AN GELDİ…ATTİLA İLHAN ÖLDÜ M.NİHAT MALKOÇ Ömür sayılı günlerden ibaret…Uzun veya kısa…Ne fark eder ki! ...Neticede belirli günlerden ötesi yok… Bir türküde geçtiği üzere “Bin sene de yaşasan son durak kara toprak” Büyük usta Attila İlhan “An Gelir” adlı şiirinde şöyle diyordu kendi hayatı ve ölümüne dair: “görünmez bir mezarlıktır zaman şâirler dolaşır saf saf/ tenhalarında şiir söyleyerek kim duysa / korkudan ölür -tahrip gücü yüksek- saatli bir bombadır patlar an gelir/attilâ ilhan ölür” Öyle de oldu…An geldi…Ve aşklarımızın büyük şâiri Attila İlhan aramızdan ayrıldı. O an ki, seksen yıllık bir çınarı yerinden söktü. Ama bu çınarın kökleri, yüreği sevgiyle atan, gönlü maddeden arınmış sevdalıların kalbini sarıp sarmalamıştı. 15 Haziran 1925’te Menemen’de filizlenen çınar, bir sonbahar vaktinde 11 Ekim 2005 tarihinde İstanbul'da kurudu. Çok verimli ve hareketli bir ömür geçiren İlhan, hayatı başkalarının tayin ettiği şekilde yaşamamak için insanüstü bir çaba harcadı. Başına ne geldiyse de bu yüzden geldi. İzmir Atatürk Lisesi birinci sınıfındayken mektuplaştığı bir kıza Nazım Hikmet’in şiirini göndermesi nedeniyle 1941’de tutuklandı ve okuldan uzaklaştırıldı. Üç hafta gözetim altında tutuldu. İki ay hapiste yattı. Türkiye’nin hiçbir yerinde okuyamayacağına dair bir belge verilince, eğitim hayatına ara vermek zorunda kaldı. Danıştay kararıyla, 1944 yılında okuma hakkını tekrar kazandı ve İstanbul Işık Lisesi’ne yazıldı. Gencecik bir insanın, hayatının baharında bunca sıkıntıyla karşılaşması onu fevkalâde üzdü doğal olarak…Fakat bu onun direncini ve mücadele gücünü daha da inkişaf ettirdi. Ömrünün önemli bir kısmı İstanbul-Paris hattında geçti. Bir yığın şiir, roman, öykü, senaryo, deneme, anı, söyleşi, çeviri türünde eser bıraktı geriye… Sevenleri bu eserlerle avunacak bundan sonra. Onun şiirimize bambaşka bir hava ve ufuk kazandırdığı inkâr edilemez. Şu kitaplar aşklara yelken açan aşıkların elinden düşmeyen sevgi nâmeleri değil de nedir? .. Duvar Sisler Bulvarı, Yağmur Kaçağı, Ben Sana Mecburum, Belâ Çiçeği, Yasak Sevişmek, Tutuklunun Günlüğü, Böyle Bir Sevmek, Elde Var Hüzün, Korkunun Krallığı, Ayrılık Sevdaya Dâhil, Kimi Sevsem Sensin… Bu kitaplar, bu şiirler duygularımıza tercüman oldu yıllarca….Aşk mektuplarımızın bir köşesine işlendi yaldızlı kalemlerle…. Attila İlhan romanlarıyla da duygularımızı harekete geçirmiştir. Hayatın en büyük gerçeği olan aşkı ve sevgiyi satır satır nakşetmiştir kitapların bizi kucaklayan aydınlık göğüne… Sokaktaki Adam, Zenciler Birbirine Benzemez, Kurtlar Sofrası, Aynanın İçindekiler, Bıçağın Ucu, Sırtlan Payı, Yaraya Tuz Basmak, Dersaadet’te Sabah Ezanları, O Karanlıkta Biz, Fena Halde Leman, Haco Hanım Vay, Allahın Süngüleri, Reis Paşa Attila İlhan çok yönlü bir yazardı hiç şüphesiz. Edebiyatın ve hayatın her alanında “ben varım “ diyebilen bir kalem ustasıydı. Başarılıydı da üstelik… Romanlarının yanında öyküleri de hayatın bin bir rengini sunuyordu okuyucularına… “Yengecin Kıskacı” öykülerini içine alan güzel bir eserdi. Denemelerini Abbas Yolcu, Yanlış Kadınlar Yanlış Erkekler isimli kitaplarda iki kapak arasına almıştı. “Anılar ve Acılar” adını vermişti hayata dair yazdığı düşünce külliyatına… Hangi Sol, Hangi Batı, Hangi Seks, Hangi Sağ, Hangi Atatürk, Hangi Edebiyat, Hangi Laiklik, Hangi Küreselleşme isimli kitaplarında hayatı ve kavramları sorguluyordu kendince… “Attila İlhan’ın Defteri” adlı seride de kendini yetiştirmiş bir aydının hayatı anlamlandırma, duygu ve düşüncelerini geniş kitlelerle paylaşma arzu ve temayülü var… Gerçekçilik Savaşı, ‘İkinci Yeni’ Savaşı, Faşizmin Ayak Sesleri, Batı’nın ‘Deli Gömleği’, Sağım Solum Sobe, Ulusal Kültür Savaşı, Sosyalizm Asıl Şimdi, Aydınlar Savaşı, Kadınlar Savaşı bu serinin düşünce dünyamıza akan olukları hükmündeydi. Bu kitaplarda doğru bildiklerini ve inandıklarını eğilip bükülmeden tam bir aydın sorumluluğu içerisinde ifade ediyordu. Uzun yıllar Cumhuriyet gazetesinde yazılar yazdı. Toplumsal gerçeklere ışık tuttu. İçindeki hissiyatı geniş kitlelerle paylaştı. Fakat saldırmadı, aydınca bir üslûp kullandı. Ondan da bu beklenirdi zaten…Cumhuriyet Yazıları’nı Bir Sap Kırmızı Karanfil, Ufkun Arkasını Görebilmek, Sultan Galiyef, Dönek Bereketi, Yıldız-Hilâl ve Kalpak adlarıyla efkâr-ı umumiyenin nazarına sundu. Aynı zamanda çevirileri de vardı Attila İlhan’ın… “Bir lisan bir insan” gerçeğini kavramış ve gereğini yerine getirmiş ender bir kişiydi O… Kanton’da İsyan (Malraux) , Umut (Malraux) , Basel’in Çanları (Aragon) çeviri alanında verdiği eserlerden birkaçıdır. Zorlama bir şair değildi Attila İlhan…Gerçek bir şâirdi. Dili son derece iyi bilen ve hamur misali muhayyilesinde yoğuran bir duygu eriydi. Onun dizeleri hepimizin hafızalarına kazınmıştır adeta…Özellikle “Ben Sana Mecburum” adlı şiiri hemen her aşığın ezberindedir: “Ben sana mecburum bilemezsin Adını mıh gibi aklımda tutuyorum Büyüdükçe büyüyor gözlerin Ben sana mecburum bilemezsin İçimi seninle ısıtıyorum” Nefes aldığı sürece hep yazdı O.. Fakat hiç tekrara düşmedi. Hep yeni, güzel ve özel şeyler söyledi. Sevda çiçeğini yüreğinin derinliklerinde büyütüp rayihasını sevenleriyle paylaştı. Şiirleri Yeni Edebiyat, Yücel, Genç Nesil, Fikirler, Varlık, Aile, Yirminci Asır, Seçilmiş Hikâyeler, Kaynak, Ufuklar, Mavi, Yeditepe, Dost, Yelken, Ataç, Yön, Milliyet Sanat, Sanat Olayı dergilerinde yayınlandı. Toplumsal gerçekçilik anlayışının sesi ve sözcüsü oldu. Garip ve İkinci Yeni şiir akımlarını benimsemedi. Attilâ İlhan eski şiirin(divan şiiri) imkânlarından da yararlandı çoğu zaman…Kendine özgü bir imge dünyası oluşturdu. Yazdıkları yaşadıklarının akisleriydi bir bakıma.. Bu pek çok şâirin ortak özelliğidir zaten. Kişi yaşadıklarını söze dönüştürürse daha etkili ve inandırıcı olacağı tartışma götürmez bir gerçektir. Attila İlhan’ı büyük yapan da hayata büyük bir şevkle tutunması ve hayattan ilham almasıydı. Son dönemin büyük şâiri Attila İlhan’a Allah’tan rahmet diliyorum. O ölse de şiirleriyle sevenlerin gönlünde hep yaşayacak… Sevgi sürgün edilinceye dek! … E-Mektup: [email protected]
tekrar geldim kaptan..ve yine geleceğim.. tayfan bırakıp gitti beni.. ama merak etme anıları bende hala.. kimsi sevsem o artık.. elde var yine hüzün..ruhun şad olsun..
