Ankaragücü’nü kendimize göre yazıp buraya yükledikten sonra, aklımıza bir de şu hâtıra gelmiştir… Yıl 1963 olabilecektir; Adana’da askerdik. Bir bayram münâsebetiyle izinli olarak İstanbul’a dönüyorduk. Fakat, direkt İstanbul bileti almamıştık. Ankara’da bir gün kalıp sonra devâm edecektik. Ocak ayının ayazında, bir gecenin sabâhı Ankara’ya böyle inmiştik. Tesâdüf aynı gün bir de Ankaragücü-Galatasaray maçı vardı. Öteye-beriye gidip döndükten sonra maça da gitmiştik. 19 Mayıs stadındaki yerimiz, güneye bakan, güneşe karşı Maraton denen tribünün ortalarındaydı. Bilinen Ankaragüçlüler gibi aşkın ve taşkın bir seyirci olmasak bile, elbette Ankaragücü’nü tutmaktaydık. Takım da iyiydi ha! Sağdan, soldan Galatasaray’ı sıkıştırıyor, hattâ bunaltıyordu. O gün Galatasaray kalesinde Turgay değil de daha genç biri vardı. Adı Erdal mıydı acaba? Bu genç hem iyi oynuyordu, hem de çok şanslıydı. Topu ya tutuyor veyâ top ötesine-berisine, direğe çarpıp kaleye girmiyordu. Ankaragücü’nün her an beklenen gölü bu yüzden bir türlü gelmemekteydi. Beklenti içindeki seyirci iyice bir gerilmişti. Ancak, aslında tamâmen mahkûm oynayan Galatasaray bir gol atmaz mı! Bulunduğumuz yerdekiler hemen tamâmen Ankaragüçlüydüler. Tabiatıyla bu gole fenâ hâlde bozulmuşlar, donup kalmışlardı! Eski Ankaralılar bilirler; Ankaragücü’nün sembol olmuş ünlü bir turşucu taraftârı vardı. Bu kişi, maçlarda elindeki büyük kavanoza doldurduğu hıyar turşularını satardı. Bu çok lezzetli turşulardan birçok kereler biz de yemişizdir. Neyse… Suskunluğa bürünen tribünde meğer Galatasaray’lı bir genç varmış. Bu genç, gol anında değilse bile kısa süre sonra ayağa fılayıp “goooool! ” diye bağırmıştı. Turşucu da tam oralarda bir yerdeydi. Elindeki kavanozu bırakıp gence bir saldırması vardı ki… Doğrusu görülmeye değer bir sahneydi. Yaşıtımız görünen genç, bir yandan “anne” diye bağırıyor, diğer yandan tribün katlarını aşağıya doğru üçer-beşer atlayarak kaçıyordu! Kapıldığı öfkeden neredeyse delirmiş Turşucu, epey kovalamış fakat gene de gence erememişti. Galatasaraylılar, o zamanlar sayıca çok azdılar ve süper insan, süper futbolcu Metin’le yeni-yeni çoğalmaya çalışmaktaydılar. Yâni, tribünde, gencin kendisine sâhip ve arka çıkacak birileri yoktu. Kaçtı ve kurtuldu ama, ya çektiği o korku…
Önce bir düzeltme: Ankaragücü sâdece bir futbol takımı olmayıp, değişik branşlarda faaliyet gösteren bir spor kulübüdür. Buna göre de bir takımı değil, branşlar ve kategoriler sayısınca takımları vardır! Bunu böyle bildirip, geçmişin bir Ankaragücü taraftârı olarak konuya da böyle girelim. Diğer yandan… Bu kulüp, 1955 sonrasında yaşanmış Ankara hâtıralarımızın başlıca unsurudur, diyebiliriz. Yine Ankaragücü, bize elli küsur yıl önce seyrettiğimiz “Beyaz Geceler” filmini hatırlatmaktadır! Senaryosu Fyodor Mihayloviç Dostoyevski’nin aynı isimli romanından alınan iyi işlenmiş bu film; basit, güzel ve sürükleyici konusuyla romanı gibi unutulmazlar arasındaki yerini almıştır. Filmin baş oyuncusu olan delikanlı adam (Fransız Jean Marais) , Rusya’da St.Petersburg'un uzun, kasvetli ve kar-beyaz gecelerinde, kendisi gibi yalnız bir genç