Makro mu büyüktür, mikro mu?
Bu güne kadar insanlığın ulaştığı bilgi, irfan, hikmet ve hakikat birikiminden yola çıkarak ve bulunduğumuz orta mahalden 3. Boyut’tan, bize göre aşağıya (mikroya) ve yukarıya (makroya) doğru bakarsak; bu soruya elbetteki: “Makronun daha üst boyutlarına çıkılarak, sonsuz büyüğe doğru yaklaşım sağlanabilir” şeklinde bir cevap verilebilir. Fakat gerçek bu mudur?
Gerçek cevabı bulabilmemiz için, mikroya doğru tekrar, fakat bu amaçla bir göz atmakta yarar var: Hücreler boyutundan başlayarak sırasıyla element, molekül, atom, çekirdek, kuark ve kâinatın zeminini oluşturan dokuya (esir) kadar indiğimizde, adet olarak sayısızlığa, mekân olarak sınırsızlığa ve hareket olarak da sonsuz hızlara doğru yaklaşmış ve sınıra gelmiş olduğumuzu anlarız.
Bir sonraki boyut ise, quantum fiziğine göre; “sıfır hacimde, kütlesi olmayan ve fakat sonsuza yakın enerji yüklü bir nokta”dır. Bu nokta bazılarının dediği gibi ‘yokluk’ mudur, yoksa siyahî oluşu sebebiyle yokluk gibi mi algılanıyor?
Yoksa bu nokta Budha’nın ‘Hiçlik Zirvesi’ midir veya Kabbala’da: “Vücut bu nokta ile başlar” cümlesiyle bahsedilen nokta mıdır?
Bu acize göre hepsidir, hepsi aynı noktadan bahseder. Sonsuz hareket hızına yaklaşan bir nesnenin, bırakın bizim gözlemlerimizle, belki kuark ve hatta kâinatın dokusu olsak bile, onun farkına varmayı asla başaramayız, bu ancak ve ancak, o noktanın hızına ulaşmakla mümkündür. Örnek: Bir pervanenin döndürülme hızı, arttırıldığı oranda görünmezliği de artar.
Sonuçta, Big Bang teorisinden yola çıksak (biraz uğraştırıcı olsa da) o nokta kâinatın tohumudur diyebiliriz.
O halde ‘sıfır hacimdeki bir nokta’ bu acize göre makro açısından da mikro açısından da yokluk demek değildir, bilakis, esas varlık âlemine geçişin, sonsuzluğun kapısıdır o nokta, fakat o kapıdan ancak yok olunarak, tam bir hiçlikle geçilebilir. Ve yazımızın başında sorduğumuz; “Makro mu büyüktür, mikro mu? ” sorusuna, elbetteki içerik ve işlevsellik olarak her yönden mikro makrodan daha büyüktür diyebiliriz. Çünkü nihayette o makroyu da meydana getiren mikrodur.
Demek sonsuza yakın bir enerji, bir kudret (bizim gözlerimize inmiş bakış açılarımıza göre) o, kâinatın en küçüğünde mündemiç olduğuna göre; o halde ona kainatın en büyüğü diyebiliriz.
Onun adı İslam tasavvufu literatüründe, Sidretü’l Münteha olarak geçer ve miraca gidişte bir geçittir, bir makamdır ve Cebrail (as.) Peygamberimizi (asm.) bu durağa kadar getirip: “Buradan öteye ben geçemem, yanarım” diyerek buradan geriye döndüğü bir menfezdir. O, İsa’nın, ‘Sonsuz Yaşam’a gideceklere İncil’deki hitabıyla: “Dar kapıdan geçin” dediği, sonsuzluğa doğru açılınca sanal daralan bir koridordaki, kapı gibi algılanan, fakat kâinatın çekirdeği, tohumu olsa gerektir.
Aşağıdaki şekil belki bir açılıma yardımcı olabilir.
Tam burada yeri gelmişken, tasavvufta miraca çıkışta geçildiği ifade edilen, yedi kat gökyüzünün fiziksel yönden açılımı da bu acize göre şöyledir; yedi kat gökler esbab (sebepler-determinik) açısından şöyledir:
Birinci Kat: Âdem’in (as.) bulunduğu ve meleklerin kıyamda (ayakta) olduğu âlem. Hücreler boyutu, Hücreler Âlemi, bize göre sonsuz sayılabilir, çünkü sadece bir insanda 60 trilyon civarında hücre olursa, yalnız bu dünyadaki hücreler bile, hesaba gelmez.
