Kültür Sanat Edebiyat Şiir

ahmet turan alkan sizce ne demek, ahmet turan alkan size neyi çağrıştırıyor?

ahmet turan alkan terimi Tarhan Tekelioglu tarafından tarihinde eklendi

  • Tarık Öztürk
    Tarık Öztürk

    Yazar. Akademisyen. Köşe yazarı.

    Ahmet Turan Alkan bir ara Aktüel Dergisi'nde yazmış, şimdilerde Zaman Gazetesi'nde, Aksiyon, Eğitim Bilim Derdilerinde yazan kendi branşının yanında edebiyata ve tarihe derin vukufiyeti olan bir edebi şahsiyettir.
    Sözkonusu zat sosyal, siyasi, aktüel konuları mizahi bir üslupla ele alan, o meselelere edebi bir kimlik ve tat kazandıran, okuru sıkmaktan uzak yazılar kaleme alan (Hele Recai Güllapdan müstear ismiyle yazdığı yazılarında bunu daha üst bir boyutta müşahede edebilirsiniz.) usta bir kalemşördür.
    13 Temmuz 2003' Zaman Gazetesi Turkuaz Eki'ndeki yazısını okuyunca bana hak vereceğize dair derin bir ümidim var:
    Mangal!




    “Ölüler zanneder ki diriler hep helva yiyor” vecizesini severim; doğrulanmasına imkân bulunmayan bir lâftır ama suizann dediğimiz birtakım önyargıların asılsızlığını anlatmak için her zaman işe yarayan, kullanışlı bir atalar sözü. “E, şimdi nereden icab etti” diyeceksiniz; efendim, havalar ısınalı beri pazar günlerini bir nevi tatlı aile mahkumiyeti cenderesinde geçirmekte olduğumdan hanginizin haberi olabilir ki? Vakit öğle sularını geçince bizim evde, “çay kaşıklarını unutmayalım, geçen hafta perişan olmuştuk... bidona su koydunuz mu, limon da alalım belki canımız limonata ister” lâfları havada uçuşmaya başlıyor. Mızıkçılık edip, “ben biraz televizyon karşısında uyusam vaktimi daha iyi değerlendirmiş olurum” mütalâalarına dalsam salvo başlıyor; “biraz temiz hava alsak kötü mü olur, elâlem kırlara bayırlara çıkarken biz bütün hafta evde...”

    Lâfın kısası, tam beş haftadan beri mâ–aile –üstelik aynı mevkie– mesireye çıkıyoruz efendim; eskiden mesire denirdi, şimdi İngilizcesi câridir: “Picnic”. Sözlüğe baktım, harika bir karşılık bulmuşlar: Piknik yapmak! Türkçeleşmiş Türkçe budur işte!

    Herkesin büyük zevk aldığı bu kolektif pazar âyininde oyunbozanlık etmek için kendimce bütün “entel ve gıcık” tedbirleri alıyorum: Yük taşımayı reddediyor, çeşmeden su getirmiyor, salata işlerine karışmıyor, tâbir caizse bir gölgeliğe mevzilenip yanıma aldığım en okunmaz kitapların içine gömülerek nefsime eziyet ediyorum. Aslında karizmayı biraz çizdirmek pahasına, bulabildikleri en küçük boşluklarda bile yaşına başına bakmadan bacak kadar çocuklarla futbol, voleybol, top sektirmece, yakantop gibi sportif eylemlere katılan, iki dakika sonra dalaklanıp bir köşede yarım saat nefeslenerek sızlayan mafsallarını yatıştırmaya çalışan aile reisleri arasına katılmayı canım çekmiyor değil ama ben inadına kitabı okuyor gibi yapıp, şu ezâ ortamından zevk aldığını zanneden insanımızın pazar davranışlarını kategorize etmeye çalışıyorum.

    Tespit ettiğim ilk olguyu sizlerle paylaşmak isterim.

    Mangal!