kızla (Avusturyalı Maria Schell) karşılaşır. Şehrin cadde, sokak, meydan gibi dış mekânlarında, o kızla dört gece sabahlara kadar dolaşırlar. Birlikte hayâl ve hâtıralarını paylaşırlar, geçici bile olsa acıları unuturlar. Ancak, genç kızın akıl ve gönül derinliğinde, daha önce tanıştığı ve fakat bir süredir haberini alamadığı eski sevgili yatar. Buna rağmen hayat da devâm etmektedir. Delikanlı ve dört günlük arkadaşı genç kız ortak gecelerinde, birbirlerine yaklaşır, yakınlaşırlar. Bu arada geçmişin kötü izlerini silmişlerdir. Ne var ki, dördüncü gece sabaha karşı… İki yeni arkadaş ayak üstü görüşürlerken, karanlığın içinden bir hayâl belirir. Bu, derinliklerde yatan o eski sevgilidir (İtalyan Marcello Mastroianni) . Genç kız, işte o anda, dört günde yakınlaştığı delikanlıdan kopuverir. O kadar ki, herşey sâniyeler içinde olup bitecektir. Delikanlının, üşümesin diye omzuna attığı paltosunu zarif bir şekilde üstünden sıyırıp, her yanı kaplamış karın üstüne bırakır. …ve o dört güzel günü bir anda silerek, kendini eski sevgilinin kollarına bırakır! Liseyi tahsil ettiğimiz Ankara’ya gittiğimizde yıl 1955’ti. Yatılı okuduğumuzdan, anlam olarak kışla benzeri bir mekân içindeydik. Okulda bol zaman bulup, doya-doya oynasak bile; film, tiyatro veyâ maça gitmek için hafta sonlarını iple çekerdik. O yıllar futbol ligleri illerin kendi içinde oynanırdı. Yâni, her ilin kendi çapında bir futbol ligi vardı. Türkiye Futbol Ligleri gâlibâ 1958’de kurulmuştur. İstanbul’da, ilkokulun ilk sınıfında seçip gönül verdiğimiz sportif sevgili Fenerbahçe’ydi. Şu var ki, o artık İstanbul’da kalmıştı. Liglerin devre aralarında özel maçlar için zaman-zaman Ankara’ya misafir gelse de, sonuç olarak gözden uzaktı. Öte yandan, kişilerin, toplum içinde bir şeye taraf olmak, bir gruba âit olmak gibi tutum ve davranışları vardır. Buysa, belki de en çok spor bahsinde görülmektedir. İşte, biz de Ankara’da Ankaragücü’nü böyle tutmuştuk. Ora’da; hatırladığımız Hâcettepe, Gençlerbirliği, Demirspor, Hilâlspor, PTT, Şekerspor, Otoyıldırım’ın yanında, biz O’nu seçmiştik. Ankaragücü Fenerbahçe’yle aynı renklerin kulübüydü. Üstelik, Ankara’nın adını (Bir yerin adını taşıyan kulüpleri hâlâ daha diğerlerine tercih ederiz. Onlara, bu açıdan olsun sempati duyarız. Öyle, adı bir yere bağlı olmayan, nereye çeksen oraya gidecek karavan tipi kulüpler, bu arada belediye kulüpleri bize antipatik düşmüşlerdir!) taşıyordu. En çok taraftar ondaydı. Bir de, doğrusu en iyi oynayanı gene oydu. Bir gün gelmiş, okul bitmişti; bu bizim için Ankara’nın da bittiği anlamına gelmekteydi. Evet, bize artık Ankara’da bitmişti! Şimdi tekrar İstanbul’da olacaktık. Ankaragücü’nü, eski bir sevgili olarak yeri geldikçe anmak üzere gönlümüzün bir yerine gömmüştük. Gömmüştük ama… Meselâ ligde iki şampiyon çıkacak olsa, bu ikincinin onlar olmasını isterdik! İşte böyle. Şimdi… Ankaragücü Birinci Lig’den düşmüş bulunuyor. Buysa, o üstünde dolaşan kara bulutlar ve bilinen gelişmelerden sonra beklenen bir sonuçtur. Dolayısıyla sürpriz olmamıştır. Bugün Ankaragücü düştü; bu akşam Fenerbahçe de yenildi. Öf, öf! ! ! Bizim için iki kere üzüntü!
