Geçenlerde Ağaoğlu grubun patronu ulusal bir gazete çıkıp biz 70'li yıllarda kumu denizden,demiri de hurdadan alıyorduk dedi ve hakkında ne bir soruşturma ne bir araştırma hiç bir şey olmadı...İnsan hayatının bu kadar da önemsiz,değersiz olduğu bir ülke de aslında nasıl tehlikelerle karşı karşıyayız...
İnsan hele Türk insanı çabuk unutur, iyiyide kötüyüde.
Hem her yıl 17 ağustosu anmak, depremlere engel olacakmı? Depreme hazır konutlar yapmadığımız gecekondulaşmaya çanak tuttuğumuz müddetçe, daha çok 17 Ağustos'lar yaşar ve daha çok ağlarız biz.
demogojik hareketler bunlar tamamı ile,cettinizi atalarınızı unutmayı kolayca hazmederken; sarılan yarayı deşmek için 17ağustos u anma diye saçmalığı çıkartmışsınız ki acılar unutulmasın ki hep o acıların içinde yaşansın insanlar ağlamaktan gelişemesin,yada herkes ağlasın üzülsün bu saçmalığı çıkartanlar mutlu olsun diye yapılmış saçmalık abidesi olarak gördüğüm bi olay.Demogoji yapmayın geleceğinizi düşünün!
Anmak unutmamak demek....yıl:1999 yıl:2009 daha dün gibi acımız taze...yüreğimiz yanıyor.tüm deprem şehitlerinin aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum. Onları unutmamak ve yaşananları unutturmamak için çabalarımızı sorumlu sivil toplum örgütü sorumluları olarak sürdüreceğiz. Saygılarımla Necmi KOCAMAN GÖLCÜK ARAMA KURTARMA DERNEĞİ (GESOTİM) BAŞKANI
anmak unutmamak demek....yıl:1999 yıl:2008 daha dün gibi acımız taze...yüreğimiz yanıyor.tüm deprem şehitlerinin aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum.
17 AGuSToSuN yıL DönüMüNe Az KaLDı Ve BeNDe 1 GöLcüKLü oLaRaK Ne AnıMSaTTıGıNı YaZiiM SizLeRe; SaDeCe AkLIMa GeLeN BeLeDiYeNiN KoCaMaN Ve DaNDİk VeDe ELeKTRiGi KeSiLDiGi iciN O GeCe 03:02 De DuRaN SaaTi....İnSaNLaR ÇoK CaBuK UnuTuYoR...
hayatının baharını yasamadan giden lütfiye ve daha niceleri..değişen hayatlar,beklentiler,acı,umut,umutsuzluk beraberinde...kenetlenmek ve terkedilmek.zıt olan her sey,ölüm ve yasam.umarım bir daha bunu yasamaz kimse bu kadar ağır...
HAYATIM BOYUNCA BİR ÇOK İNSAN GİBİ BENİMDE UNUTMAYACAĞIM VE HER AKLIMA GELDİKÇE İÇİMİN SIZLADIĞI TARİH.ALLAH TÜM ÖLMÜŞLERE RAHMET EYLESİN.BİZLERDE BU ACIYI TEKRAR YAŞAMAMAK İÇİN BİREY OLARAK ELİMİZDEN NE GELİYORSA YAPALIM.GERÇEK ANLAMDA BİLİNÇLENELİM.ÖLMÜŞLERİMİZİN ARKASINDANDA BUSAATTEN SONRA FATİHAYLA RUHLARINA ULAŞALIM.
Biz! .. 45 saniyelik bir depremde on binlerce evladını, kefensiz, tabutsuz, törensiz, gecenin karanlığına gömmüş Türkiye halkı! ..
O 45 saniyede, 45 yılda öğrenemeyeceğimiz kadar çok şey öğrendik.
O gece anladık; insanları depremin değil, rant hırsıyla göz yumulan bir vahşi betonlaşmanın öldürdüğünü! .. Ve aynı şiddetteki bir depremin, Japonya’da kayıpsız atlatılırken, Türkiye’de neden onbinlerce can aldığını! ...
Cinayeti; “daha az malzeme, daha çok kar” diye diye, binalar, siteler diken ve buna göz yuman sistemin; arsızca verilen, ahlaksızca alınan rüşvetin; sorumsuzca atılan imzanın işlediğini ve bu yanlış gidişte bizim de payımız olduğunu o gece öğrendik! ..
Son nefeslerine kadar kurtarıcı bekleyen kurbanlarımızın ölümleri, doğanın öfkesinden değil, devletin acizliğindendi; bunu asla unutmayacağız!
