Ahmet haşim:şiire haşmet katan şairlerimizdendir.sembolerle anlatır nesneyi çevreyi.insanı merdiven şiirinde ilk okuduğum çoçukluk yılarında Türk şiirini bana sevdiren bir aheng vardı.Türk şiirinde sebol olmuştur.........
galatasaray lisesinde esmer olmanın ezikliğini hissettiren kavruk tenli arap. aynalardan çirkin şarkılar dinleyen, bedeni babasıyal, ruhu rahmetli annesiyle dolaşan gezgin. kadın sıcaklığını hissedememiş bir kemtalih. aşırı duygusal aşırı kaliteli bir gönül adamı. oysa indirseydi seviyeyi, kimse ona yalnızlıkalrın adamı demezdi. melali anlamayana aşina olmayan mahzun adam. ve trajik ölümle hayat sahnesinin birinci perdesinden çekilen bir figüran. ama aslında en önemli oyuncusu şiir oyununun.
Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden, Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak, Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak... Sular sarardı... yüzün perde perde solmakta, Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta...
Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller; Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller, Sular mI yandı? Neden tunca benziyor mermer? Bu bir lisan-ı hafidir ki ruha dolmakta, Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta...
ahmet haşim'i edebiyat dersleriyle tanıdık..gecelerın karamsar adamı,herşeyin en kötü yanını görmekte üstüne yok..bu yönüyle kendıme benzer görüyorum kendısını,herseyın en kötüsüne hazırlamalı insan kendisini belkıde en doğrusu budur? !
o belde hangi bir kıt'a-yı muhayyelde? hangi bir nehr-i dûr ile mahdud? bir yalan yer midir? veya mevcud, fakat bulunmayacak bir melaz-ı hülya mı? bilmem. yalnız bildiğim sen ve ben ve mai deniz ve bu akşam ki eyliyor tahziz ben etvar-ı hüzn-ü ilhamı, uzak ve mai gölgeli bir beldeden cüda kalarak bu nefy ü hicre müebbed bu yerde mahkumuz
Şafakta............................... Dönsek mi bu aşkın şafağından, Gitsek mi ekaalîm-i leyâle? Bizden daha evvel erişenler, Ağlar bugün, evvelki hayale... ........................................ Dönmek mi? Ne mümkün geri dönmek, Düştüyse gönüller bu melâle? Bir eldir ufuklardan uzanmış, Zulmet bizi çekmekte visâle... (Ahmet Haşim)
Ahmet Haşim şiirlerini yazarken semboller kullanır.Bu semboler şiirlerinde çok derin anlamlar oluşturur.Herkese tavsiye ederim onun şiirlerini.Şiirlerinde insanı başka alemlere götürüyor.
İstanbul’u yenileştiren ve yerlisini şaşırtan istilaların en gizlisi ve en tesirlisi yabancı saatlerin hayatımıza girişi oldu...”Saat”ten kasdımız, zamanı ölçen alet değil, fakat bizzat zamandır...Eskiden kendimize göre yaşayışımız, düşünüşümüz, giyinişimiz ve kendimize göre dinden,ırktan ve an’aneden hayat alan bir zevkimiz olduğu gibi, bu üslub-ı hayata göre de 'saat'lerimiz ve 'gün'lerimiz vardı... Müslüman gününün başlangıcını şafağın parıltıları ve nihayetini akşamın ziyaları tayin ederdi... Madenden sağlam kapaklar altında mahfuz tutulan eski masum saatlerin yelkovanları yorgun böcek ayakları tarzında, güneşin sema üzerindeki seyriyle az çok münasebetdar bir hesaba tebaan, minenin rakamları üzerinde yürürler ve sahiplerini, zamandan takribi bir sıhhatle haberdar ederlerdi...Zaman namütenahi bahçe ve saatler orada açar, gah sağa, gah sola mail, güneşten rengarenk çiçeklerdi... Ecnebi saati iptilasından evvel bu iklimde, iki ucu gecelerin karanlığıyla simsiyah olan ve sırtı, mühtelif evkatın kırmızı, sarı ve lacivert ateşleriyle yol yol boyalı, azim bir canavar halinde, bir gece yarısından diğer bir geceyarısına kadar uzanan yirmidört saatlik 'gün' tanılmazdı... Ziyada başlayıp ziyada biten, on iki saatlik,kısa, hafif, yaşanması kolay bir günümüz