Kültür Sanat Edebiyat Şiir

10. gezegen sizce ne demek, 10. gezegen size neyi çağrıştırıyor?

10. gezegen terimi Hayat Suyu tarafından tarihinde eklendi

  • ahmet berk deniz
    ahmet berk deniz

    0. Gezegen Nibiru (Marduk) Nibiru, Marduk, Wormwood, Nemesis, 10th Planet, Celestial Quetzalcoatl Teorilere göre 10. gezegen denen Nibiru (NASA'nın 2001 KX76 olarak katalogladığı gezegen), güneş etrafındaki 3657 yıllık her dönüşünde dünya'ya yakın olarak gelip geçerken dünya üzerinde türlü felaketlere sebep olmaktadır. Bu seferki geçiş ise çeşitli kaynaklara göre 2012 yılında gerçekleşecektir. Güneş sistemimizdeki elemanlar olarak Zecheria Sitchin, Güneş'i ve Ay'ı da cisim olarak ele aldığında 11 cisim söz konusu olmaktadır. Nibiru'yu bu sisteme eklediğinde Sümer tabletlerini çeviren Sitchin'e göre 12 sayısına ulaşılmaktadır. Güneş ve Ay'ı saymazsak 9 gezegenden oluşan güneş sistemimizde Nibiru 10. Gezegen olmaktadır. Zecheria Sitchin'in kitabında anlatılan 12. Gezegen ile bugün tartışılan 10. Gezegen aynı gezegendir. Son zamanlardaki, Güneş sistemimizdeki gezegenlerin parlaklıklarındaki artış, Jüpiter'in uyduları ile arasında iyonize bir bağlantı oluşması, gezegenlerin manyetik çekim güçlerindeki artış ve değişimler, Jüpiter, Uranüs ve Neptün atmosferlerindeki sıra dışı değişiklikler dünya üzerinden teleskoplarla izlenmektedir. Son aylarda tüm dünya'da görülen atmosferik anormallikler ve çeşitli büyüklükteki depremlerin yoğunluk kazanması ile ilgili açıklamalar 10. gezegenin gelişi ile ilgilidir. Pioneer 10 ve 11'in Dünya'dan uzaklaşma hızlarındaki azalmaların da 10. Gezegen etkisi ile olduğu ileri sürülmektedir. Gezegenin gelişi ile ilgili Internet'ten toplanan bilgiler bu sayfada toplanılmaya çalışılmıştır. Neler oldu? 1976: Zecheria Sitchin'in 12. Gezegen kitabı piyasaya çıktı. 1979: Zecharia Sitchin'in kitabının piyasaya çıkmasından 3 yıl sonra Amerikan Astronomi Birliği "Planet X" projesini başlattı. 1981: Pluto'nun yörüngesinde saptanan düzensizlikler üzerine 10. gezegenin var olup olmaması üzerine araştırmalar başlatıldı. 1982: NASA, resmî olarak 10. gezegenin varlığını kabul etti. 1983: Nibiru, NASA'ya ait IRAS (Infrared Astronomical Satellite) uydusu ile 10. gezegen olarak ilk defa görüldü 1992: Kuiper Kuşağı üzerinde ilk çalışmalar David Jewitt ve Jane Luu tarafından Hawaii Üniversitesinde başlatıldı. O tarihten günümüze değin Kuiper Bölgesinde 400 kadar nesne saptandı. 1998: 1970'li yılların başında gönderilen uzay araçlarının uzaklaşma hızlarındaki azalmalar dikkat çekti (Pioneer 10, Pioneer 11). 90'lı yılların başında bunun nedeni anlaşılamadı. Bu sene ise bunun 2001 KX76'nın çekim gücünden kaynaklandığı öne sürülüyor. 2000: NEOS (Near Earth Objects) projesi kapsamında 2001 KX76 dahil olmak üzere dünya yaşamını tehlikeye sokabilecek olası cisimler üzerinde çalışmalar başlatıldı. Şubat 2001: Kuiper Kuşağı çevresinde dolanan CR105 isimli kuyrukluyıldızın yörüngesindeki belirgin düzensizlikler üzerinde çalışmalar başlatıldı. Düzensizliklere orada büyük bir gezegenin sebep olacağı sonucuna varıldı. 4 Nisan 2001: Gezegen, Arizona Lowell Gözlem Merkezince 2001 KX76 olarak Robert Millis ve arkadaşları tarafından resmi olarak kataloglandı. 7 Ocak 2001: İsviçre'deki Neuchatel gözlem evinde de gözlendi. Bilim adamları keşiflerini basına duyurduktan bir hafta sonra haberin asılsız olduğunu belirttiler. 11 Nisan 2001: National Optical Astronomy Observatory (NOAO) tarafından 10. gezegen, Trans Neptunian Object (TNO) 28976 = 2001 KX76 olarak onaylandı. 23 Ağustos 2001: ESO 2001 KX76'nın Ceres'ten daha büyük olduğunu duyurdu. 2001: Deep Ecliptic Survey isimli proje kapsamında Nibiru'nun ilk dijital resimleri çekildi (Tucson yakınlarındaki (AZ) Kitt Peak Ulusal Gözlemevi ve Şili'deki Cerro Tololo Inter-American Gözlemevi). 2001: Nibiru'nun albedosu, rengi ve diğer özellikleri 6.5-metrelik Magellan Teleskopu ile Las Campanas'taki gözlemevinde (Şili) saptandı (Magellan Instant Camera (MagIC). 2003: 10. Gezegenin yaklaşmasının etkisiyle dünyanın her tarafında çeşitli büyüklüklerde depremler olmaya başladı. Can kaybına yol açmayan hafif depremlerin sayıları artmaya başladı. 2003: 1980'li yılların ortalarından itibaren meydana gelen Güneş'teki anormallikler sebebi anlaşılamamıştı. Nibiru'nun etkisi ile Güneş'teki değişiklikler dünyadaki tüm güneş gözlemevlerinde ve uzaydaki SOHO uydusu ile incelenmeye başlandı. 17 Nisan 2003: 2001 KX76'nin ismi, “Ixion” olarak değiştirildi. 15 Mart 2004: NASA, Kuiper kuşağında yeni bir büyük cisim saptadığını duyurdu. 2003 VB16 olarak kataloglanan bu yeni cisme SEDNA ismi verildi. 6 Eylül 2006: 2003 UB313 (Önce Xena sonra Eris ismi verildi) Güneş'ten 97 Astronomik birim uzaklıkta 10. gezegen adayı olarak keşfedildi ve kataloglandı. Neden 12. Ya da 10. Gezegen Deniyor? Madem Güneş Sistemimizde 9 Gezegen Var; Nibiru'nun 10. Gezegen Olması Gerekmiyor mu? 1. Güneş 2. Merkür 3. Venüs 4. Dünya 5. Ay 6. Mars 7. Jüpiter 8. Satürn 9. Uranüs 10. Neptün 11. Plüto 12. Nibiru 1. Merkür 2. Venüs 3. Dünya 4. Mars 5. Jüpiter 6. Satürn 7. Uranüs 8. Neptün 9. Plüto 10. Nibiru Sayıların değişmesinin sebebi Güneş'i ve Ay'ı da dikkate alıp almamak yüzünden. 2003 mü 2012 mi? Maya takviminin sonu olan 21 Aralık 2012, bazılarına göre Gregoryen takviminde Mayıs 2003'e tekabül ediyordu. Bu konuda iki görüş vardı. Şu an elde sadece 2012 görüşü kaldı. Dünya'nın uydusu Ay, asteroit Kuşağı ve Satürn'ün halkasının kökeni nedir? Plüton'un yörüngesi diğer gezegenlerden neden farklı? Kuyrukluyıldızların kökeni nedir? Sümer tabletlerindeki bilgilere göre "AB.ZU" ismindeki ilk sistemde sadece Güneş ve 4 grup gezegen vardı. Gruplarda toplam 8 gezegen vardı. Yani "AB.ZU" ismindeki ilk Güneş sisteminde toplam 8 gezegen vardı. Bunlar: Grup 1. Merkür ve Venüs Grup 2: Mars ve Tiamat Grup 3. Jüpiter ve Satürn Grup 4. Uranüs ve Neptün 4 milyar yıl önceki güneş sistemimizde bugünkü dünyamız henüz yoktu. Eğer 4 milyar önceki güneş sistemimizin gezegenlerini Sümer metinlerindeki isimleri parantez içerisinde vererek Güneş'ten itibaren sıralarsak : 1. Merkür (Mummu) 2. Venüs (Lahamu) 3. Mars (Lahmu) 4. Tiamat (11 uydusu ile birlikte, uydularından en büyüğünün ise ismi Kingu) 5. Jüpiter (Kishar) 6. Satürn (Anshar) Satürn'ün o zamanlar Gaga isminde dev bir uydusu vardı. Gaga şu an bugünkü Plüto'dur. 7. Uranüs (Anu) 8. Neptün (Ea) Modern astronominin bugün hala cevaplayamadığı konuları Sümer tabletlerinden okuyabiliyoruz. asteroit kuşağının kökeni, asteroit kuşağının gezegenlerin dönüş yönünün aksi yönde dönmesinin sebebi, Satürn'ün ve Plüton'un halkalarının kökeni, Ay'ın, Dünya'nın kökenleri, Triton'un dönüş yönünün gezegenlerin dönüş yönünün aksi yönde dönmesi ve kuyrukluyıldızların kökeni gibi soruları Sümer tabletlerinden öğrenmekteyiz. Tabletlere göre bugünkü dünyamız eskiden Tiamat denilen büyük bir gezegenin bir parçasıydı. Tiamat'ın o zamanlar 11 uydusu vardı. Tiamat okyanuslar ve denizlerle dolu çok sulak ve nemli bir gezegendi. Tiamat iki parçaya ayrıldı. Tiamat'ın büyük parçası Dünya'mızı, diğer küçük parçası parçalanarak asteroit kuşağını oluşturdu. Bugünkü asteroit kuşağını oluşturan parçalar bir zamanlar Tiamat'a aitti. Tiamat, Galaktik Federasyon tarafından 18 milyon yıl önce neden yok edildi? Çünkü Tiamat üzerindeki yaşayan reptoid/dinoid (ejder) uygarlığı tehlike arz ediyordu. Bu medeniyeti ortadan kaldırmak için Taiamat yok edildi. Daha ayrıntılı açıklama: Gezegenlerin dönüş yönlerinin aksi yönden dört uydusu ile birlikte gelen Nibiru (Marduk) ilk önce Neptün ile karşılaştı. Çekim gücü ile onun yüzeyini tümsekleştirdi ve sonunda bu tümsek o kadar büyüdü ki gezegenden koptu. Böylece Neptün'ün uydusu Triton oluştu (Triton tüm gezegenlerin tersi yönünde döner). Daha sonra Nibiru Uranüs'e yaklaştı ve çekim kuvveti ile onun kendi etrafındaki dönüş eksenini eğdi ve ayrıca çekim kuvveti ile Uranüs'ün 4 tane uydusunun olmasına yol açtı. Bu uydulardan üçünü Nibiru kendisi aldı ve geride Triton'u olduğu gibi bıraktı. Böylece Nibiru'nun 4+3 yedi uydusu oldu. Nibiru Jüpiter ve Satürn'e yaklaşarak Güneş ekseni etrafındaki yörüngelerini çarpıttı. O anda Satürn'ün yörüngesinde bulunan Satürn'ün dev uydusu Gaga, Nibiru'nun etkisi ile Satürn'den uzaklaştı ve bugünkü Plüto halini aldı. (Plüto'nun diğer gezegenlere göre çok küçük boyda olması, yörüngesinin Neptün'le kesişmesi ve diğer gezegenlerin yörünge düzlemi ile olan büyük farkı gibi anormallikleri nedeniyle Prag'ta toplanan Uluslararası Astronomi Birliği, 24 Ağustos 2006'da Plüto'yu gezegen statüsünden çıkardı. Çünkü, Plüto hiçbir zaman gezegen olmamıştı. Sadece bir zamanlar Satürn'ün uydusuydu.) Nibiru'nun izlediği daha sonraki yolun üzerinde bulunan Jüpiter'in çekimi sebebi ile Nibiru, 11 uydusu olan Tiamat'a çok yaklaştı ve Tiamat çekim kuvvetleri ile ikiye bölündü. Bu olay öncesi Tiamat son derece sulak bir gezegendi (asteroit kuşağındaki şu andaki donmuş bol miktarlardaki buz). Ayrıca Nibiru'nun yörüngesindeki 7 uydunun tamamı Sümer Yaradılış epiği Enuma Elish'e göre Tiamat'a çarptı. Tiamat bu şekilde bir büyük bir küçük iki parçaya ayrıldı. Küçük olan parça parçalanarak asteroit kuşağını oluşturdu. Büyük olan da Gaia (Shan ya da bugünkü dünyamız) haline geldi. asteroit kuşağını oluşturan parçalar çekim kuvvetleri ile diğer buz vs. parçalarla birlikte çarpışma sonrasında Güneş'e doğru çekildiler ve bir kısmı Güneş'e düşerek yok oldu ama bunların büyük kısmı ise Güneş'e düşmeyip bugünkü asteroit kuşağı bölgesinde (Bir zamanlar Tiamat'ın yörüngesinin olduğu yerde) bir araya geldiler. Böylece diğer gezegenlerin dönüş yönünün aksi (Nibiru'nun geliş yönü ile aynı) yönde dönecek şekilde bugünkü asteroit Kuşağı oluştu. Büyük parça (Gaia) ise Güneş etrafında yeni bir yörüngeye oturdu ve bugünkü Dünya'mızı oluşturdu. Tiamat, Neden