    Erkeklerin topu iki cins bana göre; mangalperestler ve semaverperestler. Ben semaverciyim şahsen. Semaverciler, şekil A’da görüldüğü gibi halim–selim, kibar, ince fikirli, derûnî ahenk düşkünü, beslenmede karbonhidrat ağırlıklı şeylere iltifat eden kimselerdir. Mangalcılar ise tam tersi. Tipik Türk erkeğinin anadan doğma “Mangalperest” bir tabiat taşıdığını keşfetmek o kadar zor değil. Bütün mangalcılar iptizal derecesinde kırmızı et düşkünü, bir yerde bulunduklarını ancak kesif ve yağlı meşe kömürü dumanı tüttürerek idrak edebilen tipik Türk erkekleridir. Neredeyse bir ay süren uzun gözlemler neticesinde, mangal başında mukavva parçasıyla duman yelleyen bir Türk’ün varoluşunun en yüksek felsefî noktasına çıktığını hayretle fark etmiş bulunuyorum; hani Uzakdoğu mistiklerinin “Nirvana”sı cinsinden bir vecd ve kemâl hâli bu. Ruhunun bütün fakülteleriyle önündeki mangalın ateşine yoğunlaşarak ızgarada tavuk kanadı çevirip duran bir Türk erkeğinin vaziyeti onun tarih ve toplum içindeki misyonunu timsâlleştiriyor gibidir sanki. Havada, meşe kömürü isiyle karışık ağır bir yağlı et kokusu vardır. Portatif mangal taburesinde Rodin’in “Düşünen Adam” heykelini andıran bir vakarla oturan adam, sol eliyle ateşi yelpazeleyip sağ elindeki maşayla köfteleri, tavuk kanatlarını ve cızbız pirzolalarını şeremet bir ustalıkla çevirip, uygun gördüğü zamanlarda “mangalcı hakkı”ndan bilistifade en nefis parçaları atıştırırken bana hep, bir torba dolusu yetim çocukla bir başına kalmış fedâkar ve genç bir dul annenin, evlâtlarının üzerine kanat germiş esirgeyici halini hatırlatmaktadır.

    Ne alâkası varsa? ..

    Bitmedi, onu asıl mangal sefâsının sonunda izlemek gerekmektedir; bütün etler pişirilip de herkesin doyduğuna emin olduktan sonra mangalcı Türk erkeği, bir eşini ancak nice yıpratıcı taksitlerle sahip olduğu elden düşme arabasını yıkayıp cilalarken gösterdiği ihtimâma benzer bir dikkatle mangalını “demonte” etmeye başlayacaktır. Âyin kutusunun, pardon mangalın bütün parçalarını, sadece o işe yarasın niyetiyle yayınlanmışa benzeyen gazetelerin pazar ilavelerinden kopardığı parçalarla silip temizleyecek, mukavva kutusuna yerleştirirken bir Filatelist pimpirikliği ile ihtimam gösterecek, artakalmış közleri, pet şişenin dibinde kalmış ve şekerli suya dönüşmüş kola artığı ile söndürüp bagajdaki değişmez yerine yerleştirdikten sonra terli şakaklarını fanilasının eteği ile silip elini keyifle göbeğinde şaklatuben şöyle bir etrafa göz gezdirecektir,

    –Ee, biraz yakantop oynayalım mı çocuklar?

    Zannetmeyiniz ki aleyhlerindeyim; hayatı yaşanır, toplulukları çekilir kılan mangalperestlerdir aslında; biz semaverciler, mangalcıların ürettiği pozitif enerjinin sâyesinde ukalâlık etme fırsatı bulabilen ağustos böcekleriyiz sadece.

    Semaver iyidir hoştur ama tek başına karın doyurmaz; hazretin mangaldan sonra tutuşturulanı makbuldür!

    Zannedilmesin ki yazıları her zaman bu üslupda daha çok dinlencelik pazar yazıları türünde. Okuyanları iyi bilirler ki tarihe, edebiyata, siyasete, aktüaliteye olan derin hakimiyetini konuşturduğu yazıları da çok fazlasıyla mevcuttur.

  • Tarık Öztürk
    Tarık Öztürk

    Yazar.

  • Kagan
    Kagan

    Bir nesir ustası... Günümüzde ayaklar altına alınan güzel dilimizin nadir bekçilerinden... Bu dile nefes aldırabilen bir kaç yazardan birisi...

  • Tarhan Tekelioglu
    Tarhan Tekelioglu

    eskiden recai güllabdan adi ile de satirik yazilar yaziyordu..
    zaman bu okuyucularin bu tadi almalarini kiskandi v onu yok etti...

  • Tarhan Tekelioglu
    Tarhan Tekelioglu

    A. TURAN ALKAN [email protected]
    ‘Çağdaş’ yatak odası takımı!

    İlk başta, “demodeliğin modası geçer mi” gibi saçma görünen bir suale verilecek cevap “moda” ile “demode” kavramlarına verdiğimiz anlamla ilgili olabilir, bir de içinde bulunduğunuz yaşla. Bana göre bir ibadet vecdi veya bir tazelenme heyecanıyla modayı takip edenler, aslında modası hiç geçmeyen bir şey bulabilmek için arayış halinde olmalılar.