vardı... Müslümanın mesut olduğu günler, işte bu günlerdi; şerefli günlerin vakayiini bu saatlerle ölçtüler... Gerçi, feleki hesabata göre bu 'saat' iptidai ve hatalı bir saatti, fakat bu saat, hatıralatın kudsi saatiydi... Zevali saatin adat ve muamelatımızda kabulü ve ezani saatin geri safa düşüp camilere, türbelere ve muvakkıthanelere bırakılmış metruk bir 'eski saat' haline gelişi, hayatı tarz-ı rüyetimiz üzerinde vahim bir tesiri haiz olmamış değildir... Giden saatler babalarımızın öldüğü, annelerimizin evlendiği, bizim doğduğumuz, kervanların hareket ettiği ve orduların düşman şehirlerine girdiği saatlerdi... Bunlar, hayatı etrafımızda serbest bırakan geniş lakayt dostlardı...Gelen yabancılar ise hayatımızı bozup onu meçhul bir düstura göre yeniden tanzim ettiler ve ruhlarımız için onu tanılmaz bir hale getirdiler... Yeni “ölçü” bir zelzele gibi,zaman manzaralarını etrafımızda zir ü zeber ederek eski 'gün'ün bütün sedlerini harap etti ve geceyi gündüze katarak saadeti az, meşakkati çok, uzun,bulanık renkte bir yeni “gün” vücuda getirdi... Bu müslümanın eski mesut günü değil; bedmestleri, evsizleri, hırsızları ve katilleri çok ve yeraltında mümkün olduğu kadar fazla çalıştırılacak köleleri sayısız olan büyük medeniyetlerin acı ve nihayetsiz günüdür.... Unutulan eski saatler içinde eksikliği en ziyade hasretle tahattur edilen saat akşamın onikisidir... Artık “oniki” solgun yeşil sema altında, ilk yıldıza karşı müezzinin müslümanlara hitap ettiği, sokakların lacivert bir sisle kapandığı, ışıkların yandığı, sinilerin kurulduğu ve yarasaların mahzenlerden çıkıp uçuştuğu o müessir ve titrek saat değildir... Akşam telakkisinden koparak, gah öğlenin hararetinde, gah gece yarılarının karanlığında mevhum bir zamanı bildiren bu saat, şimdi hayatımızda renksiz ve şaşkın bir noktadır... Yeni saat, müslüman akşamının mahzun ve muşaşa dakikasını dağıttığı gibi, yirmidört saatlik yabancı “gün”ün getirdiği maişet şekli de bizi fecir aleminden mehcur bıraktı...Başka memleketlerde fecri yalnız kırdan şehre sebze ve meyve getirenlerin ahmak gözleriyle muztariplerin şişkin kapaklar içinden bakan kırmızı ve perişan gözleri tanır... Bu zavallılar için fecrin parıltıları, yeniden boyuna geçirilecek olan hayat ipinin kanlı ilmeğini aydınlatan bir ziyadır... Halbuki fecir saati,müslüman için rüyasız bir uykunun nihayeti ve yıkanma, ibadet, neşe ve ümidin başlangıcıdır... Müslüman yüzü, kuş sesleri ve çiçek kokuları gibi fecrin en güzel tecellilerindendir... Kubbe ve minareleri o alaca saatte görmemiş olan gözler, taşa en ilahi manayı veren o muhayyirü'l ukul mimariyi anlamış değillerdir... Esmer camiler, fecirden itibaren semavi bir altın ve semavi bir çini ile kaplanır ve İslam ustalarının natamam eserleri o saatte tamamlanır...Bütün mabetler içinde güneşten ilk ziya alan camidir... Bakır oklu minareler, güneşi en evvel görmek için havalarda yükselir...Şimdi heyhat, eski 'saat'le beraber akşam da, fecir de bitti... Birçoklarımız için fecir, artık gecedir ve birçoklarımızı güneş, yeni ve acayip bir uykunun ateşlerinden, eller kilitli, ağız çarpılmış, bacaklar bozuk çarşaflara dolaşmış, kıvranırken buluyor...Artık geç uyanıyoruz... Çünkü hayatımıza sokulan yeni ve fena günün eşiğinde çömelmiş, kin, arzu, hırs ve haset sürülerinin bizi ateş saçan gözlerle beklediğini biliyoruz... Artık fecri yalnız kümeslerimizdeki dargın ve mağrur horozlara bıraktık... Şimdi müslüman evindeki saat, başka bir alemin vakitlerini gösterir gibi, bizim için gece olan saatleri gündüz ve gündüz olan saatleri gece renginde gösteriyor... Çölde yolunu şaşıranlar gibi biz şimdi zaman içinde kaybolmuş kimseleriz...