Ne acıdır ki Türkiye tarihinin en umut verici sivil toplum hareketi, o 45 saniyede doğdu... O korkunç can pazarında, feryatlar, iniltiler arasında biz, dayanışmayı öğrendik... “Yurttaş” olmanın, yardıma koşmanın, hesap sormanın sırrına erdik...
Celp emri beklemeden yardıma koşan gönüllülerden dev gibi bir ordu gibi aktık deprem bölgesine...
“Türk’e Türk’ten başka dost yok” sözünün, düşmanlık pompalayıp iktidar perçinlemek için kullanılan koca bir yalan olduğunu anladık! .. Din, dil, ırk, millet siyaset farklılıklarını aştık... İnsanlık ailesinin olağanüstü dayanışmanın onurunu yaşadık...
Üzerinden bir yıl geçti... Bölgede yaralar hala kanıyor. Deprem riski, hala beton bir kılıç gibi sallanıyor tepemizde... Evlerimiz, muhtemel tabutlarımız gibi görünüyor gözümüze...
17 Ağustos gecesi keşfettiğimiz o yurtaşlık bilincini, o sivil enerjiyi; şimdi hesap sormak, herşeyi yeni baştan kurmak, yaraları sarmak ve yeni depremlerden korunmak için seferber etmek zorundayız.
Yurttaşı örgütlenmeye, devleti göreve çağırıyoruz:
1- Türkiye’nin her yerinde, her mahallede, her köyde, her beldede afete karşı örgütlü ve hazırlıklı olmak zorundayız. Tüm yurttaşları yeni bir deprem için duyarlı olmaya ve mutlaka örgütlenmeye çağırıyoruz.
2- Dünya yüzünde, ölü ve kayıp sayısı bilinmeyen bir başka deprem yoktur. İlgilileri gerççek rakamları açıklamaya çağırıyoruz!
3- Felaketin sorumluları –ama gerçek sorumluları- hakkında ne işlem yapıldı, kimler yargı önüne çıkarıldı, çıkarılmayanlar kimler? Bu konuda da kesin bir açıklama istiyoruz!
4- Afetle ilgili malzeme ve para yardımının miktarı nedir? Sadece gelmiş “Acil Yardım Fonları”nın değil, şu anda harcanmakta olan ve önümüzdeki dönemlerde harcanacak “Yeniden Yapılanma Fonları”nın da kullanım ve denetiminin saydamlaşmasını, yurttaşa hesap verilmesini istiyoruz!
5- Afetzedelerin, hakları ve talepleri konusunda ilgililer ne düşünmektedir? Bu konuda bilgilenmek istiyoruz!
6- Ve son olarak devleti, anayasanın kendisine yüklediği görevi yerine getirmeye; afetlere karşı can ve mal güvenliğimizi sağlamaya çağırıyoruz!
Ve biz o 45 saniye içinde on binlerce evladını gecenin karanlığına gömmüş Türkiye halkı...
16 ve 17 Ağustos günlerinde herkesi karalar giymeye, evine, balkonuna, işyerine kara bayraklar asıp, otomobiline, minibüsüne, otobüsüne kara kurdelalar takmaya ve o felaket gecesini sokakta geçirmeye, kaybettiğimiz canlarımızı anmaya çağırıyoruz! Çünkü acımız büyük... Hiç unutmuyoruz, sorumluları affetmiyoruz!
Bu ülkede yaşayan herkesi, 17 Ağustos gecesi evden çıkarken tüm ışıklarını yakmaya çağırıyoruz! Çünkü sorularımızın yanıtları karanlıkta kalmasın istiyoruz, bize saydam bir aydınlıkta hesap verilsin istiyoruz!