Yok Edildi? Reptoid/dinoid ırkının Tiamat üzerinde büyük kolonileri vardı. İnsanlar ve sürüngenler Tiamat üzerinde barış içinde yaşıyorlardı. Sürüngen ırk, insan ırkı ile birlikte yaşamak istemedi ve insanları yok etme isteği Galaktik Federasyon tarafından beğenilmedi. Bu yüzden Nibiru Tiamat'taki yaşamı yok etmek üzere görevlendirildi. Tiamat iki parçaya bölünerek yaşam yok edildikten sonra sürüngenler Maldek isminde küçük bir savaş gezegenine geçtiler. Bu gezegeni ileri teknoloji silahlarla donatmışlardı. Tiamat'ın eski yörüngesine yakın bir yerde Nibiru ile Maldek birbiri ile çatışmaya başladı. Nibiru'nun Maldek'e saldırısı sırasında reptoid/dinoid ırkı kendilerini savunmak için çok yoğun nükleer silah kullandılar. Maldek yok oldu ama Nibiru'nun yüzeyi de hasar gördü. Nibiru'nun koruyucu kalkanları iş görmez hale geldi. Yenilen reptoid/dinoid ırktan kalanlar kaçarlarken Venüs ve Mars gezegenindeki adına Hybornea denen başka insan kolonilerinin bulunduğu büyük yerleşim bölgelerini de yok ettiler. Reptoid/dinoid ırk bu yıkımdan sonra Güneş Sistemimizi ellerinde kalan gemileriyle terk etti. Maldek gezegeninden arta kalan parçalar, Tiamat'ın parçalarına karışarak asteroit kuşağına eklendiler. Böylece, bugünkü asteroit kuşağını oluşturan parçaların Tiamat ve Maldek'in parçalarından oluştuğunu biliyoruz. Nibiru'nun uydularının Tiamat'a çarpmalarıyla meydana gelen büyük yıkım sonucunda çok sulak bir gezegen olan Tiamat iki parçaya ayrıldı demiştik. Uyduların Tiamat'a şiddetle çarpmaları ile Tiamat ikiye bölünürken Tiamat'ın devasa okyanusları uzaya saçıldı. Bunlar devasa buz kütlelerini oluşturarak bugün hala dönmekte olan kuyrukluyıldızları oluşturdular. "944 Hidalgo" gibi çok eski olanlar artık gaz ve buz materyallerini bitirip kuyruksuz kometler halinde Güneş Sistemimizdeki periyotlarına devam etmekteler. Her 76.8 yılda bir dünyamızdan gözlenen Halley kuyruklu yıldızı da Sitchin'e göre Tiamat'ın bir parçasıdır. Ay'ın kökenine gelince: Tiamat'ın bu çarpışma öncesi 11 uydusu vardı ve bunlardan en büyüğü olan Kingu Gaia'nın (Dünya) uydusu Ay olacak şekilde Dünya'nın yörüngesine Galaktik Federasyon tarafından düzgün bir şekilde kondu (Ay'ın fiziksel ve elemental yapısı Dünya ile uyuşmamaktadır, yani Ay'ın kökeni Dünya'nın kendisi değildir). Yani bugünkü uydumuz Ay bir zamanlar Tiamat'ın uydusuydu. Titius-Bode kanununa göre bugünkü asteroit kuşağının bulunduğu yerde bir zamanlar Tiamat gezegeni vardı. Nibiru, Tiamat'ın 7 uydusunu alarak yoluna devam etti. Karbon, silikon, metal, gaz ve buz parçalarından oluşan asteroit kuşağındaki parçalar bugün bir araya gelseler bir gezegeni oluşturacak çoklukta değiller. Ayrıca Jüpiter'in varlığı da bunların bir araya gelip bir gezegen oluşturmasını çekim kuvvetleri sebebiyle engelliyor. Tiamat'ın küçük parçası ve Maldek'ten arta kalanlar parçacıklar aynen Nibiru'nun aksi yöndeki dönüşü ile aynı yönde olmak üzere Mars ile Jüpiter arasındaki boşlukta dönmeye başladılar ve bu kuşağı oluşturdular. Bu parçaların bir kısmı Satürn tarafından da yakalandı ve Satürn'ün bugünkü bilinen kuşağının bir kısmını oluşturdu. Satürn'ün halkasındaki diğer parçalar Nibiru'nun çekimi ile Satürn'ün yüzeyinden çekilenlerdir. Bugün asteroit kuşağını oluşturan irili ufaklı parçaların birbirlerine yakın öbekler oluşturmayıp, birbirlerinden çok uzaklarda bulunduklarını ve bunlardan onbinlercesinin her ay yaklaşık 5000 tane olmak üzere astronomlarca kataloglandığını biliyoruz. 100 km. çapından büyük olan 220 tanesi dışında 1000 kilometrelik çapıyla en büyükleri 1801 yılında Sicilya'daki Palermo gözlemevinde Giuseppe Piazzi tarafından keşfedilen Ceres'tir. asteroit kuşağını oluşturan bütün parçalar bir araya toplandığında Ay'ın 35'te 1'i kadar bir hacim tutacağı hesaplanmıştır ki bu miktar Ceres'in yaklaşık 3'te 1'idir. Sanılanın aksine çok fazla bir malzemeden oluşmayan bu kuşak, ayrıca uzayın derinliklerine gönderilen uzay araçları (probe) için, kuşağı oluşturan kalıntı parçacıkların birbirlerinin arasındaki mesafeler uzak olduklarından pek bir tehlike arz etmemektedir. Güneş Sistemimizin Gruplandırılmasında asteroit Kuşağının Kullanılması Günümüzde Mars ile Jüpiter arasında yer alan ve bir kısmı bir zamanlar Tiamat'a ait olan materyalden ve yok edilen Maldek'in arta kalan parçalarından oluşan asteroit kuşağı sınır alınarak İç Güneş Sistemi ve Dış Güneş Sistemi olarak güneş sistemimizi gruplandırdık. Buna göre Güneş ile asteroit kuşağı arasındaki iç güneş sisteminde sırası ile Merkür, Venüs, Dünya ve Mars olmak üzere 4 gezegen; asteroit kuşağından itibaren de Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün, Plüto ve Nibiru (Marduk) olmak üzere 6 gezegen (dış güneş sistemi) toplam 10 gezegen bugünkü güneş sistemini oluşturdu. Tüm bu olayların sonunda Nibiru (Marduk) 3600 küsur yıllık basık elips şeklindeki yörüngesini takip etmeye başladı. Böylece Güneş sistemimizle ilgili cevaplanamayan aşağıdaki sorular SÜMER tabletleri tarafından cevaplanmış oldu: 1. Triton'un dönüş yönünün gezegenlerinin dönüş yönüne ters dönmesinin nedeni 2. asteroit kuşağının kökeni 3. asteroit kuşağında bulunan bol miktarda donmuş olarak bulunan buz'un kökeni 4. asteroit kuşağını oluşturan kalıntıların dönüş yönünün gezegenlerin dönüş yönünün aksi yönde dönmesinin sebebi 4. Ay'ın (Kingu) kökeni 5. Dünya'nın kökeni 6. Satürn'ün halkalarının kökeni 7. Plüton'un (Gaga) yörüngesindeki anormallikler 8. Plüton'un halkalarının kökeni 9. Uranüs'ün eksenindeki eğiklik Nibiru'nun diğer ismi neden Marduk? Sümer dilinde Nibiru, Babil dilinde ise Marduk denmekte. M.Ö. 2200 yılında Marduk, zor kullanarak Nibiru'nun kontrolünü Anu'dan devraldı. Şu anda Nibiru'nun hakimi Marduk olduğundan Nibiru'ya yer yer Marduk ismi veriliyor. Ay, Yapay Olarak Dünya'nın Yörüngesine mi Yerleştirildi? Günümüzde halen yanıtlanamamış sorulardan ilk 10 tanesi: 1. Dünya'daki toprak elementleri ile uyuşmayan bir yapısı olması (Ay'dan gelen taşlar incelendiğinde krom, titanyum ve zirkonyum ağırlıklı bir yapı gözlenmiştir) 2. Dünya ile Ay'ın yoğunlukları arasındaki fark (Dünya 5.5 g/cm küp, Ay 3.34 g/cm küp) 3. Dünya'nın dönüşü ile tam olarak aynı olarak kendi etrafında dönmesi, tam senkronizasyon (Dünya'nın dönüşü ile (24 saat) kendi dönüşünün aynı olması (24 saat). Bu yüzden hep aynı yüzünü görürüz, Ay bize arka yüzünü hiç göstermez) 4. Ay'ın Dünya etrafında mükemmele yakın dairesel bir yörüngede dönmesi (Ay eğer Dünya tarafından sonradan çekim kuvveti ile yakalanmış olsaydı, Ay'ın Dünya etrafındaki yörüngesi elips olurdu) 5. Dünya ile Ay arasındaki mesafenin çok yakında olması (güneş sistemimizde ve dışında gözlenen gezegenlerin uydularının hem bu büyüklükte hem de bu yakınlıkta olması durumu hiç gözlenmemiştir) 6. Ay üzerindeki en büyük ve küçük kraterler incelendiğinde derinliklerinin neden çok sığ olduğu halen cevaplanamamıştır (En büyük krater olan Gagarin krateri 186 mil çapında olmasına rağmen derinliği 4 mili geçmez. Ayrıca, büyük kraterlerin dip kısımları konveks olup Ay yüzeyinin eğik şeklini almıştır) 7. Ay'ın, diğer gezegenlerin uydularının uyduğu "ekvator düzlemi" kuralına uymaması (Güneş sistemindeki ve dışındaki hemen hemen bütün uydular, etrafında döndükleri gezegenin ekvator düzleminde döner. Fakat, Ay, Dünya'nın Güneş etrafındaki yörünge düzleminde dönmektedir) 8. Ay'ın bize bakan yüzünün daha deforme olması (Ay'ın bize bakan yüzüyle, hiç göremediğimiz karanlık yüzeyini karşılaştırdığımızda, karanlık yüzde meteorların yol açtıkları kraterlerin ve çeşitli sonradan olmuş deformasyonların, bize bakan yüzüne nazaran çok daha az olduğunu görürüz) 9. Diğer bir cevaplanamayan konu da Ay'ın dış kabuğunun 60 km olarak, Dünya'nınkinden 2 kat kalın olmasıdır. Ay yüzeyindeki kraterler nasıl volkanik aktivitelerle oluşmadıysa, kabuğun kalın olmasının sebebi biriken lav olamaz. 10. Dünya'nın merkezindeki eriyik haldeki çekirdek, Dünya'dan daha yavaş dönmekte ve bu sürtünme yüzünden dünyanın manyetik alanı oluşmaktadır. Ay'ın merkezinde erimiş bir çekirdeğin bulunmadığını bilim adamları hesapladılar. Gerek Rus gerek Amerikalıların uzay araçlarındaki magnetometrelerle yaptıkları ölçümlerde, Ay'ın biz zamanlar çok yüksek bir manyetik alana sahip olduğu, bunun kalıntılarının da Ay'dan gelen kayalarda gözlenebileceği söylenmiştir. Ay, bugün Dünya'nın yörüngesine yerleştirilmeden önce Tiamat'ın uydusuydu demiştik. Apollo 11'in Ay'ın Durgunluk Denizi'nden (Mare Tranquillitatis) getirdiği ay taşlarının yaşları, Sky and Telescope dergisindeki makaleye göre 7 milyar yıl bulunmuştur. Apollo 12'nin Fırtınalar Okyanusu'ndan (Oceaus Procellarum) getirdiği ay taşlarının yaşları ise, potasyum-argon metoduyla yapılan ölçümlere göre 20 milyar yıldır ve bu, Güneş Sistemi'nin yaşından da eskidir! Chemistry dergisindeki Urey'in makalesinde, Ay taşlarının Plutonium-244'ten oluşan Xenon izotopları içerdiğini, bunların Dünya'da bulunmayan elementler olduğunu saptamıştır. Dünya'da bulunmuş en eski kaya Greenland'da bulunmuştur ve 3.7 milyar yaşındandır. Ay'ın bu bilgilere göre Dünya'dan daha eski olduğu ortaya çıkar. Ay taşlarının diğer bir özelliği de çok zayıf bir termik iletkenliğe sahip olmasıdır. Yani, sıcaklığı neredeyse hiç iletmezler. Ergime noktası yüksek olan elementler, Dünya'da az bulunurlar. Buna karşılık, ergime noktası yüksek olan elementlerin Ay bileşiminde çok fazla bulunması da ayrı bir konudur. Ay taşlarında ve Ay'da saptanmış bulunan Titanyum, Zirkonyum ve Yttrium miktarı, Dünya ve Evren'deki ortalamanın üzerindedir (Science News, 16 Ağustos 1969). Ay üzerinde rastlanan Mascon'ların nedeni de hala izah edilememiştir (Apollo-8 astronotları Ay denizleri üzerinden geçerken araçlarının hızlandığını, alçalıp yükseldiğini göstergelere bakarak tespit etmişlerdir. Daha sonraları Ay çevresinde dolaşmış insanlı ya da