İkinci Kat: İsa (as.) ile Yahya’nın (as.) bulundukları ve meleklerin rükûda (eğilmiş) olduğu âlem. Bize göre bu hücrelerden daha geniş bir sonsuzluk Moleküller boyutu, Moleküller Âlemi; 1cm3 havada 3x1022 adet molekül olması gösteriyor ki, dünyadaki moleküllerin sayısı hesaba gelir bir sayımıdır? Atom üstü âlemler böyle ise, daha aşağıya doğru inildikte atomlar, onların altı çekirdekler, çekirdeklerin altı baryonlar, baryonların altı kuarklar, kuarkların altı gözlemlenemeyen oluşumlar, onların altı, uzayın zeminini oluşturan esir ise; bütün bunları iç içe sonsuzluklar diye tarif etmemiz, yanlış olmaz sanırım.
Üçüncü Kat: Yusuf’un (as.) bulunduğu ve meleklerin secdede olduğu âlem. Atomlar boyutu; sadece insan bedenindeki atomlar bile saymaya gelir gibi değildir.
Dördüncü Kat: Azrail’in (as.) bulunduğu ve sayısını Allah’ın bilebileceği meleklerin bulunduğu âlem. Elektron, proton ve nötronlar yani çekirdekler boyutu.
Beşinci Kat: Harun’un (as.) bulunduğu ve meleklerin cümlesinin ayakta durup, ayaklarının parmak uçlarına bakarak yüksek sesle tesbih ettikleri âlem. Baryonlar boyutu.
Altıncı Kat: Musa’ın (as.) bulunduğu âlem. Kuark, gluon ve leptomlar boyutu.
Yedinci Kat: İbrahim’in (as.) , Beyt-i Mamur’un ve Sidretü’l-Münteha’nın bulunduğu âlem. ‘Sıfır hacimdeki bir nokta’ tabir edilen sonsuzluğa geçiş menzili olan boyut. Buradan sonrası Allah ile arasında, Kürsü, Arş ve Nur âlemlerinin de içinde bulunduğu, Hicap denilen yetmiş bin perdenin bulunduğu âlemler.
Makro âlemden mikroya gidildikçe, sanal büyüklükten (yani kasıt atom içi boşluk %99) , gerçek büyüklüğe gidiyor olmalıyız, çünkü bu gidiş bizi sıfır hacimdeki noktaya götürüyorsa eğer, o halde, sanal büyüklüğü oluşturan da, o sıfır hacimdeki noktanın, kainatımıza doğru açılımı olması gerek. O nokta, sonsuz hareket hızına yakın bir hızla, aynı anda hemen her yerde olabilme özelliğiyle, yani holografik olarak, önce kâinatın zeminini oluşturup sonra, lepton, kuark ve gluonları oluşturur, onlar da bir araya gelip baryonları, sırasıyla birbirlerini oluşturmak yoluyla baryonlar çekirdekleri, atomları, molekülleri, hücreleri canlıları ve yine elementlerden itibaren, taşı-toprağı, yıldızları, galaxi ve evrenleri oluşturup, zincirleme makroya kadar, bir dönüşüm, değişim, gelişim ve yenileşim tablosu meydana getirir. Öyle ise: “Sonsuz hareket hızı ile yapısı holografik bir oluşumu çağrıştıran, fakat daha somut olan, bize göre makroyu da ve bize göre mikroyu da oluşturan ve açılarak Gerçek Büyüğe geçit veren o nokta, Hakikat’ı-Muhammediye’dir, yani Muhammed’in (asm.) Üst Benliğidir ve kâinatın tohumudur. O nokta siyahî bir nurdur ve Beyazi Nur’un, ‘Hu’nun ayineye yansıması desek, yanılmış olmayız inşallah.
O Beyazi Nur her şeyin içindedir ve her şeyi oluşturan Sonsuz Bir Nurdur, sonsuz yoğunlukta bir bilgidir, bir ruhtur desek de yanılmayız, çünkü “O her an bir iştedir”, hepsi bizim farklı açılardan ve farklı bakışlarımızla gördüklerimizin ifadeleridir ve hatta O kendinin: “Varlıklar beni nasıl tanırsa ben öyleyim” diyerek, her varlığa göre değişik tanınabileceğini belirtmesi sebebiyle, hepsi doğrudur, fakat O’nu en doğru ve en mükemmel biliş, O’nu bilememeyi bilebilmektir diyebiliriz.
Fakat yine de en doğrusunu O bilir.
O'nun bize gösterdiğinden başka gördüğümüz ve bildiğimiz yoktur. O her şeyin hakikatini görür ve bilir.
11. Haziran. 2005
Ali OskanKayıt Tarihi : 26.1.2009 02:35:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!