Bir mart sabahıydı geldik sana cadıyla, gezdik, tozduk, eğlendik, sınava girdik, gezmenin dozunu kaçırıp sabahın ikisinde döndük evimize...ama hep sevdik seni :) sen de bizi...
Bir kez daha anladım ki, hayatın bize sunduklarıyla alakamız yok bizim, daha çok sunulanları nasıl algıladığımızla didişip durmaktadır beynimiz.
Ankara hiç bu kadar mavi gözükmemişti gözüme, daha önce gri şehir diye imlemiştim onu oysa. Ankara hiç bu kadar çoşturmazdı beni, daha önceleri sakin ve durgun gelirdi bana oysa. Ankara hiç bu kadar sevgili gelmemişti, daha önce soğuk bulurdun onu oysa.
Aaaaaaaa.Ankara seni ne çok özledim bir bilsen. bir bilsen nas1l burnumda tüttüünü, ve bunu kimseye anlatamad11m1. Ahhhhhh benim can1m Ankaram birgün mutlaka sana geri döneceim....döneceim çünkü:umutlar1m1, sevgilerimi, asklar1m1, heyecanlar1m1, deliler gibi yürüdüüm o yollar1n1 ve emanet b1rakt11m her_eyimi geri almaya geleceim........bekle beni ANKARAM................................sule
Yaşadıkça alıştıran bir şehir bu alışma normal alışmalardan da değil...Artık Ankara benim fanusum..denizi yok ama insanı var,burda yaşadığım için burda aşık oldum dolayısıyla severim kendisini.
Sisli bir Ankara sabahıydı… Genç kadın derin ve sıcak(!) bir nefes alıp kapının önünde bir an duraksadı…nedense siyah kürklü yakalı paltosunun üst düğmesini iliklemezdi hiç…sıkıntıya girmeyi sevmezdi balıkçı yaka kazakları çok sevmesine rağmen… ^^Hava ayaz mı ayaz ellerim ceplerimde^^….şarkısını düşündü birden..Ankaranın insanın içine işleyen ayazı ona hep bu şarkıyı hatırlatırdı neşeyle bazen…ama şimdi… Neşesi yoktu…
Kararlı bir şekilde elleri boğazındaki son düğmeyi buldu…ve ilikledi…Yapması gereken o kadar şey arasında zaten çekmekte olduğu burnunun başına iş açıp akciğerlere inen bir enfeksiyona yol açmasına izin veremezdi… Herkesi düşündüğü için…kendini de düşündüğünden değil…üşütmemeliydi artık…doktorlar hasta olmazlardı…
Hastanenin merdivenlerini inerken bir kez daha bu şehri hiç sevmediğini düşündü…sisli şehri…Yıldızların binalar arasına gizlendiği ve en açık havalarda bile seçilemediği için hiç alışamayacaktı buraya… Mavi düşler ülkesine, engin denizlere ve altın kumsallara sevdalıydı o çünkü…
Alışılagelmişlerin içinde…hatta belki alışılagelmişi yapan…ama farklı duyumsayacağı bir şeydi onun aradığı…ve bulamadığı… Yalnızdı…
Bu mahkumiyeti kendi istemiş ve yaratmıştı… Çünkü ^^huzur^^ için her şeye değerdi…ve hatta belki de yalnız olmaya bile…
Merdivenleri hızlı adımları inerken yerlerin ıslak olduğunu fark etti…demek ki yağmur yağmıştı…veya kar yağmış…sabaha karşı erimişti.…ne fark ederdi ki…
Soluduğu buz kokulu hava akciğerlerinden çok…yüreğine işliyordu sanki…oysa az önce kısa kollu lacivert formasıyla geziniyordu içeride…hayat ne kadar tezatlarla doluydu…içeride yaz havası…dışarıda ise kara kış hakimdi…
Ürkek adımlarla küçük su göletlerinin üzerinden akrobasik hareketlerle sıçrayarak arabaya ulaşmaya çalıştı…ne kadar sıkılırdı arabayı ısıtma işleminden…sabırsızlığının getirdiği negatiflikle birkaç gaz darbesinden sonra inadına yenilerek çalıştırır…sonra da tam sarı ışıkta gaz debriyaj ayarını yapamadığından dolayı sönen arabayı arkadan gelen boru seslerine aldırmadan umarsızca yeniden çalıştırırdı…soğukkanlı kullanırdı galeyana gelmeyi sevmediği için…çok şükür 11 yıllık şoförlüğü boyunca da büyük çapta bir kaza atlatmamıştı…
Tek başına kahvaltı yapacaktı bu sabah gene..cıvıl cıvıl olabilme ihtimali yüksek olan sıcak yuvalı evleri düşündü…Baba baş köşede oturur bir yandan çayını yudumlayıp omletini ve sosisleri atıştırırken gazetesinin yapraklarını çeviriyordu belki yan evlerden birinde..Anne kendine has dişi kuş havasıyla çocuklarına yiyecek servisi yapıp kahvaltının kusursuz olmasıyla meşgulken..çocuklar da cıvıldaşıyorlardı kimbilir televizyondaki çizgi filme kaçamak bakışlar fırlatarak…
Belki anne kahvaltının üzerine şöyle kısık ateşte pişmiş bir türk kahvesi pişirecek…yanında bir bardak suyla tepsiye koyup…eşinin yanına oturup.. bir eline kahvesini diğer elineyse gazeteyi alacaktı birazdan…
Marketin önünde sağa çekip bir ekmek ve bir gazete aldı… Tevekkülle evin kapısının anahtarını çevirirken yine aynı sözleri düşündü…Whitney Houston özetlemişti onun yerine hislerini…
^^Each day, each day I play the role Her gün...her gün..
