Sevda nehri kururken, dağların yamaçlarında,
Bil ki, gönül kaleminin son damlasıydı, sana kalan.
Yapay ama içten görünen zafer naraları, aldanışın acı yankısıydı,
Zira, sana adanan her sözün, bir tufanın fısıltısı olduğunu bilmeliydin.
Eflatun laleler yerine, çorak topraklar boy verdi ruhunda,
Çünkü, gönül bahçeni başıboş bıraktın.
Belki bir kartal yuvasından, yükseklerden seslenerek,
Belki de derin bir vadinin, sessizliğinden gelerek,
Unutma, her düşüşün bir öğretisi vardır.
Aslında, orman kahvelerinin ıhlamur kokusuyla,
Yazdım sana dair, tüm aşılmaz destanlarımı.
Senin, cenneti susturan, sağanakların vardı hayatında,
Benim ise, cennet bahçelerinde bestelediğim,
Yıkık anıtların, valsleri vardı.
Yüreğindeki atın, serbest piyanistliği arasında, soluğun kesildi.
Çoğu gün, sensiz battı bu düzlüklerdeki güneş,
Sensiz uğurladım, son sancaklarımı nehir kıyısından,
Teker teker saydım, takvimden düşen kuru yaprakları.
Hepsi birer kaybolmuş savaşçıydı, bilmelisin.
Aşkın kalkanını taşımak, her zaman kanayan bir yara gibiydi.
Şafaksız notalar, sayıyorum şimdi,
Avuçlarımda bir boşluk ordusu, gönlümde kanayan bir yara.
Sana atılan her adım, topladığım taşlardan bir zafer takı oldu.
Daracık pencereli, kulelerin içinde,
Zindan taşları üzerinde, kaçırdım uykularımı,
Kahramanların, yenilgi şarkısında.
Burada bir meşale ışığının, sonatına hasret kaldım.
Çoğu zaman, yüzüme kapanan kale kapıları,
Kaçıncı umudun, son müziği olduğunu bilmeden, ölmesine neden oldu.
Kara kaplı kitabımın, on dört Mart sayfasında yazan, senfoni şuydu;
*
Burada gündüzler, adagio kadar yavaş ve huzursuz,
Geceler ise, bir savaş çığlığı fortissimo'su kadar yakıcıdır.
Terk edilişler, farklı sancağın altında sunulur, kırık tepsilerde.
Sahte kralların, gezindiği bu diyarın yollarında,
Bestelenir gözyaşıyla, gerçek sevdalar.
Burada, koro halinde söylenir, ziyaretçin var diye,
Çünkü kavuşmalar, piyano gibi naif,
Terk edilişler ise, presto gibi acımasızdır.
Saat geceyi,
Gece şafağın crescendo'sunu, ağıtlar gibi söyler.
Kırık borazan, yan çadırdan savaş marşları çalar.
Burada tarifsiz sevgiye, ağlar notalar.
Rüzgârlar tersinden eser.
Orada da, karanlık mıydı gökyüzü,
Yoksa ben mi göremiyorum, o eşsiz notaları?
Azrail’le olan o son buluşmaya,
Saklıdır sol cebimdeki, son mızrağın acılı finali.
*
Şimdi gidiyorum...
*
Otuz dört nolu patikadan yükseliyor, umudun senfonik ağıtı.
Oysa otostop çeken, garip bir savaşçıymışım ben.
Dört ağaç öndedir, tüm geleceğimin kaybolmuş solosu.
At arabası üstünde izledim, hızla giden vadilerin kırık harmonilerini.
Yanımda ekmeğimi paylaşıp,
Karın tokluğuna, yolculuk yapan,
Yetmiş dört yaşındaki, ihtiyardan öğrendim,
Tuzlu peynirin kokusunu, hüznün akordunu.
Bunun adı yolculuktur.
Güneş doğar,
Güneş batar.
Dağlar arasında kovalanıyor, ay ile bulut.
Süresi dolmuş şarkılar, çalıyor radyoda,
Kimse dinlemiyor artık.
Bak, bunun adı yalnızlık.
Biraz neşeli, biraz hüzünlü bir tını var havada.
Acemi bir komutanın, gurbetten dönüşüdür bu.
*
Kimliksiz ağaçların yapraklarıydı, güzelliğinin solmuş ezgisi.
Derin ve keskin acıların altında, saklıdır çaresizliğin bozuk akordu.
Umutsuz insanların, hayata dönüşlerini anlatırdı, sendeki o son nefes.
Beklenmedik bir misafirdim, belki de senin için.
Sendeki bu ayrılığı, kovma çabası neydi?
Şimdi yanımda, hayatın bana armağanı olan,
Çizgisiz bir partisyon,
Baktıkça, o gözlerindeki ela denizde boğulmama neden olan,
Bir hüzünlü fotoğrafın melodisi,
Yaz beni diye bağıran, kılıçtan keskin kalem,
Ve,
Yerde, tüm şairlere ve ayrılıklara isyan eden, kandan bir yürek var...
Kayıt Tarihi : 3.9.2025 15:04:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!