aysel git başımdan ben sana göre değilim olümüm birden olacak seziyorum hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim aysel git başımdan istemiyorum benim yağmurumda gezinemezsin üşürsün dağıtır gecelerim sarışınlığını uykularımı uyusan nasıl korkarsın hiçbir dakikamı yaşayamazsın aysel git başımdan ben sana göre değilim benim için kirletme aydınlığını hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
Islığımı denesen hemen düşürürsün gözlerim hızlandırır tenhalığını yanlış şehirlere götürür trenlerim ya ölmek ustalığını kazanırsın ya korku biriktirmek yetisini acılarım iyice bol gelir sana sevincim bir türlü tutmaz sevincini aysel git başımdan ben sana göre değilim ümitsizliğimi olsun anlasana hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
sevindiğim anda sen üzülürsün sonbahar uğultusu duymamışsın ki içinden bir gemi kalkıp gitmemiş uzak yalnızlık limanlarına aykırı bir yolcuyum dünya geniş büyük bir kulak çınlıyor içimdeki çetrefil yolculuğum kesinleşmiş sakın başka bir şey getirme aklına aysel git başımdan ben sana göre değilim ölümüm birden olacak seziyorum hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim aysel git başımdan seni seviyorum
ben sana mecburum bilemezsin adını mıh gibi aklımda tutuyorum büyüdükçe büyüyor gözlerin ben sana mecburum bilemezsin içimi seninle ısıtıyorum
ağaclar sonbahara hazırlanıyor bu şehir o eski Istanbul mudur karanlıkta bulutlar parçalanıyor sokak lambaları birden yanıyor kaldırımlarda yağmur kokusu ben sana mecburum sen yoksun
sevmek kimi zaman rezilce korkuludur insan bir akşamüstü ansızın yorulur tutsak ustura ağzında yaşamaktan kimi zaman ellerini kırar tutkusu birkaç hayat çıkarır yaşamasından hangi kapıyı çalsa kimi zaman arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu
Fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor eski zamanlardan bir cuma çalıyor durup köşe başında deliksiz dinlesem sana kullanılmamış bir gök getirsem haftalar ellerimde ufalanıyor ne yapsam ne tutsam nereye gitsem ben sana mecburum sen yoksun
belki Haziran'da mavi benekli çocuksun ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor bir şileb sızıyor ıssız gözlerinden belki Yesilköy'de uçağa biniyorsun bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor belki korsun kırılmışsın telaş içindesin kötü rüzgar saçlarını götürüyor
ne vakit bir yaşamak düşünsem bu kurtlar sofrasında belki zor ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden ne vakit bir yaşamak düşünsem sus deyip adınla başlıyorum içimsıra kımıldıyor gizli denizlerin hayır başka türlü olmayacak ben sana mecburum bilemezsin.
elimden tut yoksa düşeceğim yoksa bir bir yıldızlar düşecek eğer şairsem beni tanırsan yağmurdan korktuğumu bilirsen gözlerim aklına gelirse elimden tut yoksa düşeceğim yağmur beni götürecek yoksa beni
geceleri bir çarpıntı duyarsan telaş telaş yağmurdan kaçıyorum sarayburnu'ndan geçiyorum akşamsa eylülse ıslanmışsam beni görsen belki anlayamazsın içlenir gizli gizli ağlarsın eğer ben yalnızsam yanılmışsam elimden tut yoksa düşeceğim yağmur beni götürecek yoksa beni
attila ilhan öldü ya... güzel şiirler yazdı,örnek insan gibi göründü,'aferin onaydı'' falan filan ya.şiirseverler ağladı, aydınlar ''kıymetimiz bilinmiyor'' dedi,vs.vs. peki her ölen yiğidin ardından kopan tantana niye hayattayken kopmuyo da ölmesini bekliyoruz... belki herşeyin ölmüşünü seviyoruzdur
görünmez bir mezarlıktır zaman şairler dolaşır saf saf tenhalarında şiir söyleyerek kim duysa / korkudan ölür -tahrip gücü yüksek- saatlı bir bombadır patlar an gelir Attila İlhan ölür
an gelir paldır küldür yıkılır bulutlar gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet o eski heyecan ölür an gelir biter muhabbet çalgılar susar heves kalmaz şatârâbân ölür
şarabın gazabından kork çünkü fena kırmızıdır kan tutar / tutan ölür sokaklar kuşatılmış karakollar taranır yağmurda bir militan ölür
an gelir ömrünün hırsızıdır her ölen pişman ölür hep yanlış anlaşılmıştır hayalleri yasaklanmış an gelir şimşek yalar masmavi dehşetiyle siyaset meydanını direkler çatırdar yalnızlıktan sehpada pir sultan ölür
son umut kırılmıştır kaf dağı’nın ardındaki ne selam artık ne sabah kimseler bilmez nerdeler namlı masal sevdalıları evvel zaman içinde kalbur saman ölür kubbelerde uğuldar bâkî çeşmelerden akar sinan an gelir -lâ ilâhe illallah- kanunî süleyman ölür
görünmez bir mezarlıktır zaman şairler dolaşır saf saf tenhalarında şiir söyleyerek kim duysa / korkudan ölür -tahrip gücü yüksek- saatlı bir bombadır patlar an gelir Attila İlhan ölür
ATTİLA İLHAN
Gerçektende çok büyük bir değerimizi yitirdik Geçen hafta tv8 de yayınlanan yaşamdan dakikalar adlı programda, Atilla İlhan her yönü ile anlatılmıştı. Bunu seyrederken gerçekten çok duygulanmıştım. Çünkü bizde bu tür programlar insanlar yitirildikten sonra yapılır. Bu haftaki yaşamdan dakikalar da ise Atilla İlhan ‘ın, kendisi ile ilgili bu programı seyrederken,çok duygulandığını söylediğini aktardılar. Atilla İlhan’la ilgili bu acı haberi duyduğumda birden aklıma geldi. paylaşmak istedim. O eserleri ve düşünceleriyle sonsuza kadar bizimle olacak. Allah rahmet eylesin.
ne kaldı geriye şiirlerinden başka....? Nedir yaşamanın anlamı var olmuşsun olmamışsın neye yarar zaten bu aralar aldığım kaçıncı ölüm haberi kim bilir sıra ne zaman bize gelecek....? ? ? ?
Ben sana mecburum bilemezsin Adını mıh gibi aklımda tutuyorum Büyüdükçe büyüyor gözlerin Ben sana mecburum bilemezsin İçimi seninle ısıtıyorum.
Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor Bu şehir o eski İstanbul mudur Karanlıkta bulutlar parçalanıyor Sokak lambaları birden yanıyor Kaldırımlarda yağmur kokusu Ben sana mecburum sen yoksun.
Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur Tutsak ustura ağzında yaşamaktan Kimi zaman ellerini kırar tutkusu Bir kaç hayat çıkarır yaşamasından Hangi kapıyı çalsa kimi zaman Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu
Fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor Eski zamanlardan bir cuma çalıyor Durup köşe başında deliksiz dinlesem Sana kullanılmamış bir gök getirsem Haftalar ellerimde ufalanıyor Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem Ben sana mecburum sen yoksun.