  • AHMET BERK DENİZ
    AHMET BERK DENİZ

    6 Mart 2004 - Adını Eskimo kültüründe okyanus tanrıçası Sedna'dan alan göktaşı, 10 bin 500 Dünya yılı ile Güneş Sistem'nin en uzun yörüngesine sahip.
    Gezegenin keşfi ile astronomlar arasında yeni bir tartışma başladı. Sedna'nın bir gezegen olup olmadığı üzerine kafa yürüten bilim adamları, bu şekilde gezegen kavramını ve Güneş Sistemi'nin de yapısal özelliklerini gözden geçiriyorlar.

    Güneş Sisteminin 10. Gezegeni ‘Buz ve Kaya Krallığı' mı?
    Kısa adı NASA olan Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi tarafından fırlatılan Sedna 4 teleskobu, Güneş Sistemi'nde yeni bir gezegen keşfetti.

    Eğer bulgular doğruysa, 74 yıllık ‘9 gezegen' bilgisi tarihe karışacak. BBC'de yayınlanan habere göre, NASA tarafından uzaya fırlatılan Sedna 4 teleskobu tarafından gönderilen bilgilerle, Plüton gezegeninden daha büyük olduğu sanılan yeni uzay cismi, ispat edilmesi halinde Güneş Sistemi'nin 10. gezegeni olacak. Ancak astronomlar, bu cismin halen Güneş Sistemi'nin bir üyesi olup olmadığını araştırıyorlar. Daha önce de Hubble Teleskobu tarafından tespit edilen cisimle ilgili detaylı bilginin bu hafta içinde NASA tarafından dünya kamuoyurna açıklanacağı kaydedildi. En son 1930 yılında varlığı ispatlanan Plüton gezegeninden bu yana Güneş Sistemi'nde 9 gezegen olduğuna dair bilim öğretisini alt üst edecek olan ‘yeni gezegen', bilim adamları tarafından ‘Buz ve Kaya Krallığı' olarak ifade ediliyor.

    Güneş sisteminin sınırında

    Sedna, 10 bin 500 Dünya yılı süren Güneş'in etrafında bir tam dönüşü esnasında, yıldıza sadece çok kısa bir süre için yaklaşıyor, ancak bi gezegenin ısınmasına yetmiyor.

