Yılların bir su misali akışına engel olamıyoruz işte... Zaman azgın bir çağlayan gibi aktıkça akıyor kuytu ırmakların dehlizlerine… Her damla bir daha geri dönmemelicesine kopup gidiyor hayatımızdan… Hiçbir damla aynı taşa değmiyor iki kere… Geçen dakikalar yelkovan ve akreple vedalaşıyor; her biri yorgun adımlarla göğün merdivenlerini yavaş yavaş çıkıyor. Oradan seyre dalıyorlar geleceğin şafağını…
Zamana direnemeyenler zamanın hükmüne ram oluyorlar. Titrek hatıralar gözlerimizde canlanıyor bir bir… Zamanın heybesindekiler bazen gülümsetiyor, bazen de burkuyor yüreklerimizi… Zamanı kuşananlar ona karşı yürümeyi beceremiyorlar bir türlü... Güçlü fırtınalar mevzilerimizi darmadağın ediyor. Düşlerimiz tuzla buz kesiliyor… An geliyor ki Ahmet Hamdi Tanpınar’ın zamana dair sözlerinin enginliğinde buluyoruz kendimizi… Vakti kuşatıyor şairin zamana dair ruhumuzu okşayan sözleri:
“Ne içindeyim zamanın, Ne de büsbütün dışında; Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,”
Dünden kalanlarla hesaplaşıyoruz gecenin kör karanlığında… El ense boğuşmadan sonra yorgun nefeslerle soluyoruz billurlaşan göğün nadide oksijenini… Hücrelerimiz hayat buluyor göğün derinliklerinden gelen damlacıklarla… Kuş gibi hafifliyor dünden arda kalan azade tenimiz… Hayal dünyamızın kapılarını açınca düşler, aylarca zincirde kalmış, bilahare bağı çözülmüş küheylanlar gibi tırmanıyorlar yürek tepelerine… Şekiller can veriyor rüyalarımızda. Hafiflik meydan okuyor yerçekimine. Kurşundan tenler kuştüyü derecesinde kaybediyorlar yerçekiminin ağırlığını… Şair mırıldanıyor dünden arda kalan dizelerini:
“Bir garip rüya rengiyle Uyumuş gibi her şekil, Rüzgârda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil”
Diğer seneler gibi milenyumun altısı da geride kalıyor sayı cetvelinde. 2006’nın altısı düşüyor yere yüzükoyun… Onun boşluğunu dolduruyor ‘yedi’ mahcup bir edayla… Fakat o da yere düşen altı gibi bir gün kendisinin pabucunun da dama atılacağını çok iyi biliyor. Sevinemiyor, tahta geçmenin hazzını yaşayamıyor bir türlü… Geçiyor, geçiyor zaman… Geçtiği yerde ne bulursa silip götürüyor… Sadece hatıraların tortusu kalıyor geriye…
Ne yazık ki farkında değiliz ömrün ufalandığının… Ekonomik ve siyasi krizler, cinayetler, yaralamalar(ki en acısı yürek yaralanmaları) zamanın üstüne yayla dumanı gibi çöküyor. Gözlerimiz görüş mesafesini kaybediyor. Burnumuzun ucu gelişliğinde oluyor zaman ve mekân… Sizler dağılınca görüş mesafemiz tekrar geri dönüyor.