Esrarım üçlü olsun Hapım bol olsun İçkim şişelerle olsun Tek sevgilim olsun Oda ANKARAGÜCÜM olsun.... Ne vahşetler ne kızılderililer En büyük tehlike ANKARAGÜÇLÜLER
bir tanem ankaragücüm dertlerimin dermanısın içkimin sarhosluğu gecelerin rüyasısın sevenin sevdalısı sevmeyenin belalısı allah bir baskent iki gerisinin
Ankara Gücü Nedemek Tek başına gönülerin kralı aşk sevda yürek damarlarda dolaşan kan demek ankara güçlü olmayan bunu yaşayamaz ankaragücünü yazmaya kelimeler yetersiz aşkın tarifi yok ankara gücünü yaşamak gerek salim erben
evet ben de haymanaliyim ve ölünceye kadar da ankaragücülüyüm bizim sanimiz belli hic kimseden ne korkar nede cekiniriz cünkü biz ankaragücülüyüz ama ne yazik ki üc dört capulcunun eline düsmüs ne yaptiklari beli olmayan bizleri o güzüde külüpten koparmaya calisanlar unutmasinlarki bizler asla böyle tuzaga düsmeyecegiz bu kötü günleri geride birakarak basimiz yine dimdik göklere bakacak ankaragücü futbol olup gönülere akacak. haydi herkesi bu günkü maca davet ediyorum icimde bir volkan var bugün biz fenerbahceyi yenecegiz..... ankara gücüne basarilar dilerim.
ŞAMPİYON TAKIMIN ŞAMPİYON KARDEŞİ
Spor Toto 1’inci Lig’i 2’nci sırada bitirerek doğrudan Süper Lig’e çıkmaya hak kazanmışlardır. Umarım asansör takım olmazlar..
Gene Ankaragücü...
Ankaragücü’nü kendimize göre yazıp buraya yükledikten sonra, aklımıza bir de şu hâtıra gelmiştir…
Yıl 1963 olabilecektir; Adana’da askerdik. Bir bayram münâsebetiyle izinli olarak İstanbul’a dönüyorduk. Fakat, direkt İstanbul bileti almamıştık. Ankara’da bir gün kalıp sonra devâm edecektik. Ocak ayının ayazında, bir gecenin sabâhı Ankara’ya böyle inmiştik. Tesâdüf aynı gün bir de Ankaragücü-Galatasaray maçı vardı. Öteye-beriye gidip döndükten sonra maça da gitmiştik. 19 Mayıs stadındaki yerimiz, güneye bakan, güneşe karşı Maraton denen tribünün ortalarındaydı.
Bilinen Ankaragüçlüler gibi aşkın ve taşkın bir seyirci olmasak bile, elbette Ankaragücü’nü tutmaktaydık. Takım da iyiydi ha! Sağdan, soldan Galatasaray’ı sıkıştırıyor, hattâ bunaltıyordu. O gün Galatasaray kalesinde Turgay değil de daha genç biri vardı. Adı Erdal mıydı acaba? Bu genç hem iyi oynuyordu, hem de çok şanslıydı. Topu ya tutuyor veyâ top ötesine-berisine, direğe çarpıp kaleye girmiyordu. Ankaragücü’nün her an beklenen gölü bu yüzden bir türlü gelmemekteydi. Beklenti içindeki seyirci iyice bir gerilmişti. Ancak, aslında tamâmen mahkûm oynayan Galatasaray bir gol atmaz mı! Bulunduğumuz yerdekiler hemen tamâmen Ankaragüçlüydüler. Tabiatıyla bu gole fenâ hâlde bozulmuşlar, donup kalmışlardı!
Eski Ankaralılar bilirler; Ankaragücü’nün sembol olmuş ünlü bir turşucu taraftârı vardı. Bu kişi, maçlarda elindeki büyük kavanoza doldurduğu hıyar turşularını satardı. Bu çok lezzetli turşulardan birçok kereler biz de yemişizdir. Neyse… Suskunluğa bürünen tribünde meğer Galatasaray’lı bir genç varmış. Bu genç, gol anında değilse bile kısa süre sonra ayağa fılayıp “goooool! ” diye bağırmıştı. Turşucu da tam oralarda bir yerdeydi. Elindeki kavanozu bırakıp gence bir saldırması vardı ki… Doğrusu görülmeye değer bir sahneydi. Yaşıtımız görünen genç, bir yandan “anne” diye bağırıyor, diğer yandan tribün katlarını aşağıya doğru üçer-beşer atlayarak kaçıyordu! Kapıldığı öfkeden neredeyse delirmiş Turşucu, epey kovalamış fakat gene de gence erememişti. Galatasaraylılar, o zamanlar sayıca çok azdılar ve süper insan, süper futbolcu Metin’le yeni-yeni çoğalmaya çalışmaktaydılar. Yâni, tribünde, gencin kendisine sâhip ve arka çıkacak birileri yoktu. Kaçtı ve kurtuldu ama, ya çektiği o korku…
Mete Esin
Ankaragücü diye…
Önce bir düzeltme: Ankaragücü sâdece bir futbol takımı olmayıp, değişik branşlarda faaliyet gösteren bir spor kulübüdür. Buna göre de bir takımı değil, branşlar ve kategoriler sayısınca takımları vardır! Bunu böyle bildirip, geçmişin bir Ankaragücü taraftârı olarak konuya da böyle girelim.