of someone, always in control, Her zaman kontrollü olan birinin rolünü oynadım
but at nights, I come home and turn the key. Ama geceleri eve geldiğim ve anahtarı çevirdiğim zaman
There's nobody there, no one cares for me, Orada kimse yok...kimse benimle ilgilenmiyor..
What's the sense, of trying hard to find your dreams Peki...zorla hayallerini bulmaya çalışmanın anlamı ne?
without someone to share it with. Eğer bunları paylaşabileceğin birisi yoksa
Tell me what does it mean. Söyle bana...ne anlamı var? ^^ ………………………………………..
Genç kadın derin bir iç çekerek anahtarı çevirip evin içine girdi….. Kendine kısık ateşte bir türk kahvesi pişirdi... Minik üzerinde kıbrıs hatırası yazan tepsisine yerleştirdi dikkatlice...yanında bir bardak suyla... En güzel kahve fincanını seçerdi hep.. Misafirler için saklamayı sevmezdi birşeyleri... 12 parça yemek setini bile ikinci gün gündeliğe ayırmıştı... Bu dünyada ben zaten misafirken...neden saklayayım ki diye düşünürdü çünkü... Keyif yapmaksaydı gaye.. Yapmalıydı.... Küçük tepsisiyle bilgisayar odasına doğru yürüdü.. Masaya kahvesini yerleştirdi... Bilgisayarı açtı… Ve yazmaya başladı...
nefret ediyorum senden...ama bi tuhaf bi garip bi başka nefret bu.... elime bi akrep alıp önüme gelene sıkmak gibi bi nefret bu... sanırım 5-6 yıl sonra hitlerin yahudilere yaptığının bi benzerini ben yapacam ankaralılara...hitleri okumama,sevmeme,hak vermeme neden olan mezbele...
Gölbasi Ankaranin en tehlikeli ilcesi ama yinede görülmeye deger bir güzellige sahip....
bi dönemler biz ona en kara diyorduk çok şükür şimdi temiz bi havaya sahibiz
Bir mart sabahıydı geldik sana cadıyla, gezdik, tozduk, eğlendik, sınava girdik, gezmenin dozunu kaçırıp sabahın ikisinde döndük evimize...ama hep sevdik seni :) sen de bizi...
şehrim...
Nedense hep demişimdir, ileride orada yaşamak isterim diye. Farklı bir havası var Ankara'nın. Düzen var birkere..... Yaşamasıda keyifli olsa gerekk :)
zaman durdu
bir gurbet olmuşken ANKARA yüreğimde..
ellerim tutuldu sanki dudaklarım kendime kitlendi.
hoşçakal sevgilim..
ankara =) şereflikoçhisar =) tuzgölü =) güneşin batışı ve doğuşu...
Bir kez daha anladım ki, hayatın bize sunduklarıyla alakamız yok bizim, daha çok sunulanları nasıl algıladığımızla didişip durmaktadır beynimiz.
Ankara hiç bu kadar mavi gözükmemişti gözüme, daha önce gri şehir diye imlemiştim onu oysa.
Ankara hiç bu kadar çoşturmazdı beni, daha önceleri sakin ve durgun gelirdi bana oysa.
