Her hafta sonu bizim evin mutfağı mahalle fırınına dönerdi. Hamurlu mamaları bizim ufaklıklar çok severdi. Ufaklık dediysem en küçüğü ilkokul dörde giden geleceğin birkaç anne adayı … Pazar sabahları pikniğe gidilirdi. Pazartesi olunca okul için beslenme çantaları hazırlanır, içlerine “fırın günü” pişirilen böreklerden, kurabiyelerden koyulurdu.
Bu anlattığım eskidendi yalnız. Arasıra hala “haftasonu fırıncılığı” yaparız tabii ama eskisi gibi mutad hali yok artık. Bu cumartesi de çocuklarımın hepsi evdeler. Onları bir arada bulunca oklavayı konuşturmamak olur mu? Pamuk prenses, “ıspanaklı börek” diye tutturdu. Büyük kızım, “ben turta istiyorum” dedi. “Elmalı olsun lütfen! ”
“Peki Zeynep Sultan.. sana elmalı turta. Siz ikiniz? ”
Onlar da istedi bir şeyler. Bendeniz mutfağa girdim.. kolları sıvadım… hem yapıyorum… hem korkuyorum.. neden mi? Onlardan ben de yiyeceğim de ondan! Çok zamandır boşvermişlik ve kendini koyvermişliğin ceremesi kilolar artık fazla olmaya başladılar. Onları söküp atmam gerek.
Ertesi sabah dün yaptığım kurabiyelerden birkaçını ateşe elimi dokunduracakmış korkusuyla kendimden bile gizlemek isteyerek aldım. Küçük bir poşete koyup çantama yerleştirdim. İşe gidince sabah kahvemin yanında iyi gider ya. Evden çıktım. Havadaki tuhaflık ilgimi çekiyor, karanlık gibi sanki daha vakit erkene benziyor. Saate bakıyorum tamam. Arabanın gelmesine 3 dakika var. Ancak inerim.
Beklemeye başlıyorum. Araç ortalarda yok. Saatim yanlış olabilir mi? Hava da zaten tuhaf! .. Dile getirmeye korkuyorum ama şu güneş tutulması ile ve sonrası ile bir ilgisi olabilir mi diye düşünmeden de edemiyorum. Caddenin karşısından kocaman, sütlü kahve tüyleri olan bir köpek başını kaldırıp bana doğru baktı. Sanki çocuklarımdan biriymiş gibi teklifsizce gelip yanıma sokuldu. İri ve güzel bir hayvandı. Karnının açlığı olduğundan daha zayıf gösteriyor, tüyleri parlaklığını yitirmiş gibi duruyordu. “Hmm” dedim “seni yaramaz nasıl da aldın kurabiyelerin kokusunu.” Elimi uzatıp seveceğim de korkuyorum. Takılırsa peşime bırakmaz diye. Çantamdan kurabiyelerin birini çıkarıp ilerideki yeşilliğe doğru fırlattım. Koşarak gitti. Önce kokladı. Sonra bir lokmada yutuverdi. Kocaman gösterişli bir başı, iri siyah ağzı vardı. Birini daha çıkarıp fırlattım. Çantamda bir tane kalmıştı. Havadaki, beni ürküten renk yavaş yavaş açılmaya başladı. Bizim araç hala ortalarda yok. Aşağıya, yol ayrımına doğru yürüyüp orada beklemeye karar verdim. Sanki ben oraya gidince daha çabuk gelecekmiş gibi. Uzaklara bakarken birkaç dakika geçti. Olduğum yerde arkama doğru döndüm. Bir çift kahverengi göz yüreğimin içini tuz- buz ediverdi. Demin ki köpek yiyeceğini bitirdikten sonra benim arkamdan aşağıya kadar gelmiş, hiç ses etmeden, başını kaldırmış, o, yüreğimi lime lime eden bakışlarını bana dikmiş, sabırla çantamda kalan diğer kurabiyeyi de istiyordu. Ama o nasıl bir istemeydi öyle! Aman Allah’ım! ... o ne asil bir duruş! .. verirsen sen bilirsin… vermezsen canın sağolsun der gibi.
Çıkarıp, kendime kilo yapacağım, gerçekte onun ihtiyacı olan son kurabiyeyi büyük bir sevinçle ona verdim. Ben kilo edinmekten kurtulmuştum, asil köpek karnının açlığını içine gömmekten.. bu arada araba da gelmişti. Şöföre saati sorduğumda benim saatimin 15 dakika ileri olduğunu öğrendim. Ah yaramazlar sizi.. gene bir muziplik yaptınız demek… Akşam olunca görüşürüz nasılsa! ....
Kayıt Tarihi : 25.4.2006 19:56:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!