Ve o gece saat tam 03.02’de herkesi, düdüklerini ve benzeri uyarı araçlarını çalmaya çağırıyoruz! Çünkü sesimizi, en sağır kulaklar bile duysun, hala gaflet uykusunda uyuyanlar varsa, artık uyansınlar istiyoruz! Ve hep bir ağızdan tekrarlıyoruz:
UYUMA TÜRKİYE BEN UYUMUYORUM
17 Ağustos Etkinlikleri Çalışma Grubu
17 Ağustos Anma Etkinlikleri Çalışma Grubu’nu oluşturan sivil toplum kuruluşları: Ağ 17 Gönüllüleri, Afete Karşı Sivil Koordinasyon, Avrupa Gençlik Forumu (AEGEE-İstanbul) , Aydınlık İçin Yurttaş Girişimi, Belgesel Sinemacılar Birliği (BSB) , Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) , Dayanışma Gönüllüleri, Dep-Der Koordinasyon Kurulu, Doğa ile Barış Derneği, Gönüllü Arama Kurtarma Dernekleri Ortak Çalışma Grubu, Helsinki Yurttaşlar Derneği, İFSAK, İnsev, İstanbul Tabip Odası Afet Çalışma Grubu, İzmit Kent Kurultayı, Kadınlarla Dayanışma Vakfı, Kuzguncuklular Derneği, Tarih Vakfı, Toplum Sağlığı Vakfı (TOSAV) , Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı (TEGV) , Üniversiteli Gönüllüler Çalışma Grubu, Sosyal – Kültürel Yaşamı Geliştirme Derneği (SKYGD)
onu ben yaşadım. Tabi benle beraber binlerce insan. Anmak demek bana çok basit geliyor. Anma ile insanlar hiçbir zaman geri gelmeyecek bu bir gerçek. Depremi unutmamak ve bundan sonraki doğal felaketlerde neler yapılabileceği çok daha önemli fakat o büyük depremin ardından 5 sene geçti. Bir arpa boyu kadar yol almadık. Sadece ve sadece anmak ile yetindik. Depremin olduğu tarihte ışıkları yakıp yakıp söndürdük. Komik bir anma şekli eee ne de olsa komiklikler ülkesinde yaşıyoruz.
Ofke, ofke, ofke...... o kadar sey hatirlatiyor ki hangisinden baslamali diye dusunuyorum, sabancinin iscilere o durumda dahi isbasi yapmalarini istemesi ve tehditleri... yardimlarin yeterince ulasamamasi... 'dusman(yunan) kani almayiz diyen saglik bakanimiz! ! ... hastaliklar...kizilay gibi kurumunun soyup sogana cevrilmesi... cadirsizlik... kaybolan cocuklar... aci...huzun...ve illa ki ofke... 'nerede bu devlet? ' cigliklari...
Bugün yedi dörtlük Marmara depreminin yıldönümü. Kandilli Rasathanesi 17 Ağustos 1999’dan bu yana ülke çapında 2,5 büyüklüğünün üzerinde 11 bin 351 deprem kaydetmiş.
O kâbus gece hâlâ unutulmadı, on yıllarca da unutulacak değil. Başbakan Erdoğan’ın 17 Ağustos depreminin yıldönümünde Bakanlar Kurulu’nu yarın Sakarya’da toplayacak olması bu açıdan önemli.4 yıl önceki depremde Gölcük ve Adapazarı ile birlikte çevredeki yerleşim yerleri yıkılmış, binlerce insanımız enkaz yığınlarının altında kalmıştı.
Türkiye için ne büyük acıydı. Bugün acılar küllenmeye yüz tuttu, hayat yeniden yeşerdi. Çoluk çocuk, yaşlı genç göçüp gidenlere rahmet okumak için gelin o günleri bir daha hatırlayalım. Deprem gerçeğinin acı yüzüyle bir daha yüzleşelim. Dün gibi hatırlıyorum, depremin hemen ardından Gölcük’e gitmiş ve izlenimleri şöyle yazmıştım:
Sabah. Güneşin ışıkları henüz dünyamıza düşmüş değil. Gün henüz ağarıyor. Yıkıntıların arasında 60 yaşlarında bir amca. Donanma Komutanlığı ana girişinin tam karşısında. Önündeki moloz yığınını elleriyle eşeliyor. Belli ki yaralı kurtulmuş; başı sargılar içinde. Ayakta zor duruyor. Deprem felaketini bu amcanın görüntüsünden okumak mümkün. Evi, ailesi, akıl ve ruh muvazenesi perişan. ‘Ben balkonda yatıyordum. Bina yan yatınca kurtulmam kolay oldu.’ diyor. Kurtulduğuna sevinemiyor. Enkaz yığınını işaret ederek, ‘Burada eşim, çocuklarım ve torunlarım var.’ diyebiliyor titreyen sesiyle. Geceyi yıkıntının hemen karşısında geçirmiş. Artık tükenmekte olsa da umutla bekliyor, bekliyor...
Karelerin sayısını artırmak mümkün.60 yaşlarındaki Nevzat Yılmaz depremi duyar duymaz, taa Erzincan’dan ablası için gelmiş. Ellerini gösteriyor balyoz sallamaktan şişen. ‘Ölü de olsa henüz ulaşamadık.’ diyor ve ekliyor: Enkazın içinde ablamın katını buldum. Mutfağı, salonu beton ve demir engelleri aşarak ortaya çıkardık. Yatak odasını bulamadık. Muhtemelen oradadır. Yıkımın odayı nereye savurduğu belli değil.