    Gözlem adı 2003 VB12 olan Sedna kızıl parlak bir renge sahip; bilim adamları parlak kızıl rengin, gezegenin bulunduğu Güneş Sistemi'nin dış bölgeleri için oldukça olağandışı bir durum olduğunu belirtiyorlar. Dr. Brown, Sedna gibi Güneş Sistemi'nin sonu sayılacak bir mesafeden Güneş'in hissedilmediğini belirtti. Dr. Brown, Sedna gezegeninde bulunan bir kişinin Güneş'i toplu iğne ucu büyüklüğünde göreceğini ifade ediyor. Bilim adamları Sedna'nın yüzey ısısının -240 derece olduğunu ve bu değerin son 4.5 milyar yıldır değişmediğini belirlediler.

    Gezegen madeni

    Sedna 1930'da Plüton'nun keşfinden sonra bulunmuş en büyük gök cismi. Kimi astronomlar Sedna'nın Plüton'dan da daha büyük olabileceğini tahmin ediyorlar. California Institute of Technology astronomlarından Prof. Michael Brown liderliğinde yürütülen bir araştırma projesi kapsamında keşfedilen Sedna, Dünya'dan 10 milyar kilometre uzaklıkta Kuiper Kuşağı olarak bilinen bölgede yeralıyor. Kuşakta bulunan binlerce göktaşından şimdiye dek yaklaşık 400 tanesi tam olarak keşfedildi.

    Sedna'nın da içinde bulunduğu Kuiper Kuşağı, astronomlar tarafından bir "maden" olarak nitenlendiriliyor. Yüzlerce buzdan göktaşı içeren Kiuper Kuşağı'nda, 2000'de Varuna (900 km), 2001'de Ixion (1.065 km) ve 2002'de Kuaoar (1.200 km) gezegensileri tespit edilmişti. Şubat ayında ise 1.800 km çapında, 2004 DW gözlem adı ile bir başka gezegensi keşfedilmişti.

    Bünyesinde binlerce benzer büyüklükte gök cisminin bulunduğu Kuiper Kuşağı Sedna veya daha büyük yeni keşiflere gebe bir bölge. Sedna'nın daha önce bulunan benzer göktaşlarından farkı kendi başına bir yörünge tutturmuş olması. Arizona'da bulunan Tenagra Gözlemevi gezegenin yörüngesini belirlemek üzere çalışmalara başladı.

    Gezegenlik tartışması

    Sedna'nın keşfi gezegen kavramının sorgulandığı ve belki de yeniden tanımlanacağı tartışmaları da alevlendirdi. Bir grup astronom Plüton'nun dahi bir gezegen olmadığını düşünüyor. Yapılacak gözlemler sonunda, Plüton'u gezegen sayılması için yeterli koşulların Sedna için de geçerli olduğuna dair fikir birliği oluşursa, Güneş Sistemi'nin on gezegeni olacak. Bilim çevreleri, göktaşının bir gezegen olarak değer kazanmasının daha geniş gözlemler gerektirdiğinin altını çiziyorlar.

    Bunların başında da göktaşının bağımsız Güneş merkezli bir yörüngesi olması kuramı geliyor. Sedna'nın eliptik yörüngesinde Güneş'in etrafında tam dönüşünü 10.500 yılda tamamladığı belirtildi. Uzun çapı 135 milyar kilometre ile Sedna'nın yörüngesi Güneş Sistemi'ndeki en uzun yörünge.
    Gezegeni keşfeden Dr. Micheal Brown, göktaşını gezegen yerine, kaya ve buzdan oluşan ve hacmen daha ufak olan "gezegensi" (planetoid) olarak nitelemeyi tercih ediyor. Brown Sedna'nın yeterince yüksek bir yoğunluğa sahip olmadığını düşünüyor.

    Keşfi Havaii'deki Gemini Observatory'den Michael Brown ve Chad Trujillo ve San Diego'daki Palomar Gözlemevi'nden Yale Üniversitesi astronomu David Rabinowitz birlikte yaptılar. Ekip Sedna'nın etrafında dönen bir de uydusu olduğunu keşfetti

  • AHMET BERK
    AHMET BERK

    9UNU ÖGRENDİK ÖGRETMEN 10 UNU SORDU

  • AHMET BERK
    AHMET BERK

    YORUMLARINIZ UZUN OLMASIN

  • Ersin Erdoğdu
    Ersin Erdoğdu

    9'unu bilmiyorum ki, 10' u bileyim. :)