Diğer yandan… Bu kulüp, 1955 sonrasında yaşanmış Ankara hâtıralarımızın başlıca unsurudur, diyebiliriz. Yine Ankaragücü, bize elli küsur yıl önce seyrettiğimiz “Beyaz Geceler” filmini hatırlatmaktadır! Senaryosu Fyodor Mihayloviç Dostoyevski’nin aynı isimli romanından alınan iyi işlenmiş bu film; basit, güzel ve sürükleyici konusuyla romanı gibi unutulmazlar arasındaki yerini almıştır.
Filmin baş oyuncusu olan delikanlı adam (Fransız Jean Marais) , Rusya’da St.Petersburg'un uzun, kasvetli ve kar-beyaz gecelerinde, kendisi gibi yalnız bir genç kızla (Avusturyalı Maria Schell) karşılaşır. Şehrin cadde, sokak, meydan gibi dış mekânlarında, o kızla dört gece sabahlara kadar dolaşırlar. Birlikte hayâl ve hâtıralarını paylaşırlar, geçici bile olsa acıları unuturlar. Ancak, genç kızın akıl ve gönül derinliğinde, daha önce tanıştığı ve fakat bir süredir haberini alamadığı eski sevgili yatar. Buna rağmen hayat da devâm etmektedir. Delikanlı ve dört günlük arkadaşı genç kız ortak gecelerinde, birbirlerine yaklaşır, yakınlaşırlar. Bu arada geçmişin kötü izlerini silmişlerdir. Ne var ki, dördüncü gece sabaha karşı… İki yeni arkadaş ayak üstü görüşürlerken, karanlığın içinden bir hayâl belirir. Bu, derinliklerde yatan o eski sevgilidir (İtalyan Marcello Mastroianni) . Genç kız, işte o anda, dört günde yakınlaştığı delikanlıdan kopuverir. O kadar ki, herşey sâniyeler içinde olup bitecektir. Delikanlının, üşümesin diye omzuna attığı paltosunu zarif bir şekilde üstünden sıyırıp, her yanı kaplamış karın üstüne bırakır. …ve o dört güzel günü bir anda silerek, kendini eski sevgilinin kollarına bırakır!
Liseyi tahsil ettiğimiz Ankara’ya gittiğimizde yıl 1955’ti. Yatılı okuduğumuzdan, anlam olarak kışla benzeri bir mekân içindeydik. Okulda bol zaman bulup, doya-doya oynasak bile; film, tiyatro veyâ maça gitmek için hafta sonlarını iple çekerdik. O yıllar futbol ligleri illerin kendi içinde oynanırdı. Yâni, her ilin kendi çapında bir futbol ligi vardı. Türkiye Futbol Ligleri gâlibâ 1958’de kurulmuştur.
İstanbul’da, ilkokulun ilk sınıfında seçip gönül verdiğimiz sportif sevgili Fenerbahçe’ydi. Şu var ki, o artık İstanbul’da kalmıştı. Liglerin devre aralarında özel maçlar için zaman-zaman Ankara’ya misafir gelse de, sonuç olarak gözden uzaktı. Öte yandan, kişilerin, toplum içinde bir şeye taraf olmak, bir gruba âit olmak gibi tutum ve davranışları vardır. Buysa, belki de en çok spor bahsinde görülmektedir.