Belki haziran da mavi benekli çocuksun Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor Belki körsün kırılmışsın telaş içindesin Kötü rüzgar saçlarını götürüyor
Ne vakit bir yaşamak düşünsem Bu kurtlar sofrasında belki zor Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden Ne vakit bir yaşamak düşünsem Sus deyip adınla başlıyorum İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin Hayır başka türlü olmayacak Ben sana mecburum bilemezsin.
ELDE VAR HÜZÜN
Söyleşir Evvelce biz bu tenhalarda Ziyade gülüşürdük Pır pır yaldızlanırdı kanatları kahkaha Kuşlarının Ne meseller söylerdi mercan köz nargileler Zamanlar değişti Ayrılık girdi araya Hicrana düştük bugün
Ah nerde gençliğimiz Sahilde savruluşları başıboş dalgaların Yeri göğü çınlatan tumturaklı gazeller Elde var hüzün
O şehrâyin fakat çıkar mı akıldan Çarkıfeleklerin renk renk geceye dağılması Sırılsıklam âşık incesaz Kadehlerin mehtaba kaldırılması Adeta düğün Hayat zamanda iz bırakmaz Bir boşluğa düşersin bir boşluktan Birikip yeniden sıçramak için Elde var hüzün
SANA NE YAPTILAR
O sabah mı çıkmıştın, bir gün önce mi Bir bıçağın ağzında yürür gibiydin Demirlerin soğukluğu soluk dudaklarında Gözlerinde karanlığı dar hücrelerin Seni görür görmez özgürlüğümden utandım Söyle ne içersin, çay mı kahve mi Çok değişmişsin birden tanıyamadım.
Saçların uzundu, omuzlarına akardı Gönlümüz şenlenirdi sarışınlığından Onlar mı kestiler, sen mi kısalttın Gülerdin, içimize aylar doğardı Görünmez dağların arkasından Eski gülümsemeni beyhude aradım O sabah mı çıkmıştın bir gün önce mi Çok değişmişsin birden tanıyamadım.
Bir çay içer misin, yoksa kahve mi Kibritim yok, demek cigaraya başladın Ellerin de titriyor, bir şeyin mi var Böyle bir kız değildin sen eskiden Sana ne yaptılar, sana ne yaptılar? Kirpiklerin ıslanıyor durup dururken O sabah mı çıkmıştın, bir gün önce mi Çok değişmişsin birden tanıyamadım.
----------
SİSLER BULVARI
elinin arkasında güneş duruyordu aylardan kasımdı üşüyorduk ağacın biri bulvarda ölüyordu şehrin camları kaygısız gülüyordu her köşe başında öpüşüyorduk
sisler bulvarı'na akşam çökmüştü omuzlarımıza çoktan çökmüştü kesik birer kol gibi yalnızdık dağlarda ateşler yanmıyordu deniz fenerleri sönmüştü birbirimizin gözlerini arıyorduk
sisler bulvarı'nda seni kaybettim sokak lambaları öksürüyordu yukarıda bulutlar yürüyordu terkedilmiş bir çocuk gibiydim dokunsanız ağlayacaktım yenikapı'da bir tren vardı
sisler bulvarı'nda öleceğim sol kasığımdan vuracaklar bulvar durağında düşeceğim gözlüklerim kırılacaklar sen rüyasını göreceksin çığlık çığlığa uyanacaksın sabah kapını çalacaklar elinden tutup getirecekler beni görünce taş kesileceksin ağlamayacaksın! ağlamayacaksın!
sisler bulvarı'ndan geçtim sırılsıklamdı ıslak kaldırımlar parlıyordu durup dururken gözlerim dalıyordu bir bardak şarabda kayboluyordum gece bekçilerine saati soruyordum evime gitmekten korkuyordum sisler boğazıma sarılmışlardı
bir gemi beni afrika'ya götürecek ismi bilmiyorum ne olacak kazablanka'da bir gün kalacağım sisler bulvarını hatırlayacağım kırmızı melek şarkısından bir satır lodos'tan bir satır yağmur'dan iki senin kirpiklerinden bir satır simsiyah bir satır hatırlayacağım seni hatırlatanın çenesini kıracağım limanda vapur uğuldayacak
sisler bulvarı bir gece haykırmıştı ağaçları yatıyordu yoksuldu bütün yaprakları sararmıştı bütün bir sonbahar ağlamıştı ağlayan sanki istanbul'du öl desen belki ölecektim içimde biber gibi bir kahır bütün şiirlerimi yakacaktım yalnızlık bana dokunuyordu
eğer sisler bulvarı olmasa eğer bu şehirde bu bulvar olmasa sabah ezanında yağmur yağmasa şüphesiz bir delilik yapardım hiç kimse beni anlayamazdı on beş sene hüküm giyerdim dördüncü yılında kaçardım belki kaçarken vururlardı
sisler bulvarı'ndan geçmediğim gün sisler bulvarı öksüz ben öksüzüm yağmurun altında yalnızım ağzım elim yüzüm ıslanıyor tren düdükleri iç içe giriyorlar aklımı fikrimi çeliyorlar aksaray'da ışıklar yanıyor sisler bulvarı ayaklanıyor artık kalbimi susturamıyorum
NE KADINLAR SEVDİM ZATEN YOKTULAR
Ne kadinlar sevdim zaten yoktular Yagmur giyerlerdi sonbaharla bir. Azicik oksasam sanki çocuktular, Biraksam korkudan gözleri sislenir. Ne kadinlar sevdim zaten yoktular Böyle bir sevmek görülmemistir. Hayir, sanmayin ki beni unuttular. Hala arasira mektuplari gelir. Gerçek degildiler, birer umuttular Eski bir sarki, belki bir siir Ne kadinlar sevdim zaten yoktular. Yalnizliklarimda elimden tuttular Uzak fisiltilari içimi ürpertir. Sanki gökyüzünde birer buluttular, Nereye kayboldular simdi kim bilir. Ne kadinlar sevdim zaten yoktular Böyle bir sevmek görülmemistir. ----------
ÜÇÜNCÜ ŞAHSIN ŞİİRİ
Gözlerin gözlerime degince, felaketim olurdu aglardim. Beni sevmiyordun bilirdim, bir sevdigin vardi duyardim. Çöp gibi bir oglan ipince, hayirsizin biriydi fikrimce. Ne vakit karsimda görsem, öldürecegimden korkardim, felaketim olurdu aglardim.
Ne vakit Maçka'dan geçsem, limanda hep gemiler olurdu. Agaçlar kus gibi gülerdi, bir rüzgar aklimi alirdi. Sessizce bir cigara yakardin, parmaklarimin ucunu yakardin, kirpiklerini egerdin bakardin. Üsürdüm içim ürperirdi, felaketim olurdu aglardim.
Aksamlar bir roman gibi biterdi. Jezabel kan içinde yatardi. Limandan bir gemi giderdi, sen kalkip ona giderdin. Benzin mum gibi giderdin, sabaha kadar kalirdin. Hayirsizin biriydi fikrimce, güldü mü cenazeye benzerdi. Hele seni kollarina aldi mi; felaketim olurdu aglardim.