  • Yusuf Bıyık
    Yusuf Bıyık

    10. GEZEGEN VE MARS’TA MARDUK PİRAMİTLERİ…


    10. GEZEGEN VE MARS’TA MARDUK PİRAMİTLERİ…
    NASA Sonunda Açıkladı: “Güneş Sistemimizde 10. GEZEGEN VAR! ”
    Yoksa bu, binlerce yıl öncesinden bildirilen ve beklenen NİBİRU (MARDUK) olabilir mi?
    Bilimadamları; Pluto’dan, dünyaya üç kat daha uzak olan güneş sisteminin en uzak uzaysal objesini keşfettiler. Şu anda dünyadan 12.8 milyar km. uzaklarda bulunan onuncu gezegene; deniz canlılarının tanrıçasının adı olan “Sedna” adı verildi. California Teknoloji Enstitüsü’nden Dr.Mike Brown grubunda bulunan astronom arkadaşlarıyla birlikte, Polamar Caltech Gözlemevi’nde sergiledikleri kesintisiz çalışmaları sonunda, geçtiğimiz Kasım ayında Sedna’yı uzaydaki yörüngesinde saptamışlardı. Bu ilk görüntüden birkaç gün sonra, Sedna, daha güçlü bir teleskop olan Spitzer Uzay Teleskobu tarafından da saptandı.
    Sedna aynı zamanda, 1930’da Pluto’nun keşfinden beri güneş sisteminde keşfedilen en iri uzaysal obje. 1000 km lik bir çapı olduğu tahmin edilmekte. Sedna halen güneşten 100 milyar mil (kabaca, dünyanın güneşe olan olan uzaklığından 90 kat) daha uzakta ve eksantrik bir yörünge üzerinde bulunmaktadır. Pluto’nun 9.cu gezegen olduğunu kabul edenler, Sedna’yı da yeni keşfedilen bir gezegen olarak önermektedir. NASA da, yeni gezegeni; Charles Arthur’un önerdiği (Inuit Tanrıça’nın adıyla) Sedna olarak adlandırmayı kabul etmiş ve onu, 1930’da Pluto’nun keşfinden beri bulunan 10.cu gezegen olarak, ilan etmiş bulunmaktadır.
    Aslında, bilinen Güneş Sistemimiz’in en uzak mesafelerinin ötesinde başka bir gezegenin var olup olmadığı sorusu, Uranüs ve Neptün gezegenlerinin yörüngesel hareketlerindeki düzensizliklerinden ötürü uzun yıllardır tahmin edilmekteydi. Yerçekimsel bir kuvvet, bu iki dev gezegenin yörüngelerinde düzensizliklere yol açmaya devam etmektedir. Bu kuvvet, çok uzak ve görünmeyen büyük bir nesnenin varlığını akıllara getirmekteydi..
    Birleşik Devletler Donanma Rasathanesi tarafından yapılan son hesaplamalar, Uranüs ve Neptün gezegenlerinin yörüngesel hareketlerinde meydana gelen düzensizlikleri onayladı. Rasathanede çalışan bir astronom olan Dr. Thomas C. Van Flandern, bu düzensizliklerin tek bir keşfedilmemiş gezegenin varlığıyla açıklanabileceğini söylemektedir. O ve bir meslektaşı, Dr. Richard Harrington, 10’uncu gezegenin Pluton’un yörüngesinin 5 milyar mil ötesine ulaşan oldukça eliptik bir yörüngeye sahip olması gerektiğini hesaplıyorlar.
    Ve ilk olarak 1982 yılında NASA ‘dış gezegenlerin ötesinde gizemli bir nesnenin var olduğu kesindir’ şeklinde bir bildiride bulunarak X Gezegeni’nin varlığına ilişkin olasılığı resmi olarak kabul etmişti. Bir yıl sonra, uzaya yeni fırlatılan IRAS (Infrared Astronomical Satellite-Kızılötesi Astronomik Uydu) , uzayın derinliklerinde büyük, gizemli bir nesne tespit etti. Washington Post, California JPL’den IRAS Projesi’nde görevli bir bilimadamı olan Gerry Neugebauer ile yaptığı röportajı şöyle özetledi: “Orion Takımyıldızı yönünde, bu güneş sisteminin bir parçası olabilecek kadar Dünya’ya yakın bir gökcismi bulunmuştur. Bütün söyleyebileceğim, bunun ne olduğunu henüz bilmediğimizdir.”
    Nibiru’ya gelince: Astronomlar, neredeyse elli yıldır, güneş sisteminde, Pluton’un dışında, oldukça uzun yörüngeli bir gezegenin varlığından şüpheleniyor ve bu doğrultuda araştırmalar yapıyorlar. 'Planet X' adı verilen bu araştırma içinde, Zecharria Sitchin’in Sümer metinlerinden çıkardığı bilgilerin doğruluğunun kanıtlanmak üzere olduğunu söyleyenlerde vardı. Şimdi Nibiru’nun büyüsü giderek daha çok insanı çekmeye başlıyor. Hele, gezegenin dünya yakınına bir daha ki geliş tarihinin aşağı yukarı 2012 yılına rastlayacağı tezi dikkate alınınca, heyecan daha da artıyor. Bilindiği gibi, Olmec ve Maya takvim sisteminin döngüler üzerine kurulu yapısında, merakla beklenen bir tarih var. Bu, Maya takviminde '13 Ahau' olarak adlandırılıyor ve bir daha ki 13 Ahau da 2012′ ye rastlıyor..
    Sitchin dünyanın her yerinde akademik çevrelercede sevgi ve saygıyla anılan çok değerli bir araştırmacı. Dahası, yaşamının kırk yılını Mezopotamya uygarlıklarına ait çivi yazısı tabletlerin derlenip okunmasına ve deşifre edilmesine vermiş. Yazıtlara gore, dünyamız, milyonlarca yıl önce 'Nibiru' adlı bir gezegenle yaşadığı büyük bir çarpışma sonucu parçalandı ve bugünkü halini aldı. Dünyadan kopan parçalar, bugün Mars ile Jüpiter arasında yer alan asteroid kuşağını oluşturdu, bu arada çarpan Nibiru gezegeni de kuyrukluyıldız benzeri çift odaklı eliptik bir yörüngeye girdi Güneş Sistemi’nde. Bu yörünge, yaklaşık 3600 yıl sürüyordu. Sitchin teorisine daynak olarak dünyanın 'amorf' yüzey biçimini gösteriyor: Eğer dünyadan okyanuslardaki suyu çeker alırsanız, Pasifik tarafındaki yüzeyin, sanki 'bir parçası kopmuş' gibi durduğunu farkedersiniz.
    İşte, bundan 450 000 yıl önce, 'Nibiru' ya da 'Marduk' adlı bu gezegenden, bir grup ziyaretçi gelmişti dünyamıza. Sümerlerin büyük tanrısı Anu, aslında bu federasyonun başkanıydı ve onun tarafından dünyamıza bazı mineraller almak üzere yollanmış olan ekibe de 'Annunaki' deniyordu. Başlarında, Sümer dininin en büyük tanrısı olan Enlil vardı. Enki, İnanna, Ninlil, Ereşkigal gibi diğer 'tanrı'lar da aslında bu ekibin 'beyin takımı'nı oluşturmaktaydı. Gelirken, yanlarında, madenlerde çalıştırmak üzere eğitilmiş iri cüsseli, devasa işçiler getirmişlerdi ki bunlar Tevrat’taki 'Nefilim'e denk geliyordu. Bir süre sonra ağır şartlara isyan eden devlerin yerine, dünyadaki varolan en uygun yaratık seçilmiş, bu maymunsu yaratık üzerinde genetik işlemler uygulanarak 'insan nesli' geliştirilmişti.
    Annunakiler arasında, bu insanlarla ilişki kuranlar da çıkmıştı ve bir anlamda 'melez tür' yaratma deneyleri yapılmıştı – aynı, Yaratılış bölümünde 'Tanrının oğulları insan kızlarını eş olarak seçti' ayetinde söylendiği gibi. Tevrat’ın 'Genesis' bölümünün 6. bölümünde adları geçen ve Tufan dan önce insan oğullarının kızlarıyla evlenen 'Nefilimler' in 12.ci Gezegenden geldiği yazar. 'Nefilim' sözcüğünün özgün anlamı 'Tanrı’nın Oğulları veya Göklerden Gelen Devlerdir.' Sitchin’e göre tarihsel bilgiler Kutsal kitapların içinde saklıdırlar.
    Onbinlerce yıl bu insanları çalıştıran Nibiru sakinleri, yani 'Annunakiler', İsa’dan önce 1600 dolaylarında, aralarındaki bir dizi karışıklık sonucu dünyadan ayrıldılar. Bir sonraki gezegen yörüngesi yaklaşımında, yani 3600 yıl sonra geri dönmek üzere. İşte Sitchin’in teorisi bu. Hemen tekrar belirtelim, bütün bu iddialar ünlü dil bilimcinin birer birer deşifre ettiği 5000 yıllık Sümer tabletlerinin çevirisine dayanıyor. Dahası, Sitchin’in anlattıkları, Tevrat dahil bütün eski dini kaynakların Sümer mitolojisinden esinlendiği yolundaki arkeoloji ve Sümeroloji görüşlerini destekliyor. Eski Sümer metinlerinde Nibiru gezegeninin, 3600 yılda bir dünyanın yakınına gelip sonra yine uzaklara doğru yöneldiğinden söz ediliyor. Bu dönemlerle ilgili anlatılanlar, hayli çarpıcı. Ünlü Sümer yaratılış destanı Enuma Eliş’te, Nibiru geldiği sırada dünyada olanlardan söz ediliyor ve Tanrılarının gezegeni yaklaşırken, dünyanın büyük depremlerle ve sellerle, kasırgalarla sarsıldığı anlatılıyor.
    Kadim halklar, 12. Gezegenin periyodik yaklaşmasını; büyük karışıklıkların, büyük değişimlerin ve yeni devirlerin bir belirtisi olarak dikkate almışlar.. Bu gün Eski Ahit’te, yağmurların, sellerin ve depremlerin zamanı olarak tasvir edilmektedir. Mezopotamyalı bilginler gibi Musevi kahinler de bu gezegenin Dünya’ya yaklaştığı ve insanoğluna görünür hale geldiği zamanı, yeni bir çağın öncüsü olarak değerlendirmişlerdir.
    Bu konuyla ilgili çok detaylı ve zengin bilgi aktarımını, araştırmacı-yazar sayın Burak Eldem (2012 Marduk’la Randevu kitabının yazarı) Dergimizdeki “Babil Kulesi” sayfası altında sizlerin bilgisine sunacak..
    Bu arada, NASA’nın açıkladığı ve SEDNA diye isimlendirdiği gezegenle ilgili gelişmeleri ve açıklamaları yakından takip etmeye devam edeceğiz. Umarız, NASA, UFO’lar konusunda ve daha birçok konuda izlediği gizlilik ve yanlış bilgilendirme politikasını bu konuda sürdürmez.
    Sirius UFO Uzay Bilimleri Araştırma Merkezi