İşte, biz de Ankara’da Ankaragücü’nü böyle tutmuştuk. Ora’da; hatırladığımız Hâcettepe, Gençlerbirliği, Demirspor, Hilâlspor, PTT, Şekerspor, Otoyıldırım’ın yanında, biz O’nu seçmiştik. Ankaragücü Fenerbahçe’yle aynı renklerin kulübüydü. Üstelik, Ankara’nın adını (Bir yerin adını taşıyan kulüpleri hâlâ daha diğerlerine tercih ederiz. Onlara, bu açıdan olsun sempati duyarız. Öyle, adı bir yere bağlı olmayan, nereye çeksen oraya gidecek karavan tipi kulüpler, bu arada belediye kulüpleri bize antipatik düşmüşlerdir!) taşıyordu. En çok taraftar ondaydı. Bir de, doğrusu en iyi oynayanı gene oydu.
Bir gün gelmiş, okul bitmişti; bu bizim için Ankara’nın da bittiği anlamına gelmekteydi. Evet, bize artık Ankara’da bitmişti! Şimdi tekrar İstanbul’da olacaktık. Ankaragücü’nü, eski bir sevgili olarak yeri geldikçe anmak üzere gönlümüzün bir yerine gömmüştük. Gömmüştük ama… Meselâ ligde iki şampiyon çıkacak olsa, bu ikincinin onlar olmasını isterdik! İşte böyle.
Şimdi… Ankaragücü Birinci Lig’den düşmüş bulunuyor. Buysa, o üstünde dolaşan kara bulutlar ve bilinen gelişmelerden sonra beklenen bir sonuçtur. Dolayısıyla sürpriz olmamıştır.
Bugün Ankaragücü düştü; bu akşam Fenerbahçe de yenildi. Öf, öf! ! ! Bizim için iki kere üzüntü!
Mete Esin
süper lige layık bi taklım değil şike ile varlar
ankaragücü bana ankaranın gücünü belli ediyor ankaragücünün maçlarını hiç kaçırmam en büyük ankaragücü gecekondu
BİLİNÇLİ SEVGİ HASRET DEMEK[[[[
ANKARA ĞÜCÜ..DEMEK[[***BİLİNÇLİ SEVĞİ [GURURLU AŞK[SAYĞI GÖREN ONURLU MÜCADELE.HEPSİNDEN ÖNEMLİSİ...NEYİ SEVDİĞİNİ BİLMEK DEMEKTİR.O BÜYÜK SEVGİYE SAHİP ÇIKMAKTIR.
Esrarım üçlü olsun
Hapım bol olsun
İçkim şişelerle olsun
Tek sevgilim olsun
Oda ANKARAGÜCÜM olsun....
Ne vahşetler ne kızılderililer
En büyük tehlike ANKARAGÜÇLÜLER
KoySaLar keLLemi ceLLat Önüne..! aNKARA Aşkı BitMez İçimDe.! aZRaiL Bedenim AL Senin oLsun.! YeterKi ZuLada Bir ÜçLü DursuN.!
Sensiz nefes alamam
Yasayamam olurum
Hayattaki tek gucum
Ankaragucum! ! !
bir tanem ankaragücüm dertlerimin dermanısın
içkimin sarhosluğu gecelerin rüyasısın
sevenin sevdalısı sevmeyenin belalısı
allah bir baskent iki gerisinin
ankaragücü bence kimsesi olmayan efsane,,
bursanın öz kardeşi- ankaragücü-bursa elele ligde zelzele yaparlar her zaman...
Ankara GÜCÜ anlatılmaz, gecekondu ile yaşanır, atmosfer sadece kale arkasında hissedilir.
Ankaragücüm ne yaparsa en iyisini yapar,
Her zaman arkandayız,
Ankara Gücü Nedemek
Tek başına gönülerin kralı aşk sevda yürek damarlarda dolaşan kan demek
ankara güçlü olmayan bunu yaşayamaz
ankaragücünü yazmaya kelimeler yetersiz aşkın tarifi yok ankara gücünü yaşamak gerek
salim erben
evet ben de haymanaliyim ve ölünceye kadar da ankaragücülüyüm bizim sanimiz belli hic kimseden ne korkar nede cekiniriz cünkü biz ankaragücülüyüz
ama ne yazik ki üc dört capulcunun eline düsmüs ne yaptiklari beli olmayan bizleri o güzüde külüpten koparmaya calisanlar unutmasinlarki bizler asla böyle tuzaga düsmeyecegiz bu kötü günleri geride birakarak basimiz yine dimdik göklere bakacak ankaragücü futbol olup gönülere akacak. haydi herkesi bu günkü maca
davet ediyorum icimde bir volkan var bugün biz fenerbahceyi yenecegiz.....
ankara gücüne basarilar dilerim.
berlinden
Bu akşam ankaragücüne başarılar diliyoruz...