----------
ADIM SONBAHAR
nasıl iş bu her yanına çiçek yağmış erik ağacının ışık içinde yüzüyor neresinden baksan gözlerin kamaşır
oysa ben akşam olmuşum yapraklarım dökülüyor usul usul adım sonbahar
BELÂ ÇİÇEĞİ
alsancak garı'na devrildiler gece garın saati belâ çiçeği hiçbir şeyin farkında değildiler kalleş bir titreme aldı erkeği elleri yırtılmıştı kelepçeliydiler çantasını karısı taşıyordu
hiç kimse tanımıyordu kimdiler gece garın saati belâ çiçeği üçüncü mevki bir vagona bindiler anlaşıldı erkeğin gideceği bir şeyden vazgeçmiş gibiydiler bir türlü karısına bakamıyordu
ayaküstü birer bafra içtiler gece garın saati belâ çiçeği şimdiden bir yalnızlık içindeydiler karanlık gelmişi geleceği birdenbire sapsarı kesildiler vagonlar usul usul kımıldıyordu CİNAYET SAATİ
haliç'te bir vapuru vurdular dört kişi demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu dört bıçak çekip vurdular dört kişi yemyeşil bir ay gökte dağılıyordu
deli cafer ismail tayfur ve şaşı maktulün onbeş yıllık arkadaşı üçü kamarot öteki aşçıbaşı dört bıçak çekip vurdular dört kişi
cinayeti kör bir kayıkçı gördü ben gördüm kulaklarım gördü vapur kudurdu kuduz gibi böğürdü hiç biriniz orada yoktunuz
demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu on üç damla gözyaşını saydım allahına kitabına sövüp saydım şafak nabız gibi atıyordu sarhoştum kasımpaşa'daydım hiç biriniz orada yoktunuz
haliç'te bir vapuru vurdular dört kişi polis kaatilleri arıyordu deli cafer ismail tayfur ve şaşı üzerime yüklediler bu işi sarhoştum kasımpaşa'daydım vapuru onlar vurdu ben vurmadım cinayeti kör bir kayıkçı gördü
ben vursam kendimi vuracaktım
----------
YAĞMUR KAÇAĞI
elimden tut yoksa düşeceğim yoksa bir bir yıldızlar düşecek eğer şairsem beni tanırsan yağmurdan korktuğumu bilirsen gözlerim aklına gelirse elimden tut yoksa düşeceğim yağmur beni götürecek yoksa beni
geceleri bir çarpıntı duyarsan telâş telâş yağmurdan kaçıyorum sarayburnu'ndan geçiyorum akşamsa eylül'se ıslanmışsam beni görsen belki anlayamazsın içlenir gizli gizli ağlarsın eğer ben yalnızsam yanılmışsam elimden tut yoksa düşeceğim yağmur beni götürecek yoksa beni
açılmış sarmaşık gülleri kokularıyla baygın en görkemli saatinde yıldız alacasının gizli bir yılan gibi yuvarlanmış içimde kader uzak bir telefonda ağlayan yağmurlu genç kadın rüzgar uzak karanlıklara sürmüş yıldızları mor kıvılcımlar geçiyor dağınık yalnızlığımdan onu çok arıyorum onu çok arıyorum heryerimde vücudumun ağır yanık sızıları bir yerlere yıldırım düşüyorum ayrılığımızı hisettiğim an demirler eriyor hırsımdan ay ışığına batmış karabiber ağaçları gümüş tozu gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar yaseminler unutulmuş tedirgin gülümser çünkü ayrılık da sevdaya dahil çünkü ayrılanlar hala sevgili hiç bir anı tek başına yaşayamazlar her an ötekisiyle birlikte herşey onunla ilgili telaşlı karanlıkta yumuşak yarasalar gittikçe genişliyen yakılmış ot kokusu yıldızlar inanılmıyacak bir irilikte yansımalar tutmuş bütün sahili çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil çünkü ayrılıklar da sevdaya dahil çünkü ayrılanlar hala sevgili yanlızlık hızla alçalan bulutlar karanlık bir ağırlık hava ağır toprak ağır yaprak ağır su tozları yağıyor üstümüze özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır eflatuna çalar puslu lacivert bir sis kuşattı ormanı karanlık çöktü denize yanlızlık çakmak taşı gibi sert elmas gibi keskin ne yanına dönsen bir yerin kesilir fena kan kaybedersin kapını bir çalan olmadı mı hele elini bir tutan bilekleri bembeyaz kuğu boynu parmakları uzun ve ince sımsıcak bakışları suç ortağı kaçamak gülüşleri gizlice yalnızların en büyük sorunu tek başına özgürlük ne işe yarayacak bir türlü çözemedikleri bu ölü bir gezegenin soğuk tenhalığına benzemesin diye özgürlük mutlaka paylaşılacak suç ortağı bir sevgiliyle sanmıştık ki ikimiz yeryüzünde ancak birbirimiz için varız ikimiz sanmıştık ki tek kişilik bir yalnızlığa bile rahatça sığarız hiç yanılmamışız her an düşüp düşüp kristal bir bardak gibi tuz parça kırılsak da hala içimizde o yanardağ ağzı hala kıpkızıl gülümseyen sanki ateşten bir tebessüm zehir zemberek aşkımız
türk edebiyatı yaşayan en büyük ismini yitirdi.türk dili öksüz, türk solu öksüz... anti emperyalist ve atatürkçü vatanına milletine son derece bağlı insanların neden böyle zamansızlıklarda bizi terkedip gittiğini kaderle bağdaştırmak abes...
ruhun şad olsun üstad..mekanın cennet olsun... 'SOL'un başı sağolsun...
en sevdiğim şiiri koptu ardından.. edebiyat-şiir dostlarının başı sağolsun..
BEN SANA MECBURUM
ben sana mecburum bilemezsin adini mih gibi aklimda tutuyorum buyudukce buyuyor gozlerin ben sana mecburum bilemezsin icimi seninle isitiyorum
agaclar sonbahara hazirlaniyor bu sehir o eski Istanbul mudur karanlikta bulutlar parcalaniyor sokak lambalari birden yaniyor kaldirimlarda yagmur kokusu ben sana mecburum sen yoksun
sevmek kimi zaman rezilce korkuludur insan bir aksamustu ansizin yorulur tutsak ustura agzinda yasamaktan kimi zaman ellerini kirar tutkusu birkac hayat cikarir yasamasindan hangi kapiyi calsa kimi zaman arkasinda yalnizligin hinzir ugultusu
Fatih`te yoksul bir gramofon caliyor eski zamanlardan bir cuma caliyor durup kose basinda deliksiz dinlesem sana kullanilmamis bir gok getirsem haftalar ellerimde ufalaniyor ne yapsam ne tutsam nereye gitsem ben sana mecburum sen yoksun
belki Haziran`da mavi benekli cocuksun ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor bir sileb siziyor issiz gozlerinden belki Yesilkoy`de ucaga biniyorsun butun islanmissin tuylerin urperiyor belki korsun kirilmissin telas icindesin kotu ruzgar saclarini goturuyor
ne vakit bir yasamak dusunsem bu kurtlar sofrasinda belki zor ayipsiz fakat ellerimizi kirletmeden ne vakit bir yasamak dusunsem sus deyip adinla basliyorum icimsira kimildiyor gizli denizlerin hayir baska turlu olmayacak ben sana mecburum bilemezsin.
Ona değer vermek içinde ölümünü bekledik! ! !
Şiirlerini okurken müthiş bir sinema tekniğini hisettiğimiz ve baştan sona kadar bir büyük gerilimi yüreklerimizde yaşatan usta şair yazar...
aşkı kağıda dökebilen ender şahsiyet.
büyük şair Allah rahmet eylesin
Büyük Usta.Saygıyla anılmalı
bir şapka
eski bir aşık
okundukça rahatlatan şiirler
ve zamansız bir göçüş..
AN GELDİ…ATTİLA İLHAN ÖLDÜ
M.NİHAT MALKOÇ
Ömür sayılı günlerden ibaret…Uzun veya kısa…Ne fark eder ki! ...Neticede belirli günlerden ötesi yok… Bir türküde geçtiği üzere “Bin sene de yaşasan son durak kara toprak” Büyük usta Attila İlhan “An Gelir” adlı şiirinde şöyle diyordu kendi hayatı ve ölümüne dair:
“görünmez bir mezarlıktır zaman
şâirler dolaşır saf saf/ tenhalarında şiir söyleyerek
kim duysa / korkudan ölür -tahrip gücü yüksek-
saatli bir bombadır patlar
an gelir/attilâ ilhan ölür”
Öyle de oldu…An geldi…Ve aşklarımızın büyük şâiri Attila İlhan aramızdan ayrıldı. O an ki, seksen yıllık bir çınarı yerinden söktü. Ama bu çınarın kökleri, yüreği sevgiyle atan, gönlü maddeden arınmış sevdalıların kalbini sarıp sarmalamıştı.