Makine mi, ona yeni kavuşmuşlar. Öyküsü ilginç: “Yolda bir iş makinesiyle karşılaştık. ‘Bize yardım eder misiniz? ’ dedik. ‘Evet’ dediler. İzmir’den geliyormuş. Makinenin de yardımıyla herhalde ablamı ölü ya da diri bulabilirim...
Bir başka yıkıntının önü. Abidin Zenger ayakta güçlükle duruyor. Kastamonu’dan daha yeni gelmiş. ‘Yollar doluydu, Adapazarı üzerinden geldiğimiz için geciktik.’ diyor. Moloz yığınını göstererek ‘Burası eviydi, şurası da dükkanı.’ diyor. Gözleri sulanıyor. Henüz geldiklerinden oğlunun torunlarının akıbetinden haberi yok. Komşularından biri yanına yaklaşarak, ‘Amca gelininle kızı yaralı kurtuldu. Dün oğlunla, erkek torununun cesedini çıkardılar ve defnedildi.’ demiş. Ne kadarı doğru bilmiyor.
Fotoğraflar aynı. Hikayeler aynı. Sadece isimler değişiyor. Koca moloz dağlarının önlerinde insanlar geceyi karşılıyor. Ne büyük dram ya Rabbi. Kelimelerin kifayetsiz olduğu fotoğraflar. Dilce susulup görüntünün konuştuğu manzaralar. Sözün bittiği anlar.
Bir yıkıntının üzerine çıkıyorum. Bir karnenin ucu görünüyor. Adı: Burçin Beyazıt. Piri Reis ikinci sınıf öğrencisi. Sonuç bölümünde, ‘geçti’ yazıyor. Akıbetini bilen yok. Belki de enkazın altında...
Biraz ileride bir resim defteri. ‘Bunlar bir aile’ diye altına not düşerek ana–baba ve iki kardeşten oluşan insan bedenleri kare biçiminde resim çiziktirmiş. Belli ki kendi ailesi... Diğer sayfalarda dağlar ve bu dağların ardından doğan güneşi resmetmiş... Tekrar üzerine dağların arasından güneş doğan hayatı çizebilecek mi?
Askerliğimi Gölcük’te yaptığım için buraları az çok biliyorum. Defalarca geçtiğim Donanma Komutanlığı’na bitişik sokağa giriyorum. Ayakta kalan bina yok. Depremin etkilerini görmek için sahile doğru indiğimizde inanılmaz manzarayla karşılaşıyorum. Değirmendere’de çay içtiğimiz yer vardı, deniz yutmuş. Değirmendere’nin gediklisi Mehmet Hoca’nın anlattıkları tüyler ürpertiyor. Afet üstüne afet:
Depremin oluşturduğu 20–30 metreyi bulan dev dalgalar denizin dibindeki binaları alıp götürmüş. Geriye sadece çamurunu vermiş. Donanma Komutanlığı’na bağlı tesisler de farklı değil. Subay Orduevi dev dalganın gazabına uğrayan yerlerden... Mehmet Hoca öyle bir tasvir ediyor ki, ortaya kıyamet sahneleri çıkıyor...
Onca acı içinde bütün dolaşmalarımıza rağmen devleti göremedik. O yok. Her yerde millet var. Derinliğini değil âliliğini gösteriyor. Sincan Belediyesi’nin yardım kamyonu Donanma Komutanlığı’ndan içeri giriyor. Millet sağ olsun...
sevdiklerim artık göremediklerim çokkkk özlediklerim
yorumsuz!
Geçenlerde Ağaoğlu grubun patronu ulusal bir gazete çıkıp biz 70'li yıllarda kumu denizden,demiri de hurdadan alıyorduk dedi ve hakkında ne bir soruşturma ne bir araştırma hiç bir şey olmadı...İnsan hayatının bu kadar da önemsiz,değersiz olduğu bir ülke de aslında nasıl tehlikelerle karşı karşıyayız...
anmak yetmiyor..
birşeyler yapmalı..,ilk değildi, son da olmayacak..
önlem,önlemmmmmm
hatırlamak istemem
Korkunç bir gece. Allah bir daha böyle birşeyi yaşatmaz bizlere.
İnsan hele Türk insanı çabuk unutur, iyiyide kötüyüde.
Hem her yıl 17 ağustosu anmak, depremlere engel olacakmı?
