Hiç bilmediğim bir zamanda, hiç bilmediğim bir yere göçüp gittim. Buram buram ayrılık kokmuştu. Burası çok uzak bir köydür. Burası dört dağın ortasında geçen nehrin üstündeki dağın yamacına kurulmuş bir köydür. Zaman kıştır.
Buranın kışları çok sert geçer. Soğuk, fırtına ve uzaktan gelen kurt ulumaları… Kış soğuğu kadar yazları da güzel olur. Renga renk çiçekler, doğayı büyüleyen yeşillikler, dağların uzak yamaçlarını süsleyen meşe ağaçları. Zaman bir su gibi akıp gidiyor, kendini bilmezliklere doğru.
Zaman kıştır şimdi. Dışarda kar yağıyor usul usul. Lapa lapa yağan karla birlikte fırtına var. Gün akşama doğrudur. Dışarda oynaşan çocuklar, koşuşanlar, evlerine gidenler… ve işine koşanlarla doludur. Herkes dışarda bir ben içerdeyim. Evin dört duvarı arasında. Alışık değilim ya ben soğukluğa, kar nedir bilmezdim şimdiye kadar. Çaresizce olup bitenleri izliyorum. Uzak diyarlardan geldim. Yabancısıyım ben buranın. Her ley onlar için güllük gülistanlık. Yağan kara aldırış etmiyorlar. Sanki onlar bütün ömürlerini kışa adamış gibidirler. Hiç üşümek bilmeyen çocuklar sabahın ilk saatlerinden gün batımına kadar kendilerini karın altına atıp fırtınaya, soğuğa hiç aldırış etmiyorlar. Buna bir tek ben yabancıyım bu uzak köyde. Belki bir sınır belki de çok merkezi bir yerdir. Ama ben nereli olduğumu bilmiyorum. Ya da nerede olduğunu bilmiyorum. Buranın giyim kuşamı, yemek kültürü, yaşayış biçimi çok farklıdır bizimkisinden. Köyün altındaki nehir gürül gürül akıyor. Nehrin kenarına gidip taş atan çocuklar kurt ulemalarıyla korkup geri kaçıp geliyorlar.
Soğukluk giderek artıyor. Akşam saatlerinde. Beraberinde yağan kar fırtınaya dönüyor. Artık köy damları boşalıyor yerini sessizliğe bırakıyor. Akşamın çilesi başlar artık. Hiç bilmediğim bu yerde ilk geldiğim akşam nasıldı, şimdi ise nasıldır? İnsan alışmam dediği şeylerde zamanla alışıyormuş. Bak alıştım artık her şeye yaşamaya, kara, fırtınaya, soğukluğa, elektriksizliğe ve susuzluğa. Uzun kış akşamlarının sabahı olmaz. Tek başıma küçük odamda oturur seni düşünüp hayal ederim. Gözlerim derin derin uykuya vurur kendini düşlerim arasında.
Dışarda asi bir şekilde yağan kar, fırtınanın uğultu sesi. Bunlar duru uzaktan gelen kurt ulemaları başlar, cevap ise köpeklerden gelir. Gecenin sessizliğini kurt ulemaları ve köpek havlamaları bozar uzun bir zaman aralığında, dört tarafı dağlarla çevrili köyün. Nehrin akış gümbürtüsü çılgıncadır. Sonbahar yağmurların ve şimdide güneşli günlerde eriyen kar sularıyla debisi bir hayli yükselmiş. Çılgınca akan bu nehir suları gecenin ortasına gümbürtüsüyle damgasını vurur. Nehir akar ben seni düşünürüm. İster kar beyazlığı ol, ister fırtınanın korkutucu uğultusu, istersen de nehrin gümbürtüsü ol… Sen bana hem çok yakın hem de çok uzaksın. Yakınsın çünkü kar’ımsın, fırtınamsın, nehrimsin. Uzaksın ilkbahar çiçeklerinin kokusu kadar, uzaksın fırtına kadar ürkütücüsün. Çünkü ellerim ellerine değmiyor, gözlerim gözlerine dalmıyor. Gecelerim sensiz geçiyor. Elektriksiz geceler boyunca tek başıma sabaha kadar otururum. Bir yanda seni düşünürüm, bir yandan alçak damların üstünde gezen kedileri izleyip, dağların beyaz gelinliğine dalarım. Beyaz gelinlikte umut vardır belki de. Gecelerime konuk olup uzun kış gecelerime misafirim olursun. Ben seni her an düşünüyorum. Kar fırtına, kış yaz hiç fark etmeden.
Şimdi hiç bilmediğim bir yerdeyim. Kışın tam ortasıdır. Köy halkı için kış bir umuttur. Bende alıştım her şeye onlar gibiyim artık. Alışmalıydım da çünkü yabancısı bendim buranın. Kar fırtınayla yağar ben seni an be an özlerim uzun kış gecelerinde bir başına sensizlik içinde sevgilim.
Nisan yağmurları yağmaya başladı.
Biliyorsun ilham kaynağıdır yağmur şairler için.
Bir şiir yaz bana baştanbaşa sevdan olsun.
Bir şiir yaz bana baştanbaşa sen koksun.
Bir şarkı söyle bana içinde aşk olsun.
Özlemden yanıp tutuşayım.
Ayrılık nedir bilir misin?
