdügünüz kara kapli Kitaptir (deyip Kuran-i Kerim-i havaya kaldirmis) ... Eger onlari bu kitaptan uzaklastirirsak artik cephede de yeneriz' demis ve bugüne kdr bati hep bunu yapmaya calismistir ve basarmislardir da...
Bu millet 500 sene laiklik olmadan yönetilmis gücüne güc katmis..Mesela l.Murad hayati boyunca 34 yavasa imza atmis ve 34'ünü de kazanmistir..Siz bu savaslardaki ruhu göz ardi ederseniz Tarih adina cinayet olur bu... Degisik bir örnek daha vereyim...
Halid in Velid islam ordularini zaferden zafere kosturan bir sahabe... 2 büyük devlet yikmis...öldügünde 1 kilic 1 atini birakior geriye...ev yok araba yok tarla-tapan yok... Sasani ve Roma imparatrlugu gibi 2 devlet yikmis... bundan 6 asir sonra bu devletin kurucusu Osman gazi'de ölüyor..ve katiplerin dedigi su:
-Koca imparator öldü geriye 1 at 1 kilic ve 1 de cizme birakti...
Simdi asil anlatmk istedigim seye gelelim..Yukarda göz ardi edilmemesi gereken O RUH iki örnekte de ilk siradadir..Yani amac ila-i kelimetullah... Dünyada müslümanlik denilince akla gelen TÜRKIYE'dir... Ve Türkiye bu islam bayraktarligini 80 yildir kutsal emanetler bizde olmasina ragmen yapmiyor veya yapamiyor... neden? Her gün yeni bir tartisma acarak gündemi degistirmeye calisan medyamiz bile bati iken siz uyutulmak istendiginiz icin basörtüsü konusuluyor... Sadece bir cümle ile;
1 Baldiri ciplak bu memlekette nasil müslüman gibi yasiyorsa,kapali bir kadinda istedigi gibi yasama hakkina sahiptir...
iman başta değil yürektedir..
öyle bir yerdeyiz ki insanları birbirlerine düşürmel için elinnden geleni yapıyor insanlar
özgürlük nerde
insanları rahat bırakın.....
Başörtüsü
Ne demekmiş
“Yasak! ”
İşiniz mi kalmadı
Yapacak?
Ne diye karışırsınız
Saçımıza-başımıza,
Bizi oyuncağınız mı sandınız
Bakıp yaşımıza?
Sebebini anlatamayacağınız
Çocukça bir devrin hevesinden
Karşınızdaki en güzel portreleri
Mahrum ettiniz çerçevesinden!
Kim demiş, ki:
“Başörtüsüydü o! ”
Başımızın -renk renk-
Süsüydü o!
Altında saçlarımız,
Arkadan, ne hoş sarkardı;
Kimimizde -örgü örgü- sarmaşıklaşır...
Kimimizde, su olup akardı!
Şu, bu nâmına “Yasak! ” demiş
Bulundunuz, tezelden;
Ne olurdu, anlasaydınız biraz da,
Güzellikten, güzelden!
Siz, bizden değilsiniz,
Tanımıyoruz hiç birinizi,
Çekin başımızdan
Ellerinizi!
Bir gericilik tutturmuşsunuz;
Gericilik değil, Türk'ün köy modasıdır bu...
Üstelik, ninemizin başımızda
Taşıdığımız hatırasıdır bu!
Dediniz: “Çıkacak başınızdan
Başörtünüz! ”
Alın -öyleyse- onunla
Yüzünüzü örtünüz!
Arif Nihat Asya
...toleranz göstermek örtenede, örtmeyenede.. ayirimcilik yapmamali..önyargili ve fesat düsüncelerden uzak durmak..
başörtüsü,bize emredilen bir farzı yerine getirmekle yaşanılan haklı gurur demek....başörtüsü,ne yazıkki bu ülkede okumanın adaletsizliğini,sadece bir bez parçası olrak gören insanların ne kadar zavallı olduklarını hatırlatıyor...
Maddi yönüyle bir bez parçası dahi, ideolojik saplantıları ve alçaklıkları teşhir edip milletin nazar-ı ibretine arz etmeye kadirmiş meğer...
herkes dinini ve inancını yaşama hakkına sahiptir,
bir kısım 'hariçten gazel okuyucular' tarafından adına türban denilen; aslında islamiyetin ayetlerle sabit emri olan ve adı başörtüsü olan; kullananın, başkaları tarafından değil kendince tarifini yaptığı; özellikle ülkemizde -neredeyse- rejim değişikliğine sebep olacak kadar ehemmiyet arzeden; bir metrekarelik bezdir...
kutsiyeti kendisinde değil, takva üzere kullanılıp kullanılmadığında gizlidir...