15 Haziran 1925’te Menemen’de filizlenen çınar, bir sonbahar vaktinde 11 Ekim 2005 tarihinde İstanbul'da kurudu. Çok verimli ve hareketli bir ömür geçiren İlhan, hayatı başkalarının tayin ettiği şekilde yaşamamak için insanüstü bir çaba harcadı. Başına ne geldiyse de bu yüzden geldi.
İzmir Atatürk Lisesi birinci sınıfındayken mektuplaştığı bir kıza Nazım Hikmet’in şiirini göndermesi nedeniyle 1941’de tutuklandı ve okuldan uzaklaştırıldı. Üç hafta gözetim altında tutuldu. İki ay hapiste yattı. Türkiye’nin hiçbir yerinde okuyamayacağına dair bir belge verilince, eğitim hayatına ara vermek zorunda kaldı. Danıştay kararıyla, 1944 yılında okuma hakkını tekrar kazandı ve İstanbul Işık Lisesi’ne yazıldı.
Gencecik bir insanın, hayatının baharında bunca sıkıntıyla karşılaşması onu fevkalâde üzdü doğal olarak…Fakat bu onun direncini ve mücadele gücünü daha da inkişaf ettirdi.
Ömrünün önemli bir kısmı İstanbul-Paris hattında geçti.
Bir yığın şiir, roman, öykü, senaryo, deneme, anı, söyleşi, çeviri türünde eser bıraktı geriye… Sevenleri bu eserlerle avunacak bundan sonra.
Onun şiirimize bambaşka bir hava ve ufuk kazandırdığı inkâr edilemez. Şu kitaplar aşklara yelken açan aşıkların elinden düşmeyen sevgi nâmeleri değil de nedir? .. Duvar Sisler Bulvarı, Yağmur Kaçağı, Ben Sana Mecburum, Belâ Çiçeği, Yasak Sevişmek, Tutuklunun Günlüğü, Böyle Bir Sevmek, Elde Var Hüzün, Korkunun Krallığı, Ayrılık Sevdaya Dâhil, Kimi Sevsem Sensin… Bu kitaplar, bu şiirler duygularımıza tercüman oldu yıllarca….Aşk mektuplarımızın bir köşesine işlendi yaldızlı kalemlerle….
Attila İlhan romanlarıyla da duygularımızı harekete geçirmiştir. Hayatın en büyük gerçeği olan aşkı ve sevgiyi satır satır nakşetmiştir kitapların bizi kucaklayan aydınlık göğüne… Sokaktaki Adam, Zenciler Birbirine Benzemez, Kurtlar Sofrası, Aynanın İçindekiler, Bıçağın Ucu, Sırtlan Payı, Yaraya Tuz Basmak, Dersaadet’te Sabah Ezanları, O Karanlıkta Biz, Fena Halde Leman, Haco Hanım Vay, Allahın Süngüleri, Reis Paşa
Attila İlhan çok yönlü bir yazardı hiç şüphesiz. Edebiyatın ve hayatın her alanında “ben varım “ diyebilen bir kalem ustasıydı. Başarılıydı da üstelik… Romanlarının yanında öyküleri de hayatın bin bir rengini sunuyordu okuyucularına… “Yengecin Kıskacı” öykülerini içine alan güzel bir eserdi.
Denemelerini Abbas Yolcu, Yanlış Kadınlar Yanlış Erkekler isimli kitaplarda iki kapak arasına almıştı. “Anılar ve Acılar” adını vermişti hayata dair yazdığı düşünce külliyatına… Hangi Sol, Hangi Batı, Hangi Seks, Hangi Sağ, Hangi Atatürk, Hangi Edebiyat, Hangi Laiklik, Hangi Küreselleşme isimli kitaplarında hayatı ve kavramları sorguluyordu kendince…
“Attila İlhan’ın Defteri” adlı seride de kendini yetiştirmiş bir aydının hayatı anlamlandırma, duygu ve düşüncelerini geniş kitlelerle paylaşma arzu ve temayülü var… Gerçekçilik Savaşı, ‘İkinci Yeni’ Savaşı, Faşizmin Ayak Sesleri, Batı’nın ‘Deli Gömleği’, Sağım Solum Sobe, Ulusal Kültür Savaşı, Sosyalizm Asıl Şimdi, Aydınlar Savaşı, Kadınlar Savaşı bu serinin düşünce dünyamıza akan olukları hükmündeydi. Bu kitaplarda doğru bildiklerini ve inandıklarını eğilip bükülmeden tam bir aydın sorumluluğu içerisinde ifade ediyordu.
Uzun yıllar Cumhuriyet gazetesinde yazılar yazdı. Toplumsal gerçeklere ışık tuttu. İçindeki hissiyatı geniş kitlelerle paylaştı. Fakat saldırmadı, aydınca bir üslûp kullandı. Ondan da bu beklenirdi zaten…Cumhuriyet Yazıları’nı Bir Sap Kırmızı Karanfil, Ufkun Arkasını Görebilmek, Sultan Galiyef, Dönek Bereketi, Yıldız-Hilâl ve Kalpak adlarıyla efkâr-ı umumiyenin nazarına sundu.
Aynı zamanda çevirileri de vardı Attila İlhan’ın… “Bir lisan bir insan” gerçeğini kavramış ve gereğini yerine getirmiş ender bir kişiydi O… Kanton’da İsyan (Malraux) , Umut (Malraux) , Basel’in Çanları (Aragon) çeviri alanında verdiği eserlerden birkaçıdır.
Zorlama bir şair değildi Attila İlhan…Gerçek bir şâirdi. Dili son derece iyi bilen ve hamur misali muhayyilesinde yoğuran bir duygu eriydi. Onun dizeleri hepimizin hafızalarına kazınmıştır adeta…Özellikle “Ben Sana Mecburum” adlı şiiri hemen her aşığın ezberindedir:
“Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum”
Nefes aldığı sürece hep yazdı O.. Fakat hiç tekrara düşmedi. Hep yeni, güzel ve özel şeyler söyledi. Sevda çiçeğini yüreğinin derinliklerinde büyütüp rayihasını sevenleriyle paylaştı. Şiirleri Yeni Edebiyat, Yücel, Genç Nesil, Fikirler, Varlık, Aile, Yirminci Asır, Seçilmiş Hikâyeler, Kaynak, Ufuklar, Mavi, Yeditepe, Dost, Yelken, Ataç, Yön, Milliyet Sanat, Sanat Olayı dergilerinde yayınlandı. Toplumsal gerçekçilik anlayışının sesi ve sözcüsü oldu. Garip ve İkinci Yeni şiir akımlarını benimsemedi.
Attilâ İlhan eski şiirin(divan şiiri) imkânlarından da yararlandı çoğu zaman…Kendine özgü bir imge dünyası oluşturdu. Yazdıkları yaşadıklarının akisleriydi bir bakıma.. Bu pek çok şâirin ortak özelliğidir zaten. Kişi yaşadıklarını söze dönüştürürse daha etkili ve inandırıcı olacağı tartışma götürmez bir gerçektir. Attila İlhan’ı büyük yapan da hayata büyük bir şevkle tutunması ve hayattan ilham almasıydı. Son dönemin büyük şâiri Attila İlhan’a Allah’tan rahmet diliyorum. O ölse de şiirleriyle sevenlerin gönlünde hep yaşayacak… Sevgi sürgün edilinceye dek! …
E-Mektup: [email protected]
Atilla İlhan: Güzel insan! !
tekrar geldim kaptan..ve yine geleceğim.. tayfan bırakıp gitti beni.. ama merak etme anıları bende hala.. kimsi sevsem o artık.. elde var yine hüzün..ruhun şad olsun..
Şiiri seviyorduk daha çok sevdirdi Attila İlhan,
Meleklere de sevdirmek için gitti bu dünyadan...