Depreme hazır konutlar yapmadığımız gecekondulaşmaya çanak tuttuğumuz müddetçe, daha çok 17 Ağustos'lar yaşar ve daha çok ağlarız biz.
demogojik hareketler bunlar tamamı ile,cettinizi atalarınızı unutmayı kolayca hazmederken; sarılan yarayı deşmek için 17ağustos u anma diye saçmalığı çıkartmışsınız ki acılar unutulmasın ki hep o acıların içinde yaşansın insanlar ağlamaktan gelişemesin,yada herkes ağlasın üzülsün bu saçmalığı çıkartanlar mutlu olsun diye yapılmış saçmalık abidesi olarak gördüğüm bi olay.Demogoji yapmayın geleceğinizi düşünün!
Anmak unutmamak demek....yıl:1999 yıl:2009 daha dün gibi acımız taze...yüreğimiz yanıyor.tüm deprem şehitlerinin aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum.
Onları unutmamak ve yaşananları unutturmamak için çabalarımızı sorumlu sivil toplum örgütü sorumluları olarak sürdüreceğiz.
Saygılarımla
Necmi KOCAMAN
GÖLCÜK ARAMA KURTARMA DERNEĞİ
(GESOTİM)
BAŞKANI
YAŞAMIN BİR KİBRİT ÇÖPÜNÜN YANIP SÖNMESİ KADAR KISA OLDUĞU GÜNDÜ.
15 AĞUSTOS 1999 DA GÖLCÜĞE TAŞINDIM. 17 AĞUSTOS GECESİ'GÜMMM.. ' OLDU. ENKAZDAN ÇIKTIM. AMA HAYAT DEVAM EDİYOR. ALLAH BİZE' COME HERE' DİYENE KADAR.
anmak unutmamak demek....yıl:1999 yıl:2008 daha dün gibi acımız taze...yüreğimiz yanıyor.tüm deprem şehitlerinin aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum.
Türkiye'nin unutmadığı deprem günü
17 AGuSToSuN yıL DönüMüNe Az KaLDı Ve BeNDe 1 GöLcüKLü oLaRaK Ne AnıMSaTTıGıNı YaZiiM SizLeRe; SaDeCe AkLIMa GeLeN BeLeDiYeNiN KoCaMaN Ve DaNDİk VeDe ELeKTRiGi KeSiLDiGi iciN O GeCe 03:02 De DuRaN SaaTi....İnSaNLaR ÇoK CaBuK UnuTuYoR...
yaşayan hiçbir kimsenin unutamayacağı o acı günü Allah birdaha hiç kimseye yaşatmasın...
ne gölcük gölcük olalı ne ben ben olalı görmedik böyle afet Rabbim beterinden korusun
hayatının baharını yasamadan giden lütfiye ve daha niceleri..değişen hayatlar,beklentiler,acı,umut,umutsuzluk beraberinde...kenetlenmek ve terkedilmek.zıt olan her sey,ölüm ve yasam.umarım bir daha bunu yasamaz kimse bu kadar ağır...
Canım arkadaşlarım sizleri hiç unutmıycam
toprağınız bol olsun. sizleri çok özlüyorum...
GÜZEL ALLAHIM SENDEN NE GELİRSE GELSİN
SENKİ RAHMETİNLEDE KAHRINLADA GÜZELSİN
HAYATIM BOYUNCA BİR ÇOK İNSAN GİBİ BENİMDE UNUTMAYACAĞIM VE HER AKLIMA GELDİKÇE İÇİMİN SIZLADIĞI TARİH.ALLAH TÜM ÖLMÜŞLERE RAHMET EYLESİN.BİZLERDE BU ACIYI TEKRAR YAŞAMAMAK İÇİN BİREY OLARAK ELİMİZDEN NE GELİYORSA YAPALIM.GERÇEK ANLAMDA BİLİNÇLENELİM.ÖLMÜŞLERİMİZİN ARKASINDANDA BUSAATTEN SONRA FATİHAYLA RUHLARINA ULAŞALIM.
ya düşündükçe ağlayasım geliyor.. o yığınların altında ezilerek boğularak ölmek ne acıdır yarabbim..
allahım gösterme bidaha.
ölenlere allah rahmet eylesin
lakıyla asla yapamıyacağımız şey
ve her hatırlandığımda devlet olarak aczimizi anlarım
Biz! ..
45 saniyelik bir depremde
on binlerce evladını, kefensiz, tabutsuz, törensiz,
gecenin karanlığına gömmüş Türkiye halkı! ..
O 45 saniyede, 45 yılda öğrenemeyeceğimiz kadar çok şey öğrendik.
O gece anladık; insanları depremin değil,
rant hırsıyla göz yumulan bir vahşi betonlaşmanın öldürdüğünü! ..