ahmet haşim çirkin olduğunu düşündüğü için hep gizli kalmıştır.Sembolik şiir akımının başını çeker.En ünlü şiiri olan merdiveni herkesin okumasını isterim.Bu şiiri annesi için yazmıştır.......
çirkin değildir de..çiçek bozuğu bir yüze sahiptir..ve kendisini çirkin bulmaktadır..sevdiği kadının onu bu suretiyle sevmeyeceği,beğenmeyeceği korkusuyla cesaret edip de karşısına çıkıp ilan-ı aşk edemez bir türlü..sadece geceleri uzaktan uzağa izler gönlünün Leylâsını... ..ve işte yüreğinin nar gibi ezilmesi sonucunda bu güzel şiirleri bize kalandır Ahmet Haşim'den..
..ne hazin..; (
* bizim takdir edeceğimiz şiirlerinin yerine varabilseydi o da Leylâsına ah..ama takdir-i ilahi..vardır bir hikmeti..
ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak... sular sarardı... Yüzün perde perde solmakta kızıl havâları seyret ki akşam olmakta... eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer? bu bir lisân-ı hafidir ki rûha dolmakta kızıl havâları seyret ki akşam olmakta...
ahmet haşimin şair yönü bi kenara.. ben fiziksel özelliğiyle ilgili bişeyler laflamak istiyorum.. ahmet haşim aşırı çirkin bir adamdı.. gündüzleri hiç bir yerde görülmediği söylenir.. geceleri çıkıp denize şiirler okurmuş.. kelimenin güzelliği bile kudurtamıyarak denizi.. bunu mahcup kılarmış.. falanmış filanmış diyorum...
Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,
Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak...
Sular sarardı... yüzün perde perde solmakta,
Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta...
Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller;
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller,
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?
Bu bir lisân-ı hafîdir ki ruha dolmakta,
Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta...
beğenerek okuduğum önemli bir şair..
Ayrıca bkz. 'Melali anlamayan nesle aşina değiliz.'
Çok ilginç bir şair. Şiirinde müzikalite had safhada...
Yollar
ki gider ebedi tehi kimsesiz
Yollar ki hep
Birer hatt-ı pür-sükut oldular,
akşamın sine-i gubarında.
Fecr-i Ati topluluğunda doğru düzgün eser veren tak sanatçı. Karamsar, karamsar, karamsar...
Ahmet haşim:şiire haşmet katan şairlerimizdendir.sembolerle anlatır nesneyi çevreyi.insanı merdiven şiirinde ilk okuduğum çoçukluk yılarında Türk şiirini bana sevdiren bir aheng vardı.Türk şiirinde sebol olmuştur.........
galatasaray lisesinde esmer olmanın ezikliğini hissettiren kavruk tenli arap. aynalardan çirkin şarkılar dinleyen, bedeni babasıyal, ruhu rahmetli annesiyle dolaşan gezgin. kadın sıcaklığını hissedememiş bir kemtalih. aşırı duygusal aşırı kaliteli bir gönül adamı. oysa indirseydi seviyeyi, kimse ona yalnızlıkalrın adamı demezdi. melali anlamayana aşina olmayan mahzun adam. ve trajik ölümle hayat sahnesinin birinci perdesinden çekilen bir figüran. ama aslında en önemli oyuncusu şiir oyununun.
en cok hayat hikayesini ilginc bulmusumdur...
yalnızlıgı... insanlardan kacısı...
kadınlardan kacısı..
vs vs...
yalnızlıkların vede yalnızların adamı
Ahmet Haşim; o yalnızlıkların adamı, gün batımını seven, şiirlerinin çoğunda 'akşam' temasını işleyen..