    “Alçağa akar sular, pây–ı hûma düş mest ol” diyen şair de böyle bir sükûnet noktasını işaret ediyor belki de. Kemâl çağı dediğimiz vakit, hayata bakışın, daha doğrusu hayat felsefesinin, denize ulaşan bir ırmak gibi sâkin aktığı bir demdir; kabul çağıdır. Belki de insanın, –kendi de dahil– hiçbir şeyi değiştirmeye tâkât yetiremeyeceğini anladığı an. Bu noktadan bakılınca bütün devrimciler çocuk, siz bilemediniz delikanlı görünürler. “Neyi aradığını bilmeyen, ne bulduğunu da bilemez” buyurmuş bir bilge. Demodelikte karar kılınan yer, insanın ne aradığını ve aradığını asla bulamayacağını bildiği zaman mıdır; belki, evet, kesinlikle!

    Bütün hikâyeler, masallar ve romanlar, çevrilmiş ve çevrilecek bütün filmler niçin demodedir ve niçin hep aynı şeye dair olduklarını her defasında hatırlatıyorlar? Yeni olan ne var diye sormalıyız aslında. Moda rüzgârıyla para kazananlara ve bu endüstriden ekmek yiyenlere lâfım yok; tam aksine onlar, hâlâ yeni bir şeyler olabileceği kanaatini yaydıkları için kutlanmayı bile hak ediyorlar. Çocuk ölümü acı, çocuk ölmek güzeldir. Sir William Wallace mıydı, “bazıları hiç yaşamaz ki” diyen? Ölmek için evvela yaşıyor olmak lâzım; şimdi adını hatırlayamadığım, “kaç hayat yaşarsak, o kadar ölürüz” diyen adamın nüktesi Wallace’ı bütünlüyor ve bütün vecizelerin birbirini tamamladığını fark ediyoruz. Yeni bir vecizeyi kim söyleyebilir kim? Delinmedik inci, söylenmedik mânâ mı kalmıştır?

    Öyleyse nasıl oluyor da milyarlaca insan için her biri bir öncekinin aynı ritimde tekrarlanan yeni günlere erişmekte yeni bir lezzet bulabiliyoruz? Moda’nın sırrı buradadır işte. “Non novae sed novae” demiş bir Lâtin; Lâtince’den anlamam, vebâli nakledenin boynuna: “Yeni bir şey değil, yeni bir tarzda anlatmak” demekmiş. Şapkanın ne işe yaradığını bilenler için bütün şapkalar birbirinin aynıdır. Kadim Mısır’ın kadınları, en az bugün yaşayanlar kadar yüz boyamanın ustası idiler.

    Bir televizyon reklamında, “Çağdaş yatak odası takımı” lâfı geçtiğini fark edince aldı beni bir düşünce; zâhir adamcağız, “bunlar eski püskü, tarihin eski devirlerinden kalmış şeyler değil, modern, gıcır gıcır, yepyeni” demek istiyordu galiba. Yatak fikri ne çağdaş, ne de tarihidir; yatak yataktır netice itibariyle. “Çağdaş yatak” terkibi bir dil oyunu; işaret ettiği bir gerçeklik yok. Demek ki dil, mânâyı açan değil gizleyen ve muğlaklaştıran bir görev üstlenmiş. Cumhurbaşkanı da Amasya’da yaptığı konuşmada dilin ve anlamın muğlaklığına kendi çapında katkıda bulunuyor ve konuşmasının bir yerinde “çağdaş anlamda toplanma alışkanlığı”ndan bahsediyor; cümleyi okuyalım en iyisi:

    “Kişileri bir araya getiren, onlara çağdaş anlamda toplanma alışkanlığı kazandırarak, ulusal birliği sağlamayı amaçlayan yapıların kurulmasıyla eski alışkanlıklar terk edilmiş, kitlelerin bilinçlendirilmesine yönelik etkinlikler önem kazanmıştır.”

    “Çağdaş anlamda olmayan toplanma alışkanlığı” nasıl olur diye aldı beni bir düşünce; muhayyilemi ne kadar zorlasam da zihnimde canlandıramıyorum. Çağdışı toplanma alışkanlığı nedir meselâ, mafya celsesi mi, herkesin birbirini pata–küte dövdüğü bir kongre mi, yoksa servisin berbat yapıldığı bir toplantı mı? Çağ kelimesine bu kadar çok mânâ bindirilirse olacağı budur; kavram evvelâ bel verir, sonra çöküp gider. Geriye kalan “çağdaş yatak odası” gibi bir şeydir.