Ve aynı şiddetteki bir depremin, Japonya’da kayıpsız atlatılırken, Türkiye’de neden onbinlerce can aldığını! ...
Cinayeti; “daha az malzeme, daha çok kar” diye diye,
binalar, siteler diken ve buna göz yuman sistemin; arsızca verilen, ahlaksızca alınan rüşvetin; sorumsuzca atılan imzanın işlediğini ve bu yanlış gidişte bizim de payımız olduğunu o gece öğrendik! ..
Son nefeslerine kadar kurtarıcı bekleyen kurbanlarımızın ölümleri, doğanın öfkesinden değil, devletin acizliğindendi; bunu asla unutmayacağız!
Ne acıdır ki Türkiye tarihinin en umut verici sivil toplum hareketi, o 45 saniyede doğdu... O korkunç can pazarında, feryatlar, iniltiler arasında biz, dayanışmayı öğrendik... “Yurttaş” olmanın, yardıma koşmanın, hesap sormanın sırrına erdik...
Celp emri beklemeden yardıma koşan gönüllülerden dev gibi bir ordu gibi aktık deprem bölgesine...
“Türk’e Türk’ten başka dost yok” sözünün, düşmanlık pompalayıp iktidar perçinlemek için kullanılan koca bir yalan olduğunu anladık! ..
Din, dil, ırk, millet siyaset farklılıklarını aştık... İnsanlık ailesinin olağanüstü dayanışmanın onurunu yaşadık...
Üzerinden bir yıl geçti... Bölgede yaralar hala kanıyor.
Deprem riski, hala beton bir kılıç gibi sallanıyor tepemizde...
Evlerimiz, muhtemel tabutlarımız gibi görünüyor gözümüze...
17 Ağustos gecesi keşfettiğimiz o yurtaşlık bilincini, o sivil enerjiyi; şimdi hesap sormak, herşeyi yeni baştan kurmak, yaraları sarmak ve yeni depremlerden korunmak için seferber etmek zorundayız.
Yurttaşı örgütlenmeye, devleti göreve çağırıyoruz:
1- Türkiye’nin her yerinde, her mahallede, her köyde, her beldede afete karşı örgütlü ve hazırlıklı olmak zorundayız. Tüm yurttaşları yeni bir deprem için duyarlı olmaya ve mutlaka örgütlenmeye çağırıyoruz.
2- Dünya yüzünde, ölü ve kayıp sayısı bilinmeyen bir başka deprem yoktur. İlgilileri gerççek rakamları açıklamaya çağırıyoruz!
3- Felaketin sorumluları –ama gerçek sorumluları- hakkında ne işlem yapıldı, kimler yargı önüne çıkarıldı, çıkarılmayanlar kimler? Bu konuda da kesin bir açıklama istiyoruz!
4- Afetle ilgili malzeme ve para yardımının miktarı nedir? Sadece gelmiş “Acil Yardım Fonları”nın değil, şu anda harcanmakta olan ve önümüzdeki dönemlerde harcanacak “Yeniden Yapılanma Fonları”nın da kullanım ve denetiminin saydamlaşmasını, yurttaşa hesap verilmesini istiyoruz!
5- Afetzedelerin, hakları ve talepleri konusunda ilgililer ne düşünmektedir? Bu konuda bilgilenmek istiyoruz!
6- Ve son olarak devleti, anayasanın kendisine yüklediği görevi yerine getirmeye; afetlere karşı can ve mal güvenliğimizi sağlamaya çağırıyoruz!
Ve biz o 45 saniye içinde on binlerce evladını gecenin karanlığına gömmüş Türkiye halkı...
16 ve 17 Ağustos günlerinde herkesi karalar giymeye, evine, balkonuna, işyerine kara bayraklar asıp, otomobiline, minibüsüne, otobüsüne kara kurdelalar takmaya ve o felaket gecesini sokakta geçirmeye, kaybettiğimiz canlarımızı anmaya çağırıyoruz! Çünkü acımız büyük... Hiç unutmuyoruz, sorumluları affetmiyoruz!
Bu ülkede yaşayan herkesi, 17 Ağustos gecesi evden çıkarken tüm ışıklarını yakmaya çağırıyoruz! Çünkü sorularımızın yanıtları karanlıkta kalmasın istiyoruz, bize saydam bir aydınlıkta hesap verilsin istiyoruz!