Düz bir çizgide ilerliyor zaman, en tatlı yıllarımıza pusu kuruyor. Buna akrep ve yelkovan da yardım ve yataklık ediyor duvarlarımızın en mutena köşelerinde. En görünür yerde sergiliyorlar yarım kalmış hayatların acıklı dramlarını… Geçmiş ve gelecek bir eksenin iki ucu olarak arz-ı endam ediyorlar vaktin kanayan yerinde…
Milenyumun altısı biraz mahcup, biraz, utangaç düşüyor takvimlerin göbeğinden… Giderken kanlı bir iz bırakıyor geçtiği bütün güzergâha… Filistin’den Irak’a değin bu kan izlerinin izini sürebiliyoruz istemesek de… Bush’ların baş, düşlerin boş olduğu kavruk zaman dilimlerinde geleceğe yine endişe taşıyor saatin tiktakları… Geçmiş ne kadar da benziyor geleceğe… Öyle de gelecek geçmişe… Sahneler değişse de yazarlar ve oyuncular hep aynı… Böyle bir durumda değişenler sadece figüranlar oluyor doğal olarak…
Milenyumun altısı hüzünleniyor takvimlerden uzaklaştıkça… Üzülmesi gerekenler katılaştıkça zaman daha bir tedirginleşiyor. Milenyumun ‘yedi’si yerini alırken insanların zihninde değişime ve dönüşüme dair umutlar yeşermiyor nedense... Çünkü neticenin hayal kırıklıkları olacağını bile bile hayal kurmaktansa gerçeklerin ağırlığı altında ezilmeyi kabulleniyor hayat işçisi insanlar! ... Milenyumun altısı ayrılıyor aramızdan ama ne kendisi, ne de uğurlayanlar bir mana veriyor bu gidişe! ...Hayat yine eski hızında, insafını kaybetmiş bir canavar gibi koşturuyor peşimizden….Bir türlü anlam veremiyoruz bu kötü gidişe! ....Alışılmış olduğu üzere biz ‘hayat’ diyoruz bu işe, gidişe, şe şe şe şe! ....
gecirdiğim en guzel yıl... yazmaya değer bulduğum..ilk adım.. ilk heyecan...hep ilk..ama son!
MİLENYUM’UN ‘ALTI’SI
M.NİHAT MALKOÇ
Yılların bir su misali akışına engel olamıyoruz işte... Zaman azgın bir çağlayan gibi aktıkça akıyor kuytu ırmakların dehlizlerine… Her damla bir daha geri dönmemelicesine kopup gidiyor hayatımızdan… Hiçbir damla aynı taşa değmiyor iki kere… Geçen dakikalar yelkovan ve akreple vedalaşıyor; her biri yorgun adımlarla göğün merdivenlerini yavaş yavaş çıkıyor. Oradan seyre dalıyorlar geleceğin şafağını…
Zamana direnemeyenler zamanın hükmüne ram oluyorlar. Titrek hatıralar gözlerimizde canlanıyor bir bir… Zamanın heybesindekiler bazen gülümsetiyor, bazen de burkuyor yüreklerimizi… Zamanı kuşananlar ona karşı yürümeyi beceremiyorlar bir türlü... Güçlü fırtınalar mevzilerimizi darmadağın ediyor. Düşlerimiz tuzla buz kesiliyor… An geliyor ki Ahmet Hamdi Tanpınar’ın zamana dair sözlerinin enginliğinde buluyoruz kendimizi… Vakti kuşatıyor şairin zamana dair ruhumuzu okşayan sözleri:
“Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare geniş bir anın
Parçalanmış akışında,”
Dünden kalanlarla hesaplaşıyoruz gecenin kör karanlığında… El ense boğuşmadan sonra yorgun nefeslerle soluyoruz billurlaşan göğün nadide oksijenini… Hücrelerimiz hayat buluyor göğün derinliklerinden gelen damlacıklarla… Kuş gibi hafifliyor dünden arda kalan azade tenimiz… Hayal dünyamızın kapılarını açınca düşler, aylarca zincirde kalmış, bilahare bağı çözülmüş küheylanlar gibi tırmanıyorlar yürek tepelerine… Şekiller can veriyor rüyalarımızda. Hafiflik meydan okuyor yerçekimine. Kurşundan tenler kuştüyü derecesinde kaybediyorlar yerçekiminin ağırlığını… Şair mırıldanıyor dünden arda kalan dizelerini:
“Bir garip rüya rengiyle
Uyumuş gibi her şekil,
Rüzgârda uçan tüy bile
Benim kadar hafif değil”
Diğer seneler gibi milenyumun altısı da geride kalıyor sayı cetvelinde. 2006’nın altısı düşüyor yere yüzükoyun… Onun boşluğunu dolduruyor ‘yedi’ mahcup bir edayla… Fakat o da yere düşen altı gibi bir gün kendisinin pabucunun da dama atılacağını çok iyi biliyor. Sevinemiyor, tahta geçmenin hazzını yaşayamıyor bir türlü… Geçiyor, geçiyor zaman… Geçtiği yerde ne bulursa silip götürüyor… Sadece hatıraların tortusu kalıyor geriye…
Ne yazık ki farkında değiliz ömrün ufalandığının… Ekonomik ve siyasi krizler, cinayetler, yaralamalar(ki en acısı yürek yaralanmaları) zamanın üstüne yayla dumanı gibi çöküyor. Gözlerimiz görüş mesafesini kaybediyor. Burnumuzun ucu gelişliğinde oluyor zaman ve mekân… Sizler dağılınca görüş mesafemiz tekrar geri dönüyor.