Aysel Git Başımdan
aysel git başımdan ben sana göre değilim
olümüm birden olacak seziyorum
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
aysel git başımdan istemiyorum
benim yağmurumda gezinemezsin üşürsün
dağıtır gecelerim sarışınlığını
uykularımı uyusan nasıl korkarsın
hiçbir dakikamı yaşayamazsın
aysel git başımdan ben sana göre değilim
benim için kirletme aydınlığını
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
Islığımı denesen hemen düşürürsün
gözlerim hızlandırır tenhalığını
yanlış şehirlere götürür trenlerim
ya ölmek ustalığını kazanırsın
ya korku biriktirmek yetisini
acılarım iyice bol gelir sana
sevincim bir türlü tutmaz sevincini
aysel git başımdan ben sana göre değilim
ümitsizliğimi olsun anlasana
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
sevindiğim anda sen üzülürsün
sonbahar uğultusu duymamışsın ki
içinden bir gemi kalkıp gitmemiş
uzak yalnızlık limanlarına
aykırı bir yolcuyum dünya geniş
büyük bir kulak çınlıyor içimdeki
çetrefil yolculuğum kesinleşmiş
sakın başka bir şey getirme aklına
aysel git başımdan ben sana göre değilim
ölümüm birden olacak seziyorum
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim
aysel git başımdan seni seviyorum
Ben Sana Mecburum
ben sana mecburum bilemezsin
adını mıh gibi aklımda tutuyorum
büyüdükçe büyüyor gözlerin
ben sana mecburum bilemezsin
içimi seninle ısıtıyorum
ağaclar sonbahara hazırlanıyor
bu şehir o eski Istanbul mudur
karanlıkta bulutlar parçalanıyor
sokak lambaları birden yanıyor
kaldırımlarda yağmur kokusu
ben sana mecburum sen yoksun
sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
insan bir akşamüstü ansızın yorulur
tutsak ustura ağzında yaşamaktan
kimi zaman ellerini kırar tutkusu
birkaç hayat çıkarır yaşamasından
hangi kapıyı çalsa kimi zaman
arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu
Fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor
eski zamanlardan bir cuma çalıyor
durup köşe başında deliksiz dinlesem
sana kullanılmamış bir gök getirsem
haftalar ellerimde ufalanıyor
ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
ben sana mecburum sen yoksun
belki Haziran'da mavi benekli çocuksun
ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
bir şileb sızıyor ıssız gözlerinden
belki Yesilköy'de uçağa biniyorsun
bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
belki korsun kırılmışsın telaş içindesin
kötü rüzgar saçlarını götürüyor
ne vakit bir yaşamak düşünsem
bu kurtlar sofrasında belki zor
ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
ne vakit bir yaşamak düşünsem
sus deyip adınla başlıyorum
içimsıra kımıldıyor gizli denizlerin
hayır başka türlü olmayacak
ben sana mecburum bilemezsin.
Yağmur Kaçağı
elimden tut yoksa düşeceğim
yoksa bir bir yıldızlar düşecek
eğer şairsem beni tanırsan
yağmurdan korktuğumu bilirsen
gözlerim aklına gelirse
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni
geceleri bir çarpıntı duyarsan
telaş telaş yağmurdan kaçıyorum
sarayburnu'ndan geçiyorum
akşamsa eylülse ıslanmışsam
beni görsen belki anlayamazsın
içlenir gizli gizli ağlarsın
eğer ben yalnızsam yanılmışsam
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni
Attila İlhan
VATAN herşeydir. Şu vücudu insanın hiç bişey. Gerektiğinde fedadır VATANa
O bir çınar ağacıydı..
attila ilhan öldü ya...
güzel şiirler yazdı,örnek insan gibi göründü,'aferin onaydı'' falan filan ya.şiirseverler ağladı, aydınlar ''kıymetimiz bilinmiyor'' dedi,vs.vs.
peki her ölen yiğidin ardından kopan tantana niye hayattayken kopmuyo da ölmesini bekliyoruz...
belki herşeyin ölmüşünü seviyoruzdur
'Parola VATAN, işareti NAMUS! aksi takdirde, sen yoksun; hiçbirimiz yokuz! ..'
Allah rahmet eylesin, nur içinde yatsın...
emperyal oteli aklımdaydı o sıra
ve senin-
aklına gelmeyen ölüm
olabilir miydi hiç?
Bence Malumdur
Dikenin
kalbime battigi bir sonbahar gunudur
sen elini bulutlarin icinde gezdirirsin
bulutlar senin gozlerinin ustunde yururler
icini kurtlar kemirir
bence malumdur
bugulanmis camlarin arkasinda masmavi yuzun
senin atesler icinde oldugun
bence malumdur
ellerin muhakkak cocuk elleridir
hep kimsenin bilmedigi turkuler dusunursun
onlar neden daima okul turkuleridir
suleymanciktan bahseder
kara toprakta acik yesil bir yildiz gibi akip giden
..........
..........
Attila İlhan
görünmez bir mezarlıktır zaman
şairler dolaşır saf saf
tenhalarında şiir söyleyerek
kim duysa / korkudan ölür
-tahrip gücü yüksek-
saatlı bir bombadır patlar
an gelir
Attila İlhan ölür
Ve...o mahur beste çalar..müjganla ben ağlaşırız
AN GELİR
an gelir
paldır küldür yıkılır bulutlar
gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet
o eski heyecan ölür
an gelir biter muhabbet
çalgılar susar heves kalmaz
şatârâbân ölür
şarabın gazabından kork
çünkü fena kırmızıdır
kan tutar / tutan ölür
sokaklar kuşatılmış
karakollar taranır
yağmurda bir militan ölür
an gelir
ömrünün hırsızıdır
her ölen pişman ölür
hep yanlış anlaşılmıştır
hayalleri yasaklanmış
an gelir şimşek yalar
masmavi dehşetiyle siyaset meydanını
direkler çatırdar yalnızlıktan
sehpada pir sultan ölür
son umut kırılmıştır
kaf dağı’nın ardındaki
ne selam artık ne sabah
kimseler bilmez nerdeler
namlı masal sevdalıları
evvel zaman içinde
kalbur saman ölür
kubbelerde uğuldar bâkî
çeşmelerden akar sinan
an gelir
-lâ ilâhe illallah-
kanunî süleyman ölür
görünmez bir mezarlıktır zaman
şairler dolaşır saf saf
tenhalarında şiir söyleyerek
kim duysa / korkudan ölür
-tahrip gücü yüksek-
saatlı bir bombadır patlar
an gelir
Attila İlhan ölür
ATTİLA İLHAN
Gerçektende çok büyük bir değerimizi yitirdik
Geçen hafta tv8 de yayınlanan yaşamdan dakikalar adlı programda, Atilla İlhan her yönü ile anlatılmıştı.
Bunu seyrederken gerçekten çok duygulanmıştım.
Çünkü bizde bu tür programlar insanlar yitirildikten sonra yapılır.
Bu haftaki yaşamdan dakikalar da ise Atilla İlhan ‘ın, kendisi ile ilgili bu programı seyrederken,çok duygulandığını söylediğini aktardılar.
Atilla İlhan’la ilgili bu acı haberi duyduğumda birden aklıma geldi. paylaşmak istedim.
O eserleri ve düşünceleriyle sonsuza kadar bizimle olacak.
Allah rahmet eylesin.
hani öldüya şimdi hiç okumayanlar yada bilmeyenler bile entel dantel yağına birşeyler yazacak ya ona sinir oluyorum...
ne kaldı geriye şiirlerinden başka....? Nedir yaşamanın anlamı var olmuşsun olmamışsın neye yarar zaten bu aralar aldığım kaçıncı ölüm haberi kim bilir sıra ne zaman bize gelecek....? ? ? ?