Ve o gece saat tam 03.02’de herkesi, düdüklerini ve benzeri uyarı araçlarını çalmaya çağırıyoruz! Çünkü sesimizi, en sağır kulaklar bile duysun, hala gaflet uykusunda uyuyanlar varsa, artık uyansınlar istiyoruz! Ve hep bir ağızdan tekrarlıyoruz:
UYUMA TÜRKİYE BEN UYUMUYORUM
17 Ağustos Etkinlikleri Çalışma Grubu
17 Ağustos Anma Etkinlikleri Çalışma Grubu’nu oluşturan sivil toplum kuruluşları:
Ağ 17 Gönüllüleri, Afete Karşı Sivil Koordinasyon, Avrupa Gençlik Forumu (AEGEE-İstanbul) , Aydınlık İçin Yurttaş Girişimi, Belgesel Sinemacılar Birliği (BSB) , Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) , Dayanışma Gönüllüleri, Dep-Der Koordinasyon Kurulu, Doğa ile Barış Derneği,
Gönüllü Arama Kurtarma Dernekleri Ortak Çalışma Grubu,
Helsinki Yurttaşlar Derneği, İFSAK,
İnsev, İstanbul Tabip Odası Afet Çalışma Grubu, İzmit Kent Kurultayı, Kadınlarla Dayanışma Vakfı, Kuzguncuklular Derneği, Tarih Vakfı, Toplum Sağlığı Vakfı (TOSAV) , Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı (TEGV) , Üniversiteli Gönüllüler Çalışma Grubu, Sosyal – Kültürel Yaşamı Geliştirme Derneği (SKYGD)
öldüren deprem değil kapitalizmdir
onu ben yaşadım. Tabi benle beraber binlerce insan. Anmak demek bana çok basit geliyor. Anma ile insanlar hiçbir zaman geri gelmeyecek bu bir gerçek. Depremi unutmamak ve bundan sonraki doğal felaketlerde neler yapılabileceği çok daha önemli fakat o büyük depremin ardından 5 sene geçti. Bir arpa boyu kadar yol almadık. Sadece ve sadece anmak ile yetindik. Depremin olduğu tarihte ışıkları yakıp yakıp söndürdük. Komik bir anma şekli eee ne de olsa komiklikler ülkesinde yaşıyoruz.
17 ağustosu sadece 17 ağustos'larda,
sadece 1 gün hatırladığımız sürece hiç bir şeye değişmeyecek,
herşey aynen devam edecektir.
Ofke, ofke, ofke...... o kadar sey hatirlatiyor ki hangisinden baslamali diye dusunuyorum, sabancinin iscilere o durumda dahi isbasi yapmalarini istemesi ve tehditleri... yardimlarin yeterince ulasamamasi... 'dusman(yunan) kani almayiz diyen saglik bakanimiz! ! ...
hastaliklar...kizilay gibi kurumunun soyup sogana cevrilmesi... cadirsizlik... kaybolan cocuklar... aci...huzun...ve illa ki ofke... 'nerede bu devlet? ' cigliklari...
17 Ağustos 7,2
Bugün yedi dörtlük Marmara depreminin yıldönümü. Kandilli Rasathanesi 17 Ağustos 1999’dan bu yana ülke çapında 2,5 büyüklüğünün üzerinde 11 bin 351 deprem kaydetmiş.
O kâbus gece hâlâ unutulmadı, on yıllarca da unutulacak değil. Başbakan Erdoğan’ın 17 Ağustos depreminin yıldönümünde Bakanlar Kurulu’nu yarın Sakarya’da toplayacak olması bu açıdan önemli.4 yıl önceki depremde Gölcük ve Adapazarı ile birlikte çevredeki yerleşim yerleri yıkılmış, binlerce insanımız enkaz yığınlarının altında kalmıştı.
Türkiye için ne büyük acıydı. Bugün acılar küllenmeye yüz tuttu, hayat yeniden yeşerdi. Çoluk çocuk, yaşlı genç göçüp gidenlere rahmet okumak için gelin o günleri bir daha hatırlayalım. Deprem gerçeğinin acı yüzüyle bir daha yüzleşelim. Dün gibi hatırlıyorum, depremin hemen ardından Gölcük’e gitmiş ve izlenimleri şöyle yazmıştım:
Sabah. Güneşin ışıkları henüz dünyamıza düşmüş değil. Gün henüz ağarıyor. Yıkıntıların arasında 60 yaşlarında bir amca. Donanma Komutanlığı ana girişinin tam karşısında. Önündeki moloz yığınını elleriyle eşeliyor. Belli ki yaralı kurtulmuş; başı sargılar içinde. Ayakta zor duruyor. Deprem felaketini bu amcanın görüntüsünden okumak mümkün. Evi, ailesi, akıl ve ruh muvazenesi perişan. ‘Ben balkonda yatıyordum. Bina yan yatınca kurtulmam kolay oldu.’ diyor. Kurtulduğuna sevinemiyor. Enkaz yığınını işaret ederek, ‘Burada eşim, çocuklarım ve torunlarım var.’ diyebiliyor titreyen sesiyle. Geceyi yıkıntının hemen karşısında geçirmiş. Artık tükenmekte olsa da umutla bekliyor, bekliyor...
