Altın bir kadehten, içtim şimdi o şarabı,
Geri döndürmeye çabaladığım bir dünsün,
Ben yeni buldum, bırakmam burayı
İsterse Marmara beni güneye sürsün!
İlelebet, toz pembe rüyalara dalıp, gönlünü sarhoş etmek neye yarar?
Hak ettiğin sonu kabullenip, durmadan ilerlemek lazım şimdi.
Ufkun derin rengine bir taviz bile vermeyerek
Gökyüzünü konuşturmadan susturmak gerek şimdi.
Bir öykü, bir durum, bir incelik, bir yorum
Belli ki hiç mi hiç ihtiyaç duymuyorum
Sarılıyorum, sokağın bir ucundan diğerine
Yürüyorum geriden gelen gecenin tam dibine.
Bir selamı iki-üçe ver, bu kağıtların yeri unutulur mu?
Meraklanma ey eski defter, seni de gömecek bir yer bulunur.
Ancak o zaman senden geriye ne kalır bilemem,
Bilirsin ki ben tanrı gibi önümü göremem.
Ve güneş, şu ikiz kule gibi görünen dağların arasından
büyük bir küstahlıkla insanoğluna bakarak batıyor.
Ve gökyüzü, onun üzerini örten yakuttan bir yorgan gibi etrafını sarıyor.
Çiçekler soluyor, her şey üşüyor.
Dün gibiydi.
“İtiraz”
Gözlerimin önünden düzinelerce kez geçerken, varlığına olan saygımdan sana seslenmedim.
Sen bana hırçınca bir şeyler öğretmeye çalışırken, ben geceden sabaha kadar öğrenmeni sabırla bekledim.
Şu sonbaharın üzerinde titreyerek yağan yağmurlara selam.
Ne söylersek söyleyelim çok güzel yağıyor.
Bir geceyi hatırlatıyor bana sisli ve duru.
Bir sakin gelecek ile yalınca güzellik içinde,
Şehrin ışıkları altında — kar tanesi gibi.
Bir damlası düştüğü anda ufuktan sineme,
Bu güzel şehrimin rüzgarı serindi.
Gece gökte beliren hilal ki söyledi
Biz bu toprak kokan yollarda yazdık,
En fazla senin kadar güzel olan şiirleri,
Gözlerinin o karanlığına, bakarak.
Karanlıktı.
Odanın solunda kalan kısmı loş,
Sağında kalan kısmı ürperticiydi.
Bir duvar vardı üstü boyalı,
Bir pencere önü kapalı.
Gözlerim acıdan kapanıyordu,
Bir oradayım garip ben, bir burada,
Memleketim garbın eteğine tutunur,
Ben konuşmam pek bu şehr-i ırakta
Gözlerimden ruhumun içi okunur.
Belki beklerim acılarımın dinmesini
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!