Ankara hiç bu kadar sevgili gelmemişti, daha önce soğuk bulurdun onu oysa.
Görebilmek ne güzel.
Hamd olsun...........
san1r1m ben ANKARADAN uzakta nefes alam1yorum....
aşti yi görmek de olmasa pek hoş olur ankara ziyaretleri
Ankara ezilmiş bi memleket...sabancının deyimiyle: vah vah da vah vah...
Ocak ayından sonra yerleşmeyi planladıgım Türkiye Cumhuriyetinin Başkenti
Aaaaaaaa.Ankara seni ne çok özledim bir bilsen. bir bilsen nas1l burnumda tüttüünü, ve bunu kimseye anlatamad11m1. Ahhhhhh benim can1m Ankaram birgün mutlaka sana geri döneceim....döneceim çünkü:umutlar1m1, sevgilerimi, asklar1m1, heyecanlar1m1, deliler gibi yürüdüüm o yollar1n1 ve emanet b1rakt11m her_eyimi geri almaya geleceim........bekle beni ANKARAM................................sule
yoksun sen aslında
yalnızım bu kumsalda
neler neler yapıyorsun
bensizken ankarada
Yaşadıkça alıştıran bir şehir bu alışma normal alışmalardan da değil...Artık Ankara benim fanusum..denizi yok ama insanı var,burda yaşadığım için burda aşık oldum dolayısıyla severim kendisini.
Sisli bir Ankara sabahıydı…
Genç kadın derin ve sıcak(!) bir nefes alıp kapının önünde bir an duraksadı…nedense siyah kürklü yakalı paltosunun üst düğmesini iliklemezdi hiç…sıkıntıya girmeyi sevmezdi balıkçı yaka kazakları çok sevmesine rağmen…
^^Hava ayaz mı ayaz ellerim ceplerimde^^….şarkısını düşündü birden..Ankaranın insanın içine işleyen ayazı ona hep bu şarkıyı hatırlatırdı neşeyle bazen…ama şimdi…
Neşesi yoktu…
Kararlı bir şekilde elleri boğazındaki son düğmeyi buldu…ve ilikledi…Yapması gereken o kadar şey arasında zaten çekmekte olduğu burnunun başına iş açıp akciğerlere inen bir enfeksiyona yol açmasına izin veremezdi…
Herkesi düşündüğü için…kendini de düşündüğünden değil…üşütmemeliydi artık…doktorlar hasta olmazlardı…
Hastanenin merdivenlerini inerken bir kez daha bu şehri hiç sevmediğini düşündü…sisli şehri…Yıldızların binalar arasına gizlendiği ve en açık havalarda bile seçilemediği için hiç alışamayacaktı buraya…
Mavi düşler ülkesine, engin denizlere ve altın kumsallara sevdalıydı o çünkü…
Alışılagelmişlerin içinde…hatta belki alışılagelmişi yapan…ama farklı duyumsayacağı bir şeydi onun aradığı…ve bulamadığı…
Yalnızdı…
Bu mahkumiyeti kendi istemiş ve yaratmıştı…
Çünkü ^^huzur^^ için her şeye değerdi…ve hatta belki de yalnız olmaya bile…
Merdivenleri hızlı adımları inerken yerlerin ıslak olduğunu fark etti…demek ki yağmur yağmıştı…veya kar yağmış…sabaha karşı erimişti.…ne fark ederdi ki…
Soluduğu buz kokulu hava akciğerlerinden çok…yüreğine işliyordu sanki…oysa az önce kısa kollu lacivert formasıyla geziniyordu içeride…hayat ne kadar tezatlarla doluydu…içeride yaz havası…dışarıda ise kara kış hakimdi…
Ürkek adımlarla küçük su göletlerinin üzerinden akrobasik hareketlerle sıçrayarak arabaya ulaşmaya çalıştı…ne kadar sıkılırdı arabayı ısıtma işleminden…sabırsızlığının getirdiği negatiflikle birkaç gaz darbesinden sonra inadına yenilerek çalıştırır…sonra da tam sarı ışıkta gaz debriyaj ayarını yapamadığından dolayı sönen arabayı arkadan gelen boru seslerine aldırmadan umarsızca yeniden çalıştırırdı…soğukkanlı kullanırdı galeyana gelmeyi sevmediği için…çok şükür 11 yıllık şoförlüğü boyunca da büyük çapta bir kaza atlatmamıştı…
Tek başına kahvaltı yapacaktı bu sabah gene..cıvıl cıvıl olabilme ihtimali yüksek olan sıcak yuvalı evleri düşündü…Baba baş köşede oturur bir yandan çayını yudumlayıp omletini ve sosisleri atıştırırken gazetesinin yapraklarını çeviriyordu belki yan evlerden birinde..Anne kendine has dişi kuş havasıyla çocuklarına yiyecek servisi yapıp kahvaltının kusursuz olmasıyla meşgulken..çocuklar da cıvıldaşıyorlardı kimbilir televizyondaki çizgi filme kaçamak bakışlar fırlatarak…
Belki anne kahvaltının üzerine şöyle kısık ateşte pişmiş bir türk kahvesi pişirecek…yanında bir bardak suyla tepsiye koyup…eşinin yanına oturup.. bir eline kahvesini diğer elineyse gazeteyi alacaktı birazdan…
Marketin önünde sağa çekip bir ekmek ve bir gazete aldı…
Tevekkülle evin kapısının anahtarını çevirirken yine aynı sözleri düşündü…Whitney Houston özetlemişti onun yerine hislerini…
^^Each day, each day I play the role
Her gün...her gün..