Düz bir çizgide ilerliyor zaman, en tatlı yıllarımıza pusu kuruyor. Buna akrep ve yelkovan da yardım ve yataklık ediyor duvarlarımızın en mutena köşelerinde. En görünür yerde sergiliyorlar yarım kalmış hayatların acıklı dramlarını… Geçmiş ve gelecek bir eksenin iki ucu olarak arz-ı endam ediyorlar vaktin kanayan yerinde…
Milenyumun altısı biraz mahcup, biraz, utangaç düşüyor takvimlerin göbeğinden… Giderken kanlı bir iz bırakıyor geçtiği bütün güzergâha… Filistin’den Irak’a değin bu kan izlerinin izini sürebiliyoruz istemesek de… Bush’ların baş, düşlerin boş olduğu kavruk zaman dilimlerinde geleceğe yine endişe taşıyor saatin tiktakları… Geçmiş ne kadar da benziyor geleceğe… Öyle de gelecek geçmişe… Sahneler değişse de yazarlar ve oyuncular hep aynı… Böyle bir durumda değişenler sadece figüranlar oluyor doğal olarak…
Milenyumun altısı hüzünleniyor takvimlerden uzaklaştıkça… Üzülmesi gerekenler katılaştıkça zaman daha bir tedirginleşiyor. Milenyumun ‘yedi’si yerini alırken insanların zihninde değişime ve dönüşüme dair umutlar yeşermiyor nedense... Çünkü neticenin hayal kırıklıkları olacağını bile bile hayal kurmaktansa gerçeklerin ağırlığı altında ezilmeyi kabulleniyor hayat işçisi insanlar! ... Milenyumun altısı ayrılıyor aramızdan ama ne kendisi, ne de uğurlayanlar bir mana veriyor bu gidişe! ...Hayat yine eski hızında, insafını kaybetmiş bir canavar gibi koşturuyor peşimizden….Bir türlü anlam veremiyoruz bu kötü gidişe! ....Alışılmış olduğu üzere biz ‘hayat’ diyoruz bu işe, gidişe, şe şe şe şe! ....
benim en hareketli yılım oldu.hiç yaşamadığım duyguları yaşadım ilk aydan itibaren..bakalım daha yaşanacak şeyler var.sonumuz hayırlı olur inşallah..
9. aydayız şimdiye kadar pek ii geçmedi benim için,belki son aylar farklı olurr! !
Galatasarayın 16.sampiyonlugu :)))) Şampiyon GS
Yıllardan bir yıl işte...
2006 mutluluk getirsin... Getirmezse koy gitsin... Daha 2007 vaarr.. 2008 vaaaaar.....! ! .. :)))
2006, çift sayı, toplamı 8, yaş etti 24, yıl oldu 2006 gel bize bazı bazı.)
dip not: yeniyıla nasıl girersen öyle geçermiş derler...umarım doğrudur ;))
hepsi aynı farketmez sene işte
2 ile 6 nın arasına giren yuvarlaklar....
bence 2006 da 2005 2004 vs.vs.
hepsi aynı.
bi yıl işte yahu :)
ne acı yaşım büyüyor sanki.. resmen teyze oluyorum :) P hala üniversite sorunu zavallı ben kötü 2006!
2006 benim koza yılım olacak
Benim açımdam çok hareketli bir yıl olacak gibi..
Zarar
milattan sonra ki bir zaman dilimi.)