  • Yusuf Bıyık
    Yusuf Bıyık

    10. GEZEGEN VE MARS’TA MARDUK PİRAMİTLERİ…


    10. GEZEGEN VE MARS’TA MARDUK PİRAMİTLERİ…
    NASA Sonunda Açıkladı: “Güneş Sistemimizde 10. GEZEGEN VAR! ”
    Yoksa bu, binlerce yıl öncesinden bildirilen ve beklenen NİBİRU (MARDUK) olabilir mi?
    Bilimadamları; Pluto’dan, dünyaya üç kat daha uzak olan güneş sisteminin en uzak uzaysal objesini keşfettiler. Şu anda dünyadan 12.8 milyar km. uzaklarda bulunan onuncu gezegene; deniz canlılarının tanrıçasının adı olan “Sedna” adı verildi. California Teknoloji Enstitüsü’nden Dr.Mike Brown grubunda bulunan astronom arkadaşlarıyla birlikte, Polamar Caltech Gözlemevi’nde sergiledikleri kesintisiz çalışmaları sonunda, geçtiğimiz Kasım ayında Sedna’yı uzaydaki yörüngesinde saptamışlardı. Bu ilk görüntüden birkaç gün sonra, Sedna, daha güçlü bir teleskop olan Spitzer Uzay Teleskobu tarafından da saptandı.
    Sedna aynı zamanda, 1930’da Pluto’nun keşfinden beri güneş sisteminde keşfedilen en iri uzaysal obje. 1000 km lik bir çapı olduğu tahmin edilmekte. Sedna halen güneşten 100 milyar mil (kabaca, dünyanın güneşe olan olan uzaklığından 90 kat) daha uzakta ve eksantrik bir yörünge üzerinde bulunmaktadır. Pluto’nun 9.cu gezegen olduğunu kabul edenler, Sedna’yı da yeni keşfedilen bir gezegen olarak önermektedir. NASA da, yeni gezegeni; Charles Arthur’un önerdiği (Inuit Tanrıça’nın adıyla) Sedna olarak adlandırmayı kabul etmiş ve onu, 1930’da Pluto’nun keşfinden beri bulunan 10.cu gezegen olarak, ilan etmiş bulunmaktadır.
    Aslında, bilinen Güneş Sistemimiz’in en uzak mesafelerinin ötesinde başka bir gezegenin var olup olmadığı sorusu, Uranüs ve Neptün gezegenlerinin yörüngesel hareketlerindeki düzensizliklerinden ötürü uzun yıllardır tahmin edilmekteydi. Yerçekimsel bir kuvvet, bu iki dev gezegenin yörüngelerinde düzensizliklere yol açmaya devam etmektedir. Bu kuvvet, çok uzak ve görünmeyen büyük bir nesnenin varlığını akıllara getirmekteydi..
    Birleşik Devletler Donanma Rasathanesi tarafından yapılan son hesaplamalar, Uranüs ve Neptün gezegenlerinin yörüngesel hareketlerinde meydana gelen düzensizlikleri onayladı. Rasathanede çalışan bir astronom olan Dr. Thomas C. Van Flandern, bu düzensizliklerin tek bir keşfedilmemiş gezegenin varlığıyla açıklanabileceğini söylemektedir. O ve bir meslektaşı, Dr. Richard Harrington, 10’uncu gezegenin Pluton’un yörüngesinin 5 milyar mil ötesine ulaşan oldukça eliptik bir yörüngeye sahip olması gerektiğini hesaplıyorlar.
    Ve ilk olarak 1982 yılında NASA ‘dış gezegenlerin ötesinde gizemli bir nesnenin var olduğu kesindir’ şeklinde bir bildiride bulunarak X Gezegeni’nin varlığına ilişkin olasılığı resmi olarak kabul etmişti. Bir yıl sonra, uzaya yeni fırlatılan IRAS (Infrared Astronomical Satellite-Kızılötesi Astronomik Uydu) , uzayın derinliklerinde büyük, gizemli bir nesne tespit etti. Washington Post, California JPL’den IRAS Projesi’nde görevli bir bilimadamı olan Gerry Neugebauer ile yaptığı röportajı şöyle özetledi: “Orion Takımyıldızı yönünde, bu güneş sisteminin bir parçası olabilecek kadar Dünya’ya yakın bir gökcismi bulunmuştur. Bütün söyleyebileceğim, bunun ne olduğunu henüz bilmediğimizdir.”
    Nibiru’ya gelince: Astronomlar, neredeyse elli yıldır, güneş sisteminde, Pluton’un dışında, oldukça uzun yörüngeli bir gezegenin varlığından şüpheleniyor ve bu doğrultuda araştırmalar yapıyorlar. 'Planet X' adı verilen bu araştırma içinde, Zecharria Sitchin’in Sümer metinlerinden çıkardığı bilgilerin doğruluğunun kanıtlanmak üzere olduğunu söyleyenlerde vardı. Şimdi Nibiru’nun büyüsü giderek daha çok insanı çekmeye başlıyor. Hele, gezegenin dünya yakınına bir daha ki geliş tarihinin aşağı yukarı 2012 yılına rastlayacağı tezi dikkate alınınca, heyecan daha da artıyor. Bilindiği gibi, Olmec ve Maya takvim sisteminin döngüler üzerine kurulu yapısında, merakla beklenen bir tarih var. Bu, Maya takviminde '13 Ahau' olarak adlandırılıyor ve bir daha ki 13 Ahau da 2012′ ye rastlıyor..
    Sitchin dünyanın her yerinde akademik çevrelercede sevgi ve saygıyla anılan çok değerli bir araştırmacı. Dahası, yaşamının kırk yılını Mezopotamya uygarlıklarına ait çivi yazısı tabletlerin derlenip okunmasına ve deşifre edilmesine vermiş. Yazıtlara gore, dünyamız, milyonlarca yıl önce 'Nibiru' adlı bir gezegenle yaşadığı büyük bir çarpışma sonucu parçalandı ve bugünkü halini aldı. Dünyadan kopan parçalar, bugün Mars ile Jüpiter arasında yer alan asteroid kuşağını oluşturdu, bu arada çarpan Nibiru gezegeni de kuyrukluyıldız benzeri çift odaklı eliptik bir yörüngeye girdi Güneş Sistemi’nde. Bu yörünge, yaklaşık 3600 yıl sürüyordu. Sitchin teorisine daynak olarak dünyanın 'amorf' yüzey biçimini gösteriyor: Eğer dünyadan okyanuslardaki suyu çeker alırsanız, Pasifik tarafındaki yüzeyin, sanki 'bir parçası kopmuş' gibi durduğunu farkedersiniz.
    İşte, bundan 450 000 yıl önce, 'Nibiru' ya da 'Marduk' adlı bu gezegenden, bir grup ziyaretçi gelmişti dünyamıza. Sümerlerin büyük tanrısı Anu, aslında bu federasyonun başkanıydı ve onun tarafından dünyamıza bazı mineraller almak üzere yollanmış olan ekibe de 'Annunaki' deniyordu. Başlarında, Sümer dininin en büyük tanrısı olan Enlil vardı. Enki, İnanna, Ninlil, Ereşkigal gibi diğer 'tanrı'lar da aslında bu ekibin 'beyin takımı'nı oluşturmaktaydı. Gelirken, yanlarında, madenlerde çalıştırmak üzere eğitilmiş iri cüsseli, devasa işçiler getirmişlerdi ki bunlar Tevrat’taki 'Nefilim'e denk geliyordu. Bir süre sonra ağır şartlara isyan eden devlerin yerine, dünyadaki varolan en uygun yaratık seçilmiş, bu maymunsu yaratık üzerinde genetik işlemler uygulanarak 'insan nesli' geliştirilmişti.
    Annunakiler arasında, bu insanlarla ilişki kuranlar da çıkmıştı ve bir anlamda 'melez tür' yaratma deneyleri yapılmıştı – aynı, Yaratılış bölümünde 'Tanrının oğulları insan kızlarını eş olarak seçti' ayetinde söylendiği gibi. Tevrat’ın 'Genesis' bölümünün 6. bölümünde adları geçen ve Tufan dan önce insan oğullarının kızlarıyla evlenen 'Nefilimler' in 12.ci Gezegenden geldiği yazar. 'Nefilim' sözcüğünün özgün anlamı 'Tanrı’nın Oğulları veya Göklerden Gelen Devlerdir.' Sitchin’e göre tarihsel bilgiler Kutsal kitapların içinde saklıdırlar.
    Onbinlerce yıl bu insanları çalıştıran Nibiru sakinleri, yani 'Annunakiler', İsa’dan önce 1600 dolaylarında, aralarındaki bir dizi karışıklık sonucu dünyadan ayrıldılar. Bir sonraki gezegen yörüngesi yaklaşımında, yani 3600 yıl sonra geri dönmek üzere. İşte Sitchin’in teorisi bu. Hemen tekrar belirtelim, bütün bu iddialar ünlü dil bilimcinin birer birer deşifre ettiği 5000 yıllık Sümer tabletlerinin çevirisine dayanıyor. Dahası, Sitchin’in anlattıkları, Tevrat dahil bütün eski dini kaynakların Sümer mitolojisinden esinlendiği yolundaki arkeoloji ve Sümeroloji görüşlerini destekliyor. Eski Sümer metinlerinde Nibiru gezegeninin, 3600 yılda bir dünyanın yakınına gelip sonra yine uzaklara doğru yöneldiğinden söz ediliyor. Bu dönemlerle ilgili anlatılanlar, hayli çarpıcı. Ünlü Sümer yaratılış destanı Enuma Eliş’te, Nibiru geldiği sırada dünyada olanlardan söz ediliyor ve Tanrılarının gezegeni yaklaşırken, dünyanın büyük depremlerle ve sellerle, kasırgalarla sarsıldığı anlatılıyor.
    Kadim halklar, 12. Gezegenin periyodik yaklaşmasını; büyük karışıklıkların, büyük değişimlerin ve yeni devirlerin bir belirtisi olarak dikkate almışlar.. Bu gün Eski Ahit’te, yağmurların, sellerin ve depremlerin zamanı olarak tasvir edilmektedir. Mezopotamyalı bilginler gibi Musevi kahinler de bu gezegenin Dünya’ya yaklaştığı ve insanoğluna görünür hale geldiği zamanı, yeni bir çağın öncüsü olarak değerlendirmişlerdir.
    Bu konuyla ilgili çok detaylı ve zengin bilgi aktarımını, araştırmacı-yazar sayın Burak Eldem (2012 Marduk’la Randevu kitabının yazarı) Dergimizdeki “Babil Kulesi” sayfası altında sizlerin bilgisine sunacak..
    Bu arada, NASA’nın açıkladığı ve SEDNA diye isimlendirdiği gezegenle ilgili gelişmeleri ve açıklamaları yakından takip etmeye devam edeceğiz. Umarız, NASA, UFO’lar konusunda ve daha birçok konuda izlediği gizlilik ve yanlış bilgilendirme politikasını bu konuda sürdürmez.
    Sirius UFO Uzay Bilimleri Araştırma Merkezi

  • Kadir Zendo
    Kadir Zendo

    kesin vardır da nedir?
    bence insanın kendisidir 10 nümerolu gezenen şeklinde bir teori attım ortaya...
    5. element gibi bişey olsa gerenk

  • Erdoğan Savran
    Erdoğan Savran

    Yüce Mevla Kuranda güneşinde bir yörüngesinin olduğunu ve bu yörüngede durmadan ilerlediğini önceden haber vermiştir.Bilim insanları ise gezegenlerin güneş çevresinde döndüğünü, güneşinse sabit olduğunu ancak kendi çevresinde döndüğünü savunuyorlardı.Şİmdi ise Yüce Kuranın dediğine geldiler ve güneşinde belli bir yörüngede ilerlediğini söylemeye başladılar...Allah herşeye kadirdir...

  • Samet Gündoğan
    Samet Gündoğan

    10. gezegen Ceres'tir.

  • Halil Metin Hayal
    Halil Metin Hayal

    ilk önce kendi yaşadığın gezegeni bilecekk keşfedeceksin ve ne çağrıştırdığını anlayacaksın
    ozmaan 10. gezegenide 10 larca gezegeninde neyi çağrıştırdığını cok iyi anlarsın

  • Nihat Şerbetçiler
    Nihat Şerbetçiler

    Dünya uzayda, dolayısıyla inasanlarda uzayda. Biz uzaylıyız :) . Düz mantık düz kontak:D

  • Tayfun Kapusuz
    Tayfun Kapusuz

    ssss

  • Gökhan İşsevenler
    Gökhan İşsevenler

    Plüton cüce gezegen olarak (Plütoit) seçildi çünkü yeni bulunan gezegenler daha büyük kütleye sahipler..Bunun yanı sıra zaten tespit edilen gezegen sayısı yüzlerle ifade ediliyor.Ha tabi ki bizim güneş sistemimizde bulunanlar sırasıyla =MERKÜR-VENÜS-DÜNYA-MARS-JUPİTER-SATÜRN-URANÜS-NEPTÜN
    Cüce gezegenler sırasıyla=CERES-PLÜTOİT-ERİS olmuştur..
    Bu arada unutmamak gerekirki sonsuz bir evrende tek bir gezegende yaşam formu olması imkansızdır..Gezegenimiz benzersiz değil.

  • Erkan Crematory
    Erkan Crematory

    dünya denilen gezegenin içine eden insan ırkının gönderilmesi gereken gezegen

  • Zevzek Zevzek
    Zevzek Zevzek

    insanoğlunun kanını emmeyi hayal ettiği bir gezegen daha!