Üstadın en çok ' Merdiven' isimli şiirini seviyorum..Yorumlamaksa tarifsiz bir duygu.
ahmet haşim demek yalnızlık demek...melakolik demek....anne özlemi demek...insanlardan kaçmak demek...yaratılışınıı sevmemek demek...
Şairlerin en garibi demiştin kendine...
Ve çok oldu sen yoksun.. Bugün senden sonra şairlerin en garibi ben oldum ahmet haşim ben...
Merdiven / Ahmet Haşim
Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden, Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak, Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak... Sular sarardı... yüzün perde perde solmakta, Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta...
Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller; Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller, Sular mI yandı? Neden tunca benziyor mermer? Bu bir lisan-ı hafidir ki ruha dolmakta, Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta...
ahmet haşim demek yalnızlık demek...melakolik demek....anne özlemi demek...insanlardan kaçmak demek...yaratılışınıı sevmemek demek...
ahmet haşim'i edebiyat dersleriyle tanıdık..gecelerın karamsar adamı,herşeyin en kötü yanını görmekte üstüne yok..bu yönüyle kendıme benzer görüyorum kendısını,herseyın en kötüsüne hazırlamalı insan kendisini belkıde en doğrusu budur? !
o belde
hangi bir kıt'a-yı muhayyelde?
hangi bir nehr-i dûr ile mahdud?
bir yalan yer midir? veya mevcud,
fakat bulunmayacak bir melaz-ı hülya mı?
bilmem. yalnız
bildiğim sen ve ben ve mai deniz
ve bu akşam ki eyliyor tahziz
ben etvar-ı hüzn-ü ilhamı,
uzak
ve mai gölgeli bir beldeden cüda kalarak
bu nefy ü hicre müebbed bu yerde mahkumuz
ahmet haşimin şiirlerinin soyutluk ve somutluk bakımından incelenmesi ödevim
Şafakta...............................
Dönsek mi bu aşkın şafağından,
Gitsek mi ekaalîm-i leyâle?
Bizden daha evvel erişenler,
Ağlar bugün, evvelki hayale...
........................................
Dönmek mi? Ne mümkün geri dönmek,
Düştüyse gönüller bu melâle?
Bir eldir ufuklardan uzanmış,
Zulmet bizi çekmekte visâle...
(Ahmet Haşim)
Ahmet Haşim şiirlerini yazarken semboller kullanır.Bu semboler şiirlerinde çok derin anlamlar oluşturur.Herkese tavsiye ederim onun şiirlerini.Şiirlerinde insanı başka alemlere götürüyor.
melali anlamayan nesle aşina değiliz....