Karelerin sayısını artırmak mümkün.60 yaşlarındaki Nevzat Yılmaz depremi duyar duymaz, taa Erzincan’dan ablası için gelmiş. Ellerini gösteriyor balyoz sallamaktan şişen. ‘Ölü de olsa henüz ulaşamadık.’ diyor ve ekliyor: Enkazın içinde ablamın katını buldum. Mutfağı, salonu beton ve demir engelleri aşarak ortaya çıkardık. Yatak odasını bulamadık. Muhtemelen oradadır. Yıkımın odayı nereye savurduğu belli değil.
Makine mi, ona yeni kavuşmuşlar. Öyküsü ilginç: “Yolda bir iş makinesiyle karşılaştık. ‘Bize yardım eder misiniz? ’ dedik. ‘Evet’ dediler. İzmir’den geliyormuş. Makinenin de yardımıyla herhalde ablamı ölü ya da diri bulabilirim...
Bir başka yıkıntının önü. Abidin Zenger ayakta güçlükle duruyor. Kastamonu’dan daha yeni gelmiş. ‘Yollar doluydu, Adapazarı üzerinden geldiğimiz için geciktik.’ diyor. Moloz yığınını göstererek ‘Burası eviydi, şurası da dükkanı.’ diyor. Gözleri sulanıyor. Henüz geldiklerinden oğlunun torunlarının akıbetinden haberi yok. Komşularından biri yanına yaklaşarak, ‘Amca gelininle kızı yaralı kurtuldu. Dün oğlunla, erkek torununun cesedini çıkardılar ve defnedildi.’ demiş. Ne kadarı doğru bilmiyor.
Fotoğraflar aynı. Hikayeler aynı. Sadece isimler değişiyor. Koca moloz dağlarının önlerinde insanlar geceyi karşılıyor. Ne büyük dram ya Rabbi. Kelimelerin kifayetsiz olduğu fotoğraflar. Dilce susulup görüntünün konuştuğu manzaralar. Sözün bittiği anlar.
Bir yıkıntının üzerine çıkıyorum. Bir karnenin ucu görünüyor. Adı: Burçin Beyazıt. Piri Reis ikinci sınıf öğrencisi. Sonuç bölümünde, ‘geçti’ yazıyor. Akıbetini bilen yok. Belki de enkazın altında...
Biraz ileride bir resim defteri. ‘Bunlar bir aile’ diye altına not düşerek ana–baba ve iki kardeşten oluşan insan bedenleri kare biçiminde resim çiziktirmiş. Belli ki kendi ailesi... Diğer sayfalarda dağlar ve bu dağların ardından doğan güneşi resmetmiş... Tekrar üzerine dağların arasından güneş doğan hayatı çizebilecek mi?
Askerliğimi Gölcük’te yaptığım için buraları az çok biliyorum. Defalarca geçtiğim Donanma Komutanlığı’na bitişik sokağa giriyorum. Ayakta kalan bina yok. Depremin etkilerini görmek için sahile doğru indiğimizde inanılmaz manzarayla karşılaşıyorum. Değirmendere’de çay içtiğimiz yer vardı, deniz yutmuş. Değirmendere’nin gediklisi Mehmet Hoca’nın anlattıkları tüyler ürpertiyor. Afet üstüne afet:
Depremin oluşturduğu 20–30 metreyi bulan dev dalgalar denizin dibindeki binaları alıp götürmüş. Geriye sadece çamurunu vermiş. Donanma Komutanlığı’na bağlı tesisler de farklı değil. Subay Orduevi dev dalganın gazabına uğrayan yerlerden... Mehmet Hoca öyle bir tasvir ediyor ki, ortaya kıyamet sahneleri çıkıyor...
Onca acı içinde bütün dolaşmalarımıza rağmen devleti göremedik. O yok. Her yerde millet var. Derinliğini değil âliliğini gösteriyor. Sincan Belediyesi’nin yardım kamyonu Donanma Komutanlığı’ndan içeri giriyor. Millet sağ olsun...
17.08.2003 /Mustafa Ünal/Zaman