Başkalarının aşkıyla başladı aşkımız,
Belki çok masumca, belki çok sinsice.
Beraber attığımız her adım sonumuzdu,
Bunu bile bile biz gene beraberdik.
Yarınımızdan haberimiz yoktu,
Biz aşkımızı yarınsız yaşadık.
Neyi biliyoruz, bu kısacık hayatta bunca dönen şeye rağmen? Her şeyin farkında olduğumuzu sanıyorken, hiçbir şeyi göremiyormuşuz… Anlaşılan hayatın sadece bir yüzünden haberimiz var. Bu küçücük ömrümüzde henüz hayatın gerçekleriyle karşılaşamadık.
‘’Hayat boyu bir amaç için yaşadık… Ya da yaşamak için bir amacımız vardı…’’ Amacımız, güzel bir geleceğin yavaşça bize yaklaşması için çalışmalar yapmak, önlemler almak ve büyüdüğümüzde sorunlarla karşılaşmamak için çaba sarf etmek... Bu döngü dünyanın her bir tarafında aynı değil mi? Fazla sıkıcı olmasına rağmen normal olan bu mu? Tüm insanlık bu normali benimsemişken neden hiç birimiz tersini denemiyoruz? İnsanların gözünde normal kabından mı çıkıyor?
Şimdiye kadar sırtımıza düşen yüklerin ağırlığıyla tartıştık. Bir yerden sonra her şey gibi bu da sıkıcı olmaya başladı. Tartışmadan ayrılarak arkamızdakilere yer verdik. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu anlayabilecek kapasiteye sahip olduk. Diğer değişle büyüme yollarına adım attık. Normal bilinen olayları bizimde onayladığımızı anladık aslında başta ne kadar inkâr etsek de. Bilinmeyen bir gerçek kemiriyordu tüm insanlığın beynini. Hiçte adil olmayan hayatta tüm hayat hikâyeleri aslında birbirini tamamlıyordu. Göremediğimiz vahşi yaratık herkesi birbirine düşürüyordu.
Hayat bu kadar kalleş,
Bu kadar vefasız,
Bu kadar lanet mi be arkadaş?
Hayat bunlardan ibaret mi?
Yoksa sadece bizim için mi böyle?
Bizim mi kaderimiz bunlara ait?
Rüzgâra kapılmış giden bir yaprak gibiyiz…
Durmamakçasına savruluyoruz…
Öylesine bitkin düşüyoruz ki;
Asi rüzgâra karşı çıkamıyoruz…
Oynanan maçta hayat 1–0 öne geçiyor…
Rüzgâr bizi her bir köşeye savuruyor…
18 Mart… Türk evlatlarının tarihinde imzası bulunan Çanakkale zaferi… Ve ölmeyi umursamadan, vatanımızın topraklarına yar olan Mehmetçiklerimiz… Bir yandan da bayrağımız, namusumuz ve bağımsızlığımız… Ardından görmüş geçirmiş Çanakkale… Üzerinde kıyametlerin koptuğu, düşmanların hem de yiğitlerimizin kanının aktığı geçilmez toprak… Ve liderimiz Mustafa Kemal Atatürk…
Ya kitaplardan okuduk sizleri ya da dedelerimiz ve ninelerimizden dinledik… Kimi zaman törenlerde kimi zamansa tiyatrolarda ki insanlar canlandırdı yiğitliğinizi… Ne büyük bir gururmuş bize bırakmış olduğunuz bu zafer. İçinizde emanet olarak taşıdığınız asil kanları vatanımız uğruna dökmeniz ne onur vericiymiş…
Çanakkale… Kan dolu gövdesiyle başı dimdik olan dişi bir varlık misali, hala dimdik ayakta, geçilmeyeceğini haykırmakta… Geçilmez, çünkü burası Çanakkale… Türk’lerin onuru, gururu, huzuru ve düşmanların çukuru… Türkiye’yi kurtarmak pahasına insan kılığına bürünmüş meleklerimizin kanlı gölü… Göğsümü gere gere söylüyorum, Çanakkale geçilmedi, geçilmez de…
Güçsüzüm eskisine göre. Dik duran omuzlarımın düştüğünü görüyorum aynada. Başkalarına küçük görünen bu sebep neden bana dünyadan da büyük gözüküyor? Gururluyum diye gezinirken ben, evrenin en gurursuzu haline geldim bir anda. Sebep ne, yok olan ne, derdiniz ne ey kötülük? Bu bünyenin dayanmayacağını bile bile içime ne zehri işliyorsunuz? Küçüğüm, küçücüğüm kötülüklerinize karşılık. Güçsüz, her belaya açık bir haldeyim… Kim yardım eder derseniz, kimim var ki arkadaş? Yazıyorum, gözyaşlarımı döküyorum satırlara… Neden bu kadar olumsuz bakıyorum hayata diye soruyorsanız; olumlu bir yanını görmedim ki… İsyan etmiyorum kaderime, isyan etmiyorum Rabbime… Yardım diliyorum, küçük bir umut görmeyi istiyorum… Çok mu, bilmiyorum…
Ağlamayın ardımdan diyorum ama nasıl gideceğimi bile bilmiyorum. Gurursuzun teki olsam da aynı zamanda korkağım da. Cesaret edipte gidemedim, kalakaldım öyle biçare. Neyi nasıl çözeceğimi soramadım kimseye. Hiç birinin bana sahip çıkmasını istemedim. Kaçırdım herkesi başımdan. Gittiler… Kimsem kalmadı; derdimi açabileceğim kimsem… Dolan gözyaşlarım inadına dökülmedi insanların karşısında. Gurur diye geçinirdim. Oysaki gurur neyi değiştirdi ki? İçten içe daha da yok etmekten başka neyi değiştirebilir?
Yeni bir çizgiyi çekmem gerekir diye düşünüyorum defterimin arkasına… Ama o ardımda kalan yerlere bakmaya cesaret edemiyorum. Her defasında beynimi kemiriyorlar. Dostça mı yoksa düşmanca mı, bilmiyorum… Kurtarın beni diye haykırıyorum içimden. Kimse duymasın diye içimi sökerek acımı işliyorum adeta kanıma.
Gelişin gibi gürültülü olamasın gidişin.
Giderken ne bak arkana,
Ne de yap son konuşma.
Yaşarım acımı içimde yansıtmam muhakkak.
Yaktım kelimelerimi, çektim kendimi sessiz köşeme,
Sustum sana, sustum dünyaya, sustum kendime.
Geçmişi silmekti amacım; başıboş bıraktım kafamı kırıklarla,
Benliğimi kaybettim, arıyorum yollarda sessiz çığlıklarla…
Kalemim konuşur triplerle,
SENİ SEVİYORUM
Bende SENİ SEVİYORUM
Bir zamana kadar süren mutluluk,
Ve az sonra kopan bir çığlık gidenin ardından.
Beklemek, öyle acı veren bir silahtır ki;
Öldürmez ama öldürmesi için dua edersiniz,
Kurşun yarası gibidir;
Bedenini kanatmaz fakat kalbini hiç durmadan kanatır.
Beklediğiniz kişi sizin canınızı çok yakan biri olur genelde.
Ona karşı aynı duyguları beslersiniz hep içinizde,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!