Rüzgar Gülü
önümden çekilirsen İstanbul görünecek
nerede olduğumu bileceğim
sisler utanacak,
eğilecek
ağzının ucundan öpeceğim
saçına kalbimi takacağım
avcunda bir şiir büyüyecek
nerede olduğumu bileceğim
bu çıplak geceler yok mu
bu plak böyle ağlamıyor mu
camları kırmak
işten değil
delirecek miyim neyim
kirpiklerimden mısra dökülüyor
kenya'da simsiyah yalnızım
yoksul bir şilepte gemiciyim
malezya'da yük bekliyorum
önümden çekilirsen,
İstanbul görünecek
nerede olduğumu bileceğim
gözlerini söndürme
muhtacım
ben senin aydınlığına muhtacım
yepyeni bir ilkbahar harcayıp
bir yaz boğup,
bir sonbahar harcayıp
rüzgar gülünü arayacağım
oran'da pernanbouc'ta timbuktu'da
vinçler yine akşamları indirecekler
yine karanlığa bulaşacağım
gözlerin rüzgarda savrulacak
ikimiz iki sap buğday olsak
sen benim olsan,
ben senin olsam
bir gece vakti aklına gelsem
uykunu tutsam
bırakmasam
seni kucaklasam,
kucaklasam
birbirimizin kalbini dinlesek
dünyanın kalbini dinlesek
büyük ateşler yaksalar
iki güvercin uçursalar
nerede olduğumuzu bilsek...
Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum.
Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun.
Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Bir kaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu
Fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor
Eski zamanlardan bir cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum sen yoksun.
Belki haziran da mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telaş içindesin
Kötü rüzgar saçlarını götürüyor
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin.
ELDE VAR HÜZÜN
Söyleşir
Evvelce biz bu tenhalarda
Ziyade gülüşürdük
Pır pır yaldızlanırdı kanatları kahkaha Kuşlarının
Ne meseller söylerdi mercan köz nargileler
Zamanlar değişti
Ayrılık girdi araya
Hicrana düştük bugün
Ah nerde gençliğimiz
Sahilde savruluşları başıboş dalgaların
Yeri göğü çınlatan tumturaklı gazeller
Elde var hüzün
O şehrâyin fakat çıkar mı akıldan
Çarkıfeleklerin renk renk geceye dağılması
Sırılsıklam âşık incesaz
Kadehlerin mehtaba kaldırılması
Adeta düğün
Hayat zamanda iz bırakmaz
Bir boşluğa düşersin bir boşluktan
Birikip yeniden sıçramak için
Elde var hüzün
SANA NE YAPTILAR
O sabah mı çıkmıştın, bir gün önce mi
Bir bıçağın ağzında yürür gibiydin
Demirlerin soğukluğu soluk dudaklarında
Gözlerinde karanlığı dar hücrelerin
Seni görür görmez özgürlüğümden utandım
Söyle ne içersin, çay mı kahve mi
Çok değişmişsin birden tanıyamadım.
Saçların uzundu, omuzlarına akardı
Gönlümüz şenlenirdi sarışınlığından
Onlar mı kestiler, sen mi kısalttın
Gülerdin, içimize aylar doğardı
Görünmez dağların arkasından
Eski gülümsemeni beyhude aradım
O sabah mı çıkmıştın bir gün önce mi
Çok değişmişsin birden tanıyamadım.
Bir çay içer misin, yoksa kahve mi
Kibritim yok, demek cigaraya başladın
Ellerin de titriyor, bir şeyin mi var
Böyle bir kız değildin sen eskiden
Sana ne yaptılar, sana ne yaptılar?
Kirpiklerin ıslanıyor durup dururken
O sabah mı çıkmıştın, bir gün önce mi
Çok değişmişsin birden tanıyamadım.
----------
SİSLER BULVARI
elinin arkasında güneş duruyordu
aylardan kasımdı üşüyorduk
ağacın biri bulvarda ölüyordu
şehrin camları kaygısız gülüyordu
her köşe başında öpüşüyorduk
sisler bulvarı'na akşam çökmüştü
omuzlarımıza çoktan çökmüştü
kesik birer kol gibi yalnızdık
dağlarda ateşler yanmıyordu
deniz fenerleri sönmüştü
birbirimizin gözlerini arıyorduk
sisler bulvarı'nda seni kaybettim
sokak lambaları öksürüyordu
yukarıda bulutlar yürüyordu
terkedilmiş bir çocuk gibiydim
dokunsanız ağlayacaktım
yenikapı'da bir tren vardı
sisler bulvarı'nda öleceğim
sol kasığımdan vuracaklar
bulvar durağında düşeceğim
gözlüklerim kırılacaklar
sen rüyasını göreceksin
çığlık çığlığa uyanacaksın
sabah kapını çalacaklar
elinden tutup getirecekler
beni görünce taş kesileceksin
ağlamayacaksın! ağlamayacaksın!
sisler bulvarı'ndan geçtim sırılsıklamdı
ıslak kaldırımlar parlıyordu
durup dururken gözlerim dalıyordu
bir bardak şarabda kayboluyordum
gece bekçilerine saati soruyordum
evime gitmekten korkuyordum
sisler boğazıma sarılmışlardı
bir gemi beni afrika'ya götürecek
ismi bilmiyorum ne olacak
kazablanka'da bir gün kalacağım
sisler bulvarını hatırlayacağım
kırmızı melek şarkısından bir satır
lodos'tan bir satır yağmur'dan iki
senin kirpiklerinden bir satır
simsiyah bir satır hatırlayacağım
seni hatırlatanın çenesini kıracağım
limanda vapur uğuldayacak
sisler bulvarı bir gece haykırmıştı
ağaçları yatıyordu yoksuldu
bütün yaprakları sararmıştı
bütün bir sonbahar ağlamıştı
ağlayan sanki istanbul'du
öl desen belki ölecektim
içimde biber gibi bir kahır
bütün şiirlerimi yakacaktım
yalnızlık bana dokunuyordu
eğer sisler bulvarı olmasa
eğer bu şehirde bu bulvar olmasa
sabah ezanında yağmur yağmasa
şüphesiz bir delilik yapardım
hiç kimse beni anlayamazdı
on beş sene hüküm giyerdim
dördüncü yılında kaçardım
belki kaçarken vururlardı
sisler bulvarı'ndan geçmediğim gün
sisler bulvarı öksüz ben öksüzüm
yağmurun altında yalnızım
ağzım elim yüzüm ıslanıyor
tren düdükleri iç içe giriyorlar
aklımı fikrimi çeliyorlar
aksaray'da ışıklar yanıyor
sisler bulvarı ayaklanıyor
artık kalbimi susturamıyorum
NE KADINLAR SEVDİM ZATEN YOKTULAR
Ne kadinlar sevdim zaten yoktular
Yagmur giyerlerdi sonbaharla bir.
Azicik oksasam sanki çocuktular,
Biraksam korkudan gözleri sislenir.
Ne kadinlar sevdim zaten yoktular
Böyle bir sevmek görülmemistir.
Hayir, sanmayin ki beni unuttular.
Hala arasira mektuplari gelir.
Gerçek degildiler, birer umuttular
Eski bir sarki, belki bir siir
Ne kadinlar sevdim zaten yoktular.
Yalnizliklarimda elimden tuttular
Uzak fisiltilari içimi ürpertir.
Sanki gökyüzünde birer buluttular,
Nereye kayboldular simdi kim bilir.
Ne kadinlar sevdim zaten yoktular
Böyle bir sevmek görülmemistir.
----------
ÜÇÜNCÜ ŞAHSIN ŞİİRİ
Gözlerin gözlerime degince,
felaketim olurdu aglardim.
Beni sevmiyordun bilirdim,
bir sevdigin vardi duyardim.
Çöp gibi bir oglan ipince,
hayirsizin biriydi fikrimce.
Ne vakit karsimda görsem,
öldürecegimden korkardim,
felaketim olurdu aglardim.
Ne vakit Maçka'dan geçsem,
limanda hep gemiler olurdu.
Agaçlar kus gibi gülerdi,
bir rüzgar aklimi alirdi.
Sessizce bir cigara yakardin,
parmaklarimin ucunu yakardin,
kirpiklerini egerdin bakardin.
Üsürdüm içim ürperirdi,
felaketim olurdu aglardim.
Aksamlar bir roman gibi biterdi.