MÜSLÜMAN SAATİ
İstanbul’u yenileştiren ve yerlisini şaşırtan istilaların en gizlisi ve en tesirlisi yabancı saatlerin hayatımıza girişi oldu...”Saat”ten kasdımız, zamanı ölçen alet değil, fakat bizzat zamandır...Eskiden kendimize göre yaşayışımız, düşünüşümüz, giyinişimiz ve kendimize göre dinden,ırktan ve an’aneden hayat alan bir zevkimiz olduğu gibi, bu üslub-ı hayata göre de 'saat'lerimiz ve 'gün'lerimiz vardı... Müslüman gününün başlangıcını şafağın parıltıları ve nihayetini akşamın ziyaları tayin ederdi... Madenden sağlam kapaklar altında mahfuz tutulan eski masum saatlerin yelkovanları yorgun böcek ayakları tarzında, güneşin sema üzerindeki seyriyle az çok münasebetdar bir hesaba tebaan, minenin rakamları üzerinde yürürler ve sahiplerini, zamandan takribi bir sıhhatle haberdar ederlerdi...Zaman namütenahi bahçe ve saatler orada açar, gah sağa, gah sola mail, güneşten rengarenk çiçeklerdi... Ecnebi saati iptilasından evvel bu iklimde, iki ucu gecelerin karanlığıyla simsiyah olan ve sırtı, mühtelif evkatın kırmızı, sarı ve lacivert ateşleriyle yol yol boyalı, azim bir canavar halinde, bir gece yarısından diğer bir geceyarısına kadar uzanan yirmidört saatlik 'gün' tanılmazdı... Ziyada başlayıp ziyada biten, on iki saatlik,kısa, hafif, yaşanması kolay bir günümüz vardı... Müslümanın mesut olduğu günler, işte bu günlerdi; şerefli günlerin vakayiini bu saatlerle ölçtüler... Gerçi, feleki hesabata göre bu 'saat' iptidai ve hatalı bir saatti, fakat bu saat, hatıralatın kudsi saatiydi... Zevali saatin adat ve muamelatımızda kabulü ve ezani saatin geri safa düşüp camilere, türbelere ve muvakkıthanelere bırakılmış metruk bir 'eski saat' haline gelişi, hayatı tarz-ı rüyetimiz üzerinde vahim bir tesiri haiz olmamış değildir... Giden saatler babalarımızın öldüğü, annelerimizin evlendiği, bizim doğduğumuz, kervanların hareket ettiği ve orduların düşman şehirlerine girdiği saatlerdi... Bunlar, hayatı etrafımızda serbest bırakan geniş lakayt dostlardı...Gelen yabancılar ise hayatımızı bozup onu meçhul bir düstura göre yeniden tanzim ettiler ve ruhlarımız için onu tanılmaz bir hale getirdiler... Yeni “ölçü” bir zelzele gibi,zaman manzaralarını etrafımızda zir ü zeber ederek eski 'gün'ün bütün sedlerini harap etti ve geceyi gündüze katarak saadeti az, meşakkati çok, uzun,bulanık renkte bir yeni “gün” vücuda getirdi... Bu müslümanın eski mesut günü değil; bedmestleri, evsizleri, hırsızları ve katilleri çok ve yeraltında mümkün olduğu kadar fazla çalıştırılacak köleleri sayısız olan büyük medeniyetlerin acı ve nihayetsiz günüdür.... Unutulan eski saatler içinde eksikliği en ziyade hasretle tahattur edilen saat akşamın onikisidir... Artık “oniki” solgun yeşil sema altında, ilk yıldıza karşı müezzinin müslümanlara hitap ettiği, sokakların lacivert bir sisle kapandığı, ışıkların yandığı, sinilerin kurulduğu ve yarasaların mahzenlerden çıkıp uçuştuğu o müessir ve titrek saat değildir... Akşam telakkisinden koparak, gah öğlenin hararetinde, gah gece yarılarının karanlığında mevhum bir zamanı bildiren bu saat, şimdi hayatımızda renksiz ve şaşkın bir noktadır... Yeni saat, müslüman akşamının mahzun ve muşaşa dakikasını dağıttığı gibi, yirmidört saatlik yabancı “gün”ün getirdiği maişet şekli de bizi fecir aleminden mehcur bıraktı...Başka memleketlerde fecri yalnız kırdan şehre sebze ve meyve getirenlerin ahmak gözleriyle muztariplerin şişkin kapaklar içinden bakan kırmızı ve perişan gözleri tanır... Bu zavallılar için fecrin parıltıları, yeniden boyuna geçirilecek olan hayat ipinin kanlı ilmeğini