Ayrılık onu özlemektir. Onun gelmesini beklemektir. En önemlisi de ayrılık; ayrı düştüğün andan itibaren onu ne kadar çok sevdiğini anlamaktır. Çok sevdiğinin farkına varmaktır. Ona seni seviyorum demek, ona sarılmayı, saçlarından tutup okşamayı, yanındayken onunda seni ne kadar çok sevdiğini anlamaktır ayrılık. Ayrılık kendi kendini yitirmektir. Kendini hüzünlü şarkı ve şiirlere vermektir. Şiir ve şarkılar ezberlersin yârin ayrığında, yokluğunda… Ve şarabını yudumlarken bir cigara sarıp onu hayal etmektir. Şarabınla ve cigaranla hayal dünyasına dalmaktır ayrılık. Onun hayallerinle uzaklara gitmektir. Hayallerle birlikte gecelerin daha çok uzamasıdır. Bir türlü yanında şarabın, başucunda ise; sigaran ve gecenin bitmemesidir ayrılık. Hayallerin uzar, gecen uzar, özlemin uzar, özlemin uzadıkça ayrılık ateşi kül eder yüreğini… Ve çalınan aşk, özlem, yalnızlık şarkılarının tekrar tekrar başa sarıp dinlenmesidir. Dertlenmektir, kederlenmektir, yalnızlaşmaktır… Gözyaşlarıyla dolan gözlerinin sigara dumanından yanaklarından bir nehir gibi akmasıdır ayrılık. Bütün bunlara rağmen onu unutacağım dedikçe; “onun yeniden ve daha çok hatırlayıp sevmektir” ayrılık. Kalbinde ona daha çok yer vermektir. Onu yanında iken ne kadar çok sevdiğini, uzağındayken daha çok sevdiğini anlamaktır…
Ayrılık…
“uzağındayken bile ayağa kalkıp çığlık çığlığa bağırıp “SENİ SEVİYORUM” diyebilmektir ayrılık.”
Dur; gitme sevgili
Dur; gitme sen n’olur.
Az kaldı sonbahara.
Hele şu sonbahar gelsin
Dokunsun yüreğime hüzün,
Dökülsün saçlarıma ağaç yaprakları
Hayırdır sana ey nehir,
Neden durgun akarsın sen?
Yoksa senin de mi gönlün yaralı benim gibi?
Durgun durgun akıp gidiyorsun,
Ağlama sen ey nehir…
Bak ben zaten ağlıyorum.
Uyku tutmadı gözlerimi neyim var bilmiyorum,
Aslında uykusuzluğu mu anlamak zor değil.
Ben seni sevdikçe sen benden uzaklaştın.
Sevgi yetmiyormuş sana,
Ne diyeyim artık bana gitmek düşer.
Sen uyu ben bir kuğu gibi sessizce çıkıp giderim.
Bu gün arkadaşlarımla buluştum. Eski mekânda yine biz bizeydik. Aramızda her zamanki gibi sen eksiktin. Söz dolaşıp dolandı yine sana geldi. Unuttun mu? diye üst üste sorular sordular. Ben de evet unuttum dedim. Çekip giden odur ben değilim neden unutmamayım ki. Oysa onlarda en az benim kadar biliyorlardı seni hala unutamadığımı. Belki senin için gözlerimden tek damla gözyaşı dökmemiştim, zaten sorunda gözlerimden gözyaşının dökülmesi değildir. Kalbim senin için her gün ağlıyordu. Nasıl ki harabe olmuş bir enkaz gün geçtikçe biraz daha parçalanıyorsa benimde kalbim senin için gün geçtikçe tıpkı o harabe enkaz gibi parçalara ayrılıp yok oluyor.
Ve aradan yıllar geçti. Ben hala seni unutmadım. Duydum ki geri dönmüşsün. Kalkıp sana gelmek istedim. Doya doya boynuna sarılmak, öpmek ve koklamak istedim. Ellerini tutmak sonra seninle uzun yol boyunca el ele gezmek istedim. Ama yapamadım… Ne kadar yapma denediysem de bir türlü başımı musallat taşından kaldıramadım. Ama o geldi sarıldı bana. Ellerimi tuttu. Soğuk ve cansız ellerimi… Sonra cenaze namazımı kıldı. Kalabalığın içinde çıkıp başucuma geldi. Eğildi kulağıma usulca “gerçekten unuttun mu beni? “ diye sordu. O sordu fakat ben bir türlü cevap veremedim. ÇÜNKÜ O AN BİR TABUTUN İÇİNDE BEYAZ KEFENİ GİYDİRİLMİŞ BİR ŞEKİLDEYDİM.
Ver elini göstereyim sana olan sevdamı
Eriyip tükensem de akşamsefasının karanlığında,
Yalnızlığı okuyabiliyorum gözlerinin derinliğinde…
Son elveda olsan bile bana.
Eski bir şehrin umutsuz sokakları gibiyim şimdi
Lale olup konsam ellerine belki o zaman dinerdi yüreğimdeki acı…
Yolcudur kadınım.
Gider hiç bilmediği uzaklıklara,
Heybesinde umut vardır.
Dağlardaki patika yolda; umuda yürür kadınım.
Bazen ağlamaklı bir çift göz,
Bazen karanfil kokulu bir çiçek,
Ah kalbim…
Ah edip ahlama n’olur.
Biliyorum derdini,
Şimdi onun yanında olup;
Kızarmış yanaklarında ısırmak isterdin.
Isırıp öylece ölmek isterdin sevinçten,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!