of someone, always in control,
Her zaman kontrollü olan birinin rolünü oynadım
but at nights, I come home and turn the key.
Ama geceleri eve geldiğim ve anahtarı çevirdiğim zaman
There's nobody there, no one cares for me,
Orada kimse yok...kimse benimle ilgilenmiyor..
What's the sense, of trying hard to find your dreams
Peki...zorla hayallerini bulmaya çalışmanın anlamı ne?
without someone to share it with.
Eğer bunları paylaşabileceğin birisi yoksa
Tell me what does it mean.
Söyle bana...ne anlamı var? ^^
………………………………………..
Genç kadın derin bir iç çekerek anahtarı çevirip evin içine girdi…..
Kendine kısık ateşte bir türk kahvesi pişirdi...
Minik üzerinde kıbrıs hatırası yazan tepsisine yerleştirdi dikkatlice...yanında bir bardak suyla...
En güzel kahve fincanını seçerdi hep..
Misafirler için saklamayı sevmezdi birşeyleri...
12 parça yemek setini bile ikinci gün gündeliğe ayırmıştı...
Bu dünyada ben zaten misafirken...neden saklayayım ki diye düşünürdü çünkü...
Keyif yapmaksaydı gaye..
Yapmalıydı....
Küçük tepsisiyle bilgisayar odasına doğru yürüdü..
Masaya kahvesini yerleştirdi...
Bilgisayarı açtı…
Ve yazmaya başladı...
^^Sisli ve yalnız bir Ankara sabahıydı....^^
Eternalflame/14 Aralık 2003
hafta sonu geliyoz fethetmeye...
Çalışmayı istediğim tek şehir..ah birde denizi olsa
Şehrim...
Güvenli, itten kopuktan uzak..
İnsanı temiz, çoğu memur, öğrenci...
Ah bir de denizi olsa...
Ah bir de İ.Melihimiz olmasa...
ah yazııkkk ..sana güzel laflar eden yok mu, kırıldın mı..yaaa ben ederdim ama, bende yalan söyleyememki...
ankaranın taşına bak gözlerimin yaşına bak düşman................
ülkemin başkentidir gençlik parkını görmüştüm yıllar önce birde ulusu birde sadece bir gece vakti mola vermiştik soğuktu hava
ilk görüşte nefret ettim senden..ikinci görüşte neden nefret ettiğim çıktı ortaya..şimdi ise sadece uzaksın ve başkentsin okadar..
dilimde bir gurbet türküsü
gönlümde ankara
lamı cimi yok işte size başkentlerin başkenti
ankara'ya öle yakışırdı ki kar
buz tutardı
tüm resmi yalanlar.
nefret ediyorum senden...ama bi tuhaf bi garip bi başka nefret bu....
elime bi akrep alıp önüme gelene sıkmak gibi bi nefret bu...
sanırım 5-6 yıl sonra hitlerin yahudilere yaptığının bi benzerini ben yapacam ankaralılara...hitleri okumama,sevmeme,hak vermeme neden olan mezbele...
başkent, guzel şehir :)
vuslat ne zaman canımın içi memleketim...
içimden içimden seviyorum seni.
yollArına en sevdiğimiz insanların adını vermediler ama biz her duvara birvesile onların adını yazarak yaşadık...