aydınlatan bir ziyadır... Halbuki fecir saati,müslüman için rüyasız bir uykunun nihayeti ve yıkanma, ibadet, neşe ve ümidin başlangıcıdır... Müslüman yüzü, kuş sesleri ve çiçek kokuları gibi fecrin en güzel tecellilerindendir... Kubbe ve minareleri o alaca saatte görmemiş olan gözler, taşa en ilahi manayı veren o muhayyirü'l ukul mimariyi anlamış değillerdir... Esmer camiler, fecirden itibaren semavi bir altın ve semavi bir çini ile kaplanır ve İslam ustalarının natamam eserleri o saatte tamamlanır...Bütün mabetler içinde güneşten ilk ziya alan camidir... Bakır oklu minareler, güneşi en evvel görmek için havalarda yükselir...Şimdi heyhat, eski 'saat'le beraber akşam da, fecir de bitti... Birçoklarımız için fecir, artık gecedir ve birçoklarımızı güneş, yeni ve acayip bir uykunun ateşlerinden, eller kilitli, ağız çarpılmış, bacaklar bozuk çarşaflara dolaşmış, kıvranırken buluyor...Artık geç uyanıyoruz... Çünkü hayatımıza sokulan yeni ve fena günün eşiğinde çömelmiş, kin, arzu, hırs ve haset sürülerinin bizi ateş saçan gözlerle beklediğini biliyoruz... Artık fecri yalnız kümeslerimizdeki dargın ve mağrur horozlara bıraktık... Şimdi müslüman evindeki saat, başka bir alemin vakitlerini gösterir gibi, bizim için gece olan saatleri gündüz ve gündüz olan saatleri gece renginde gösteriyor... Çölde yolunu şaşıranlar gibi biz şimdi zaman içinde kaybolmuş kimseleriz...
16 Mayıs 1921
kendini çok çirkin hisseden ve bu yüzden gecelere tutkun olan şairdir.çünkü tek geceler ve karanlık ona tutkun olacağını düşünür şair
merdiven
melali anlamayan nesle aşina değiliz..
KARANFİL
Yârin dudağından getirilmiş
Bir katre âlevdir bu karanfil,
Rûhum acısından bunu bildi!
Düştükçe vurulmuş gibi, yer yer,
Kızgın kokusundan kelebekler,
Gönlüm ona pervâne kesildi.
karanlıklar içinde güzellik
ahmet haşim çirkin olduğunu düşündüğü için hep gizli kalmıştır.Sembolik şiir akımının başını çeker.En ünlü şiiri olan merdiveni herkesin okumasını isterim.Bu şiiri annesi için yazmıştır.......
Nasıl istersen öyle dinle, bakın:
Dalların zirvesindeyiz ancak,
Yarı yoldan ziyâde yerden uzak,
Yarı yoldan ziyâde mâha yakın.
AHMET HAŞİM
gündüzleri sevmeyen, geceleri yaşayan güzel insan
çirkin değildir de..çiçek bozuğu bir yüze sahiptir..ve kendisini çirkin bulmaktadır..sevdiği kadının onu bu suretiyle sevmeyeceği,beğenmeyeceği korkusuyla cesaret edip de karşısına çıkıp ilan-ı aşk edemez bir türlü..sadece geceleri uzaktan uzağa izler gönlünün Leylâsını...
..ve işte yüreğinin nar gibi ezilmesi sonucunda bu güzel şiirleri bize kalandır Ahmet Haşim'den..
..ne hazin..; (
* bizim takdir edeceğimiz şiirlerinin yerine varabilseydi o da Leylâsına ah..ama takdir-i ilahi..vardır bir hikmeti..
merdiven
ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak
ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak...
sular sarardı... Yüzün perde perde solmakta
kızıl havâları seyret ki akşam olmakta...
eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller
durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller
sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?
bu bir lisân-ı hafidir ki rûha dolmakta
kızıl havâları seyret ki akşam olmakta...
...
ahmet haşimin şair yönü bi kenara.. ben fiziksel özelliğiyle ilgili bişeyler laflamak istiyorum.. ahmet haşim aşırı çirkin bir adamdı..
gündüzleri hiç bir yerde görülmediği söylenir.. geceleri çıkıp denize
şiirler okurmuş.. kelimenin güzelliği bile kudurtamıyarak denizi.. bunu
mahcup kılarmış.. falanmış filanmış diyorum...
yanan güller..sessiz bir leyl..sulara vuran ayın şavkı...