Jezabel kan içinde yatardi.
Limandan bir gemi giderdi,
sen kalkip ona giderdin.
Benzin mum gibi giderdin,
sabaha kadar kalirdin.
Hayirsizin biriydi fikrimce,
güldü mü cenazeye benzerdi.
Hele seni kollarina aldi mi;
felaketim olurdu aglardim.
----------
ADIM SONBAHAR
nasıl iş bu
her yanına çiçek yağmış
erik ağacının
ışık içinde yüzüyor
neresinden baksan
gözlerin kamaşır
oysa ben akşam olmuşum
yapraklarım dökülüyor
usul usul
adım sonbahar
BELÂ ÇİÇEĞİ
alsancak garı'na devrildiler
gece garın saati belâ çiçeği
hiçbir şeyin farkında değildiler
kalleş bir titreme aldı erkeği
elleri yırtılmıştı kelepçeliydiler
çantasını karısı taşıyordu
hiç kimse tanımıyordu kimdiler
gece garın saati belâ çiçeği
üçüncü mevki bir vagona bindiler
anlaşıldı erkeğin gideceği
bir şeyden vazgeçmiş gibiydiler
bir türlü karısına bakamıyordu
ayaküstü birer bafra içtiler
gece garın saati belâ çiçeği
şimdiden bir yalnızlık içindeydiler
karanlık gelmişi geleceği
birdenbire sapsarı kesildiler
vagonlar usul usul kımıldıyordu
CİNAYET SAATİ
haliç'te bir vapuru vurdular dört kişi
demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu
dört bıçak çekip vurdular dört kişi
yemyeşil bir ay gökte dağılıyordu
deli cafer ismail tayfur ve şaşı
maktulün onbeş yıllık arkadaşı
üçü kamarot öteki aşçıbaşı
dört bıçak çekip vurdular dört kişi
cinayeti kör bir kayıkçı gördü
ben gördüm kulaklarım gördü
vapur kudurdu kuduz gibi böğürdü
hiç biriniz orada yoktunuz
demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu
on üç damla gözyaşını saydım
allahına kitabına sövüp saydım
şafak nabız gibi atıyordu
sarhoştum kasımpaşa'daydım
hiç biriniz orada yoktunuz
haliç'te bir vapuru vurdular dört kişi
polis kaatilleri arıyordu
deli cafer ismail tayfur ve şaşı
üzerime yüklediler bu işi
sarhoştum kasımpaşa'daydım
vapuru onlar vurdu ben vurmadım
cinayeti kör bir kayıkçı gördü
ben vursam kendimi vuracaktım
----------
YAĞMUR KAÇAĞI
elimden tut yoksa düşeceğim
yoksa bir bir yıldızlar düşecek
eğer şairsem beni tanırsan
yağmurdan korktuğumu bilirsen
gözlerim aklına gelirse
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni
geceleri bir çarpıntı duyarsan
telâş telâş yağmurdan kaçıyorum
sarayburnu'ndan geçiyorum
akşamsa eylül'se ıslanmışsam
beni görsen belki anlayamazsın
içlenir gizli gizli ağlarsın
eğer ben yalnızsam yanılmışsam
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni
hepimizin başı sağolsun...türk edebiyatı kan kaybediyor
Atilla Dorsay Robert Wise da öldü demiş...O hesap:(
ayrılık sevdaya dahil
açılmış sarmaşık gülleri kokularıyla baygın
en görkemli saatinde yıldız alacasının
gizli bir yılan gibi yuvarlanmış içimde kader
uzak bir telefonda ağlayan yağmurlu genç kadın
rüzgar uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
mor kıvılcımlar geçiyor dağınık yalnızlığımdan
onu çok arıyorum onu çok arıyorum
heryerimde vücudumun ağır yanık sızıları
bir yerlere yıldırım düşüyorum
ayrılığımızı hisettiğim an demirler eriyor hırsımdan
ay ışığına batmış karabiber ağaçları gümüş tozu
gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar yaseminler unutulmuş
tedirgin gülümser
çünkü ayrılık da sevdaya dahil çünkü ayrılanlar hala sevgili
hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
her an ötekisiyle birlikte herşey onunla ilgili
telaşlı karanlıkta yumuşak yarasalar
gittikçe genişliyen yakılmış ot kokusu
yıldızlar inanılmıyacak bir irilikte
yansımalar tutmuş bütün sahili
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil
çünkü ayrılıklar da sevdaya dahil
çünkü ayrılanlar hala sevgili
yanlızlık hızla alçalan bulutlar karanlık bir ağırlık
hava ağır toprak ağır yaprak ağır
su tozları yağıyor üstümüze
özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır
eflatuna çalar puslu lacivert bir sis kuşattı ormanı
karanlık çöktü denize
yanlızlık çakmak taşı gibi sert elmas gibi keskin
ne yanına dönsen bir yerin kesilir fena kan kaybedersin
kapını bir çalan olmadı mı hele elini bir tutan
bilekleri bembeyaz kuğu boynu parmakları uzun ve ince
sımsıcak bakışları suç ortağı kaçamak gülüşleri gizlice
yalnızların en büyük sorunu tek başına özgürlük ne işe yarayacak
bir türlü çözemedikleri bu ölü bir gezegenin soğuk tenhalığına
benzemesin diye özgürlük mutlaka paylaşılacak suç ortağı bir sevgiliyle
sanmıştık ki ikimiz yeryüzünde ancak birbirimiz için varız
ikimiz sanmıştık ki tek kişilik bir yalnızlığa bile rahatça sığarız
hiç yanılmamışız her an düşüp düşüp kristal bir bardak gibi
tuz parça kırılsak da hala içimizde o yanardağ ağzı
hala kıpkızıl gülümseyen sanki ateşten bir tebessüm zehir zemberek aşkımız
türk edebiyatı yaşayan en büyük ismini yitirdi.türk dili öksüz, türk solu öksüz...
anti emperyalist ve atatürkçü vatanına milletine son derece bağlı insanların neden böyle zamansızlıklarda bizi terkedip gittiğini kaderle bağdaştırmak abes...
ruhun şad olsun üstad..mekanın cennet olsun...
'SOL'un başı sağolsun...
An Gelir Attila İlhan Ölür:((((((((((
en sevdiğim şiiri koptu ardından.. edebiyat-şiir dostlarının başı sağolsun..
BEN SANA MECBURUM
ben sana mecburum bilemezsin
adini mih gibi aklimda tutuyorum
buyudukce buyuyor gozlerin
ben sana mecburum bilemezsin
icimi seninle isitiyorum
agaclar sonbahara hazirlaniyor
bu sehir o eski Istanbul mudur
karanlikta bulutlar parcalaniyor
sokak lambalari birden yaniyor
kaldirimlarda yagmur kokusu
ben sana mecburum sen yoksun
sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
insan bir aksamustu ansizin yorulur
tutsak ustura agzinda yasamaktan
kimi zaman ellerini kirar tutkusu
birkac hayat cikarir yasamasindan
hangi kapiyi calsa kimi zaman
arkasinda yalnizligin hinzir ugultusu
Fatih`te yoksul bir gramofon caliyor
eski zamanlardan bir cuma caliyor
durup kose basinda deliksiz dinlesem
sana kullanilmamis bir gok getirsem
haftalar ellerimde ufalaniyor
ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
ben sana mecburum sen yoksun
belki Haziran`da mavi benekli cocuksun
ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
bir sileb siziyor issiz gozlerinden
belki Yesilkoy`de ucaga biniyorsun
butun islanmissin tuylerin urperiyor
belki korsun kirilmissin telas icindesin
kotu ruzgar saclarini goturuyor
ne vakit bir yasamak dusunsem
bu kurtlar sofrasinda belki zor
ayipsiz fakat ellerimizi kirletmeden
ne vakit bir yasamak dusunsem
sus deyip adinla basliyorum
icimsira kimildiyor gizli denizlerin
hayir baska turlu olmayacak
ben sana mecburum bilemezsin.
Atilla iLHAN