  • Burak Seyrek
    Burak Seyrek

    ne olacağı ve ne olduğu tanrının hikmet:D:D:D:D:D:D:D:D anlamı 10.gezegen hakkında herhangi birşey söyleyemeyeceğimiz

  • Emine Kıvrak
    Emine Kıvrak

    insanhaklarını herkezin benimseyip uyguladığı her ülkenin birbirinin hakları saygılı olduğu savaşların yerini barışın aldığı 10. gezegenn

  • Delta Maganda
    Delta Maganda

    9. gezegen diyelim ona :) :)
    3 bin 700 km çapında bir göktaşı; Plütondan biraz daha büyük...
    bence kabul görmez ama görülse de görülmese de hep orda olacaktır sonuçta :)
    adına da..
    hımm...
    teyyare desinler :)

  • Zeytin Zeytin
    Zeytin Zeytin

    önce 9.yu bulmamız gerek :)

  • Burak Mert Oldaç
    Burak Mert Oldaç

    Eğer gerçekten böyle bir gezegen varsa 9. gezegen olacaktır. Çünkü yaklaşık 5 yıl önce Plüton gezegenlik statüsünden çıkarılmıştır. Ve - zamanını tam hatırlamıyorum - Plütoid olmuştur...

  • Söyleyemem Gizli
    Söyleyemem Gizli

    ZAMANDAN ÖNCEKİ GEZEGENLERDE VAR ONA BAKARSAN

  • Muhammet Bilal Naçar
    Muhammet Bilal Naçar

    1. GİRİŞ Güneş sistemimizin var olması, başka yıldızların etrafında da gezegenlerin olup olmadığı sorusunu sürekli gündeme getirmektedir. Evrenin boyutları ve olasılık yasaları bizi, bizim sistemimize benzer başka yıldız sistemlerinin olmasının mümkün olduğu sonucuna ulaştırır. Bu olasılığı anlamak için evrenin boyutlarını tekrar düşünmek gerekir. Şu anda evrende 50 milyar galaksi olduğu tahmin edilmektedir ve bunların en büyükleri milyarlarca yıldız içerir, bunları Hubble teleskopuyla görebiliriz. Bizimkinin dışında dünyalar ve güneş sistemleri olup olmadığının merak edilmesi yeni bir şey değildir. Bu antik çağlara hatta daha öncesine kadar gider. İ.Ö 5. Yüzyılın Yunan bilim adamları bizimkinin dışındaki dünyaların oluşumları üzerine kafa yormuşlardı: Bizimkine benzeyen ve benzemeyen sonsuz sayıda dünya vardır. Bizim kanıtladığımız gibi sonsuz sayıda atom olduğu için evrendeki dünyaların sayısının sınırlı olmasını gerektirecek bir engel de yoktur. Epicurus (İ.Ö ~341-270) Bazı dünyalarda Güneş ya da Ay yoktur, bazılarında bizimkilerden daha büyük bazılarında ise sayıca birden daha fazla güneş ve ay vardır. Bazı kısımlarda daha çok dünya vardır ve bazı yerlerde ise hiç dünya yoktur (...): bazı yerlerde yukselirler ve bazılarında batarlar. Canlıların, bitkilerin ve de nemin olmadığı dünyalar da vardır. Democritus (İ.Ö ~460-370) Bir teze göre ortalama olarak evrende saatte bir milyar adet yeni yıldız sistemi oluşmaktadır. Buna göre de güneş sistemi dışı gezegenlerin var olması ve hatta bunların üzerinde zeki yaratıkların yaşıyor olması pekala mümkündür. Bu düşünce bilim adamlarını araştırma yapmaya itmiştir. İlk olarak Barnard yıldızı etrafında bir gezegen olabileceği düşünülmüş fakat bu konuda hala kesin bir sonuç elde edilememiştir. Artık günümüzde araştırma teknikleri oldukça gelişmiştir. Bu teknikleri kullanarak bir kaç bilim adamı başka yıldız sistemleri ve gezegen avına çıkmıştır.
    V
    Bu tezde bilim adamlarının bugüne kadar ki araştırma yöntemleri ve bulunan birkaç gezegenden bahsedilmektedir. VI
    2. YILDIZLARIN VE GEZEGENLERİN OLUŞUMU Bugüne kadar bilinen teoriye göre yıldızlar, yıldızlar arası gazın kütle çekim etkisi ile sıkışması sonucu oluşurlar. Fakat bu teoride bazı eksiklikler vardır; bu teori bizim yaşadığımız Dünya ve Güneş sistemi üyesi diğer sekiz gezegenin nasıl oluştuğu sorusunu cevaplamamaktadır. Bazı araştırmacılar sonunda bu konu ile ilgilenmişlerdir. Güneş sistemi’nin bir bulutsudan oluştuğu düşüncesi bilim dünyasında kabullenmiş bir teoridir. Bu teoriye göre, ilkel evren başlangıçta ince bir gazla dolu bir durumdaydı. Zamanla homojen dağılmış bu gazda bazı kararsızlıklar oluştu. Bu kütle çekimsel kararsızlıklar, kütlenin birbirini çekmesine, dolayısıyla da gazın yoğunlaşmasına neden oldu. Fakat bu ilkel oluşum nasıl bir disk haline dönüştü? Bunu şu şekilde açıklaya biliriz: Başlangıçta çok yavaş dönmekte olan yoğun gaz, sıkıştıkca hızlanır - bu momentumun korunumu ilkesine dayanır. Dönmenin etkisi yoğun gazın incelerek bir disk biçimini almasını sağlar. Bundan birkaç yıl öncesine kadar bu görüş sadece Güneş sistemimiz için geçerliydi. Sonra araştırmacılar başka toz bulutlarına baktıklarında, yıldız oluşum bölgesinde genç yıldızların çevresinde karanlık toz disklerini gördüler. 2.1. YILDIZLARIN OLUŞUMU Bugüne kadar yapılan araştırmalardan, yıldızların çok yoğun gaz ve toz diskinin sıkışmasıyla oluştuğu bilinmektedir. Bu bulutun kütlesinin, bütün Güneş Sitemi’nin kütlesinin binlerce katı olduğu tahmin ediliyor. Bulut başlangıçta soğuk (10-50 oK) , çalkantılı ve manyetik alanların etkisi altındadır. Rast gele oluşan topaklanmalar, kütle çekimsel sıkışmayı başlatabilecek uygun bölgelerdir. Kütle çekimiyle, çekirdekte giderek daha fazla madde birikir. Çekirdek büyüdükçe, çevredeki madde artan bir hızla çekirdeğe toplanır. Sıkışmanın etkisiyle basınç, basınca bağlı olarak da sıcaklık artar. Koşulların elverişli olduğu merkez
    VII
    kısmında atomik tepkimeler ortaya çıkar. Böylece, ga

  • Muhammet Bilal Naçar
    Muhammet Bilal Naçar

    Güneş Sistemi'nin dışındaki Kuiper Kuşağı'nda su ve organik moleküllerin birçoğu var. Burada hayat başlayabilir. Kuiper Kuşağı ve özellikle Plüton, yaşamın kökenlerinin yanı sıra, gezegenlerin nasıl oluştuğunun anahtarını da elinde tutuyor olabilir. Bu bölgeye yolculuk planlandı.

    Amerikalı Gökbilimci Marc Buie'ye göre, ‘uzaklarda ilginç olaylar yaşanıyor'. Buie, Güneş Sistemi'nde Plüton'dan daha ötede, Kuiper Kuşağı olarak adlandırılan küçük ‘dünyalar' kümesindeki tuhaf bir cisimden söz ediyor.

    Uzaklarda, gezegenlerin oluşumu hakkında önemli ipuçları verebilecek birçok buzlu yapı var. Bu bölgede hayat bile olabilir. Ancak Buie'nin asıl ilgilendiği yer Güneş Sistemi'nın dışındaki Kuiper Kuşağı. Oradaki gök cisimlerinin sayısı hızla azalıyor. Dev bir cismin, çekimiyle burayı temizlemekte olduğuna inanıyor.

    Bu fikri savunan yalnızca Buie değil. Southwestern Araştırma Enstitüsü'nde gezegen astronomu olan Alan Stern de benzer görüşte. Londra Üniversitesi'nden Mario Melita aynı konu üzerine bir makale yayımladı (Icarus, sayı 160, s. 32) .

    Yazıya göre, Mars veya Dünya'yla yaklaşık kütleye sahip bir gezegenin varlığı, gözlemlerle çok uyuşuyor.

    Böylece, 10. gezegen, yani X Gezegeni, yeniden haritadaki yerini almış oldu.

    20 yıllık tartışma

    10. gezegenin varlığı fikri en son 1983 yılında, Kızılötesi Astronomi Uydusu'nun (IRAS) , gezegenin yerini saptadığını ileri sürmesiyle tartışıldı. İddialar doğru çıkmadı, ama fikir tamamen ortadan kalkmadı.

    Çünkü uzun zamandır, Plüton'dan daha ötede küçük ‘dünya' kümelerinin olduğuna inanılıyordu. Fikir ilk olarak 1943'te İrlandalı astronom Kenneth Edgeworth tarafından ortaya atıldı; birkaç yıl sonra Hollandalı Gerard Kuiper de aynı sonuca vardı. Ancak, 1980'lerde gezegenbilimciler, Neptün ve Plüton yönünden bazı kuyruklu yıldızların geldiğini fark edene kadar, bu bilim adamı teorilerinde yalnız kaldı.

    Hawaii'deki Mauna Kea Gözlemevinden Dave Jewitt ve Jane Luu 1992'de, bu kuyruklu yıldızların ilk parçasını keşfetti. Bu, Plüton'un yaklaşık 10'da biri büyüklüğündeydi. Kasıma kadar Kuiper Kuşağı Cisimleri'nin (KBO) sayısı 700'e ulaştı.

