Şimdi o unuttuğun yara,
bir eski şarkının ilk notası gibi usulca sızlar içime.
Kabuk bağlamış bir anı,
dokundukça kanamaya başlayan bir düş.
Belki bir kırık gülüşün gölgesi,
Ne gördük ne vardık bizde huzura,
Gönül gözüyle bağlandık nura.
Üveys el-Karani’nin sırrıyız biz de,
Görmeden yandık Muhammed Mustafa’ya.
Pir Sultan’ın aşkıyla çaldı sırlar,
Aynı anda her mekanda
Aynı anda her zamanda
Aynı anda ne mekanda
Aynı anda ne zamanda
Aynı anda dün, aynı anda bugün
Aynı anda zaman...
Toprak bir, ama ağaçlar çeşit çeşit,
Deniz bir, ama balıklar renk renk.
Hakikat bir, sözler binbir çeşit,
"Lâ mevcûde illâ Hû" dedikçe ten bekler emek.
Aynı güneş doğar binlerce pencereden,
Yüce dağ başına kar olup yağdım,
Rüzgâr olup Düldül ile yarıştım.
Âdem olup yerlere saçıldım,
Mûsâ'ya Hârûn oldum da geldim.
Baykuş oldum vîrâneler dolaştım,
O,
Ters akan şemsiyenin altında,
Suyu tutan değil,
Suya tutunan.
Kaldırım taşlarıyla konuşur:
"Beni de alın, sizdenim artık!"
Boynumda taşıyorum yalnızlığı,
bir ömür süren bir saat gibi.
Her saniye,
geçen bir an değil sadece,
bir ağırlık çöküyor omuzlarıma.
Gecenin sessizliği
Asfaltın altında,
Tavana asılı kalmış
Bir çocuk parkı gördüm:
Salıncaklar kanat çırpıyordu,
Kaydıraklardan
Gece bekçileri kayıyordu.
Dünya yaratılırken koptu kıyamet,
Bir başlangıç, bir son, iç içe girmiş.
Zerrelerden evrene yükselen feryat,
Hem doğum sancısı, hem ölüm sesi.
Gökler yarılırken, yıldızlar düşer,
Yâr bağına girsem ne olur,
Gonca gülün dersem ne olur?
İnce belin sarsam ne olur,
Beni dert bağına bağban ettiler.
Meyhaneye dalsam ne olur,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!