    Nietzsche diyor ki, “Üslûbu düzeltmek, aslında düşünceyi düzeltmekten başka bir şey değildir”. Burada eksikliğini hissettiğimiz şey üslûptan da öte, dilin kendisi, mantığı ve anlam çatısı. Tam da Martin Heidegger’in “Lisan varlığın evidir” dediği yer. Bu dil düşünceyi ve mânâyı taşıyamaz çünkü nirengisi yoktur. Moda fikrine heyecan veren şey bir şeylerin demode olmasıdır; berkemâl olalım derken “kemâl”i kaybetmişiz.

    “Bizim klasiklerimiz yoktur” diyen adama boşuna bühtân etmişiz meğer.



    16.06.2003

  • Esman Yuksel
    Esman Yuksel

    Kendimle çelişme pahasına da olsa dayanamayıp düşüncelerimi yazma arzusu yaktı kavurdu içimi.Öncelikle şunu belirtmekte fayda var ki Pirim Ahmet Turan Alkan kendisini yenileme ve geliştirme hususunda günümüz yazarlarına göre geride değil bi-l akis ileridedir.Kendisinin sahip olduğu üslup gereği hep aynı gibi gelen yaklaşımlar aslında meselelerin özünü ortaya çıkarma gayretinin bir sonucudur.Günümüzde 'mitralyoz' gibi meseleler ardı arkasınca gündeme getirilip duruluyor.Ama sonuca gitmekte, teşbihimi mazur görünüz, kabızlık çekmekteyiz.Böyle olmaktansa çözüme yönelik yaklaşımlar sergileyen 'eski tüfek' olmak bence daha doğru bir yoldur.Gazete yazılarına bu nokta-i nazardan bakacak olursak sanırım izaha çalıştığım mesele daha iyi anlaşılacaktır.

  • Tarhan Tekelioglu
    Tarhan Tekelioglu

    son zamanlarda kalemini sadece basinda oynattigi kadariyla müsahade etmekle yetinen ben de artik, onun kendisinin tekrarlayan bir eski tüfek durumumuna düsmeme mücadelesi vermeye basladigini gördügüm de bir vakia...

  • Deng Xioping
    Deng Xioping

    iyidir hoştur ama boştur..

  • Esman Yuksel
    Esman Yuksel

    Hangi kelimelere sığdırmak mümkün son çağın o eşsiz kalem işçisini...
    İlk kez üniversitede okurken 'ÜÇ Noktanın Söylediği'ile tanıdım O'nu.Beynimde zincirlerle muhafazaya çalıştığım fiki sabitlerim çatlamıştı bu kitapla.Sırasıyla tüm kitaplarını okudum.Her okuyuşumda zincirlerimi kırdım ve iğde kokusunun güzelliğine eş hazlarla yeni baştan görmeye başladım eşyadaki aşkı.Siyah ve beyaz, yenmek ve yenilmek, ala ile ednaya ayarlı aklımgördü ki gri de, beraberlik te, evsat ta bu dünyanın malıymış.
    Bir kaç kez sohbetlerine de katıldım.'Özü sözü bir', yazdıkları kadar naif, yazdıklarından da muzip bir nezaket abidesi...Kara bahtlı Sivas'ımın gerçek mihr-ü mahı.O benim 'Pirim', 'Hocam', 'Hemşehrim'...Fikir dünyamda 'Şemsim'...Ah be Hocam hangi kelimelere sığarsın bilmem ki.Bu acizin aczi kadar büyüksün.
    Fikir beyanında bulunma lutfunu gösteren refik ve refikalarıma haddimi aşarak bir istirhamım olacak.Lutfen Hocam için hazırlanmış bu naif ortamı zati çekişmeleriniz için kullanmayınız.Kimsenin O'nu takdir etmeye mecburiyeti olmadığı gibi hiç kimsenin de Hocamı okumadan ve anlamadan hakkında zan ile hüküm vermeye hakkı ve mecburiyeti yoktur.Kendi deyişiyle'Kategorize etme:Zalimlerden olursun! '
    Bu dostane tavsiye olur ki kalbler kırar, gönüller yıkar ve ben bundan korkarım.Hakkınızı helal etmeniz aciz bendeniz olarak sizden son istirhamım...