    10 milyon cisim

    Ancak keşfedilenler buzdağının küçük bir kısmıydı. Jewitt, bir kilometreden daha büyük çaplı, yaklaşık olarak 10 milyon KBO bulunduğunu hesapladı.

    Bunların hepsini topladığınızda, cisimler, Dünya'nın kütlesinin onda 2'sine, yani Mars ve Jüpiter arasındaki asteroit kuşağın toplam kütlesinin aşağı yukarı bin katına eşit olur. ‘Asteroit kuşağı, Kuiper Kuşağı'nın parlak ışıkları ve büyük kentiyle karşılaştırıldığında, yalnızca küçük bir köydür' diyor, Stern: ‘Bu kuşak, 100 bin ‘minyatür gezegen'i içeren gezegensel bir oluşum bölgesidir.'

    Bunların bazıları hiç de minyatür değil. 2001'den beri astronomlar, çapları 1000 kilometreden büyük 4 KBO'ları keşfetti. Plüton'un yarısı büyüklüğündeki bir KBO ise ekim ayında, Caltech astronomları Michael Brown ve Chadwick Trujillo tarafından bulundu ve adına da Los Angeles bölgesinde yaşayan yerlilerin dilinde ‘yaratıcı güç' anlamına gelen Quaoar kondu. Bunun haberini de BİLİM dergimizde duyurduk.

    Dünya'dan 6.5 milyar kilometre uzaklıktaki Quaoar'ın çapı bin 200'ün üzerindeydi. Quaoar, Güneş'in çevresini 288 yılda dönüyordu.

    900 gezegen daha mı var

    Plüton'dan beri Güneş Sistemi'nde keşfedilen en büyük cisim olan Quaoar gezegeni, KBO'ların bir süre sonra, büyüklük olarak Plüton'a rakip olacağını gösteriyor. Jewitt, ‘Plüton'un 2 bin kilometrelik tek cisim olduğunun kanıtlanması inanılmaz bir olay olur. Böylece, birkaç yıl içinde Plüton II, Plüton III elde etmiş oluruz' diyor ve ekliyor, ‘Güneş Sistemi'nde 9 yerine en az 900 gezegen daha var ve bunların en az 8'i Kuiper Kuşağı'nda bulunuyor.'

    Gezegenbilimcileri harekete geçiren yalnızca bu olmadı. Diğer gezegenlerde, Dünya'da varolmayan biyoloji örnekleri de bulunabilir. Bu da, Kuiper Kuşağı'nın, yaşam için gerekli olan hammaddelerin ambarı olabileceği anlamına geliyor.

    Astronomlar, kızılötesi spektroskop sayesinde, bazı cisimlerin yüzeyinde buz ve hidrokarbonlar belirledi. Bu bulgular, hayat olduğuna ilişkin, açıkta su veya hiçbir organiğin saptanamadığı Mars'a kıyasla daha güçlü kanıtlar sunuyor.

    Orada hayat başlayabilir

    Kuiper Kuşağı, Güneş Sistemi'nin su ve organik moleküllerinin bir çoğunu içeriyor. Bugün bu kuşakta hayat olmayabilir, ancak gelecekte başlaması neredeyse kaçınılmaz. Stern'e göre, ‘Güneş dev bir kırmızıya dönüştüğünde, Kuiper Kuşağı da Miami sahili olacak ve belki de yaşam orada yeniden başlayacak.'

    Kuiper Kuşağı ve özellikle Plüton, yaşamın kökenlerinin yanı sıra, gezegenlerin nasıl oluştuğunun anahtarını da elinde tutuyor olabilir.

    IRAS uydusu, diğer güneş sistemlerinin çok benzer bölgelerindeki gezegen oluşumlarını inceledi. Gözlemlerde, genç yıldızların çevresinde KBO'lara benzeyen buzlu yapıların kendi aralarında çarpışmaları sonucu oluşan toz diskleri saptandı. İleride, gezegenlerin oluşumu hakkındaki bilgileri Kuiper Kuşağı'ndan öğreneceğiz.

    Stern, Güneş Sistemi'nin kökenleri hakkında en fazla bilimsel bilgi sunan yerin Plüton olduğu görüşünde. ‘Plüton, ileri derecede gezegen oluşumunun gerçekleştiği, ancak tamamlanmadığı bir yer. Burada, ‘gezegen embriyon'larını araştırma şansını bulabiliriz.'

    Sözgelimi, Plüton ve uydusu Charon'daki kraterler incelendiğinde, KBO'ların milyarlarca yıldır çarpışmakta oldukları bulunabilir ve tüm gezegenlerin, küçük cisimlerden oluştuğu fikriyle ilgili de kanıtlar sunulabilir.

    New Horizon'la Plüton'a

    NASA'nın, yararlı ve ucuz bir keşif planlamak için düzenlediği yarışmada, 2006'da gönderilmesi planlanan New Horizon insansız roketi geliştirildi.

    New Horizon, fırlatılışından tam 1 yıl sonra, Jüpiter'i geçecek ve Temmuz 2012 gibi kısa bir zamanda, Plüton'a varacak hıza erişecek. Stern, ‘Güneş Sistemi'nde, ileri doğru yol aldıkça, her şey daha zorlaşıyor. Bu bölge, bilimsel olarak bir harikalar diyarı ve bizler de, şeker dükkanındaki çocuklar gibi olacağız' diyerek heyecanını dile getiriyor.

    New Scientist dergisinde yer alan yazıya göre (14 Aralık 2002) , New Horizon, Plüton'un atmosferindeki sıcaklığı, neyden oluştuğunu ve tam olarak atmosferde neler gerçekleştiğini araştıracak.

    Plüton'un ardından 3 farklı KBO'yu daha ziyaret edecek. Ancak bu yerler, kalan yakıta bağlı olarak belirlenecek. Uzay roketi, bu yerlerdeki kraterleri inceleyerek, bu kraterlere, uzaklardaki dev bir ‘dünya', belki de X Gezegeni'nin düzensizleştirdiği küçük yapıların çarpıp çarpmadığını da bulacak.

    Aslında, New Horizon Kuiper Kuşağı'na vardığında, X Gezegeni'nin varlığı çoktan doğrulanmış da olabilir.
    ___________________________________________________

  • Muhammet Bilal Naçar
    Muhammet Bilal Naçar

    Yıllardır dünyanın dört bir yanındaki astronomların yanıt aradığı bu soruya, bazı bilimadamları 'evet' demeye başladı.

    Güneşe dokuzuncu gezegen Plüton'dan iki kat daha uzak olan ve böylece güneş sisteminin en ücrada kalan üyesi olarak nitelendirilen buz yüzeye sahip bir kütle geçtiğimiz yaz keşfedilmişti.

    Bilimadamları şimdi Nature dergisinde yayımlanan raporlarında, UB 313 olarak bilinen bu kütlenin Plüton'dan daha büyük olduğunu yazdı. Bu bulgunun yıllardır tartışılan bir soruyu yeniden alevlendirmesi bekleniyor:

    Bir gezegenin gezegen olup olmadığına ne zaman karar verilir?

    Bu astronomların başına yıllardır dert olan kozmik bir bilmece.

    Bazıları, güneş sisteminin en uzak üyesi olan Plüto'nun gezegenler klübünden çıkarılması gerektiğini düşünüyor.

    Plüton'nun sadece güneş sisteminin kenarında, yörüngede devinen binlerce kütleden biri olduğu görüşündeler.

    Ancak Plüton yandaşları, ondan gezegen statüsünün alınmasının ayıp olacağını, zira yıllardır Plüton'u bir gezegen olarak nitelendirmeye alıştığımızı söylüyorlar.

    Ve astronomi çevrelerinde geçerli kabul edilenin de bu sav olduğu görülüyor.

    Ama bu cömert yaklaşım şimdi bir tartışmayı alevlendirmeye namzet.

    Çünkü bilimadamları yaptıkları hesaplamalar neticesinde, geçtiğimiz yıl keşfedilen ve UB 313 olarak bilinen bir kütlenin Plüton'dan biraz daha büyük olduğu sonucuna vardı.

    Hesaplamayı yapan Doktor Frank Bertoldi'ye göre, bu kütle de gezegen olarak adlandırılmak zorunda.

    'Plüton'dan büyük olduğu hesaplanan bütün kütlelerin, dolayısıyla UB 313'ün de bir gezegen olarak nitelendirilmesi gerekir' diyen Bertoldi, ekliyor:

    'Plüton gezegenken, ondan büyük bir kütleye gezegen dememek sadece tutarsızlık olur.'

    Teleskopların kalitesi arttıkça, Plüto büyüklüğünde kütlelerin keşfedilmesi muhtemel. Eğer bunlara da gezegen statüsü verilirse, güneş sistemimizde sandığımızın çok ötesinde gezegenlere sahip olduğumuz bir durumla karşı karşıya kalabiliriz.


    MuHaMMeT 5/B sinifi saygılarımLa

  • Simla Yenihayat
    Simla Yenihayat

    bulunamayan gezegenlerden birisi

  • Murat Özkan
    Murat Özkan

    biz dünyalıyız

  • Mustafa Keleş
    Mustafa Keleş

    bu gidişle cennetle cehennemide bulurlarsa hıc şaşmayın

  • Celal Koca
    Celal Koca

    10 uncu gezegende yasayan varliklar da bizi coktan kesfettiler
    biz nasil yeryüzünde hayvanlari takip ediyorsak onlar da bizi takip edip yönlendirmeye calisiyorlar bir birmize dünyamiza
    zarar vermeyelim diye yani biz daha az gelismis hayvan insanlar kontrol edmek zor is onlar icin

  • Cansu Aslan
    Cansu Aslan

    bence bizlerin keşfedermediği birçok gezegen vadır.siz aklınızı yenilikçi tutun bence...