  • Tarhan Tekelioglu
    Tarhan Tekelioglu

    risale eski kitablarin kücük parcalarina denirdi.. Bir kitabi ousturulan bir konuya ait bölümler..
    Ahmet turan alkan saedece risaleleri okuyoan degil, kitablarin tamamini deviren bir okuyucuya benziyor..
    risaleden kasit risale-i nur ise,
    onu belki de hayati boyunca hic okumamistir...
    O camia ile ilgilisi, onlarin gazetesinde yazmaktan öte degil..
    ama okuyorsa bu daha iyi...

    Osmanli kültürüne hakim, tarih üzerine doyurucu makaleleri olan birisinin kelime secimindeki becerisini tek bir kitaba borclu oldugunu iddia etmek? ...

  • Mm
    Mm

    risale okuduğundandır...seçtiği kelimeler...

  • Okan Yılmaz
    Okan Yılmaz

    senelerdir ahmet beyi okurum seçtiği kelimeleri çok beğeniyorum hakikaten okuduğunu belli eden aydın ve gazetecilerimizden

    okuduğu kitapların boyu ayakkabılarının ökçesinin boyunu geçmediği halde yazar diye geçinenlerin yanında hele mükemmel...

  • Tarhan Tekelioglu
    Tarhan Tekelioglu

    Türkcenin su an yasayan en güzel kullanicisi yazar desek abartmis olur muyuz?

  • Yunus Emrah Bulut
    Yunus Emrah Bulut

    sivri fikirli, nuktedan bir adam....uslub sahibi oldugu kesin...zaten kac kisi kaldi ki su alemde uslubu olan...sirf bu yonden bile kacirilmamasi gereken bir kisi....yalniz acikca ifade edeyim ben de olaylara bakis acisindaki metodu bir turlu anlayabilmis degilim...

  • Boran
    Boran

    Osmanlı türkçesini nükteperdaz bir tarzda ve kendine yakşır bir asaletle kullanmaya çalışan, altıncı şehri sevdiren, dil işçiliği yapmaktan hazzeden ve hazveren kendisini okumaktan keyif aldığım yazar...

  • Mm
    Mm

    bende birkaç yazısını okudum..açmadı beni...işin kötüsü daha fazla okumak için bir neden bulamayış oluşum...

  • Tarhan Tekelioglu
    Tarhan Tekelioglu

    1954 Sivas doğumlu. İlk ve orta tahsilini Sivas'ta tamamladıktan sonra 1978 yılında SBF'nin İdare ve Siyaset Bölümü'nden mezun oldu. Bu esnada Sivas'ta üç yıl süreyle mahalli matbuatta çalıştı. Çeşitli dergilerin yayınlanmasına katkıda bulundu.1980 yılında askerlik hizmetini Tatvan ilçesinde yedek subay olarak yerine getirdi. Üç yıl serbest çalıştıktan sonra 1985'de Cumhuriyet Üniversitesi'ne girdi.1987'de yüksek lisans eğitimini,1991'de doktora çalışmasını tamamladı.1993'de yardımcı doçentliğe atandı.1994 yılında Cumhuriyet Üniversitesi bünyesinde kurulan İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesi'ne geçti ve halen bu fakültede görev yapmaktadır. Evli ve iki çocuk babasıdır. Muhtelif dergilerde (Türkiye Günlüğü, Tarih ve Toplum, Dergâh, Türk Edebiyatı, Yeni Türkiye, vb.) yayınlanmış yazıları vardır. Kitap şeklinde yayınlanmış sekiz çalışması bulunmaktadır.

    Yayımlanmış kitapları: 1- Ubeydullah Efendi'nin Amerika Hatıraları, İletişim Yayınları, İstanbul,1989 (2. baskı) ,2-Altıncı Şehir, Ötüken Yayınları, İstanbul,1992, (3. baskı) ,
    3- Birinci Meşrutiyet Devrinde Ordu ve Siyaset, Cedit Yayınları, Ankara,1993, (Doktora tezi) ,4- İstiklâl Mahkemeleri, Ağaç (Alternatif Üniversite) Yayınları, İstanbul,1993,5- Doğu ve Batı Karşısında Cemil Meriç, Akçay Yayınları, Ankara,1994, (Yüksek lisans tezi) ,
    6- Üç Noktanın Söylediği, İnsan Yayınevi, İstanbul,1994 (2. baskı) ,7- Ateş Tecrübeleri, Ötüken Yayınevi, İstanbul,1996,8-Yatağına Kırgın Irmaklar, Ötüken Yay., İstanbul,1997.