İ - (Düz Yazı) Cemal (şehvet) , Celal ( ...

Ali Oskan
302

ŞİİR


6

TAKİPÇİ

İ - (Düz Yazı) Cemal (şehvet) , Celal (gadap) Dengeleri ve Ruhun Kemali

Allah’ın bütün manevi cemal ve kemal sıfatlarının tecellileri üzerinize olsun inşallah.

Allah ilk önce manevi cemal sahibi idi ve bütün sıfatları bu cemal sıfatı içinde mündemiçti, fakat işlevsel değillerdi. Allah bu eşsiz güzelliğini görüyor ve biliyordu, ama bu güzelliğini başkasında görmek ve başkasına göstermek istedi.

Bu sebeple, önce o manevi cemalinin içinde var olan manevi kemaline; sonra bu kemalin içinden zuhur eden celal ile cemaline; ondan sonra da o celal ve cemalin içinden sırasıyla zuhur eden, diğer bütün sıfatlarına işlevsellik kazandırarak, kendini onlarda göreceği ve kendini onlara göstereceği varlıkları benzersiz bir şekilde icat edip (ibda) , eşsiz bir şekilde meydana getirerek (inşa) halketti (tekvin) .

İşte bu nedenle; Allah’ı en güzel yansıtan ayna olarak yani, varlıkların içinde Allah’ın kendisini onlarda seyrettiği, manevi cemal ve kemali en üstün varlık olarak insan en başta gelir. Fakat insan kendindeki celal ve cemali dengeledikten sonra bu hale ulaşabilir ve bu hale ulaşabilen insan Allah’ı görmekte de yani, Allah’ın kendini onlara gösterdiği varlıklar içinde de, en başta gelir.

Fakat bu, insanlar için önce, ilim, irfan, hikmet ve hakikatten beslenen bir birikim sahibi olmalarına bağlıdır.

Bunun için de belli zaman aralıkları içinde, periyodik olarak nefsin, aklın, kalbin ve bunlara bağlı olarak ruhun kemali (olgunluk ve mükemmelliği) için, belli her zaman aralığında ayrı birer cemal ve celal dengeleri gerekmektedir.

Vehbi (verilmiş) mizaçtan sonra, kesbi (istek ile) dört tane denge ile elde edilen mizaç gerekmektedir, bu dengeleri izah etmeye önce vehbi olan ilk mizaç ile başlayalım ve daha sonra dengelere geçelim inşallah.

İnsan ruhunun yaşayabilmesi için verilen üç kuvveden ilki; kuvve-i şeheviye cemalidir, ikincisi; kuvve-i gadabiye celalidir ve bu ikisi ana karnında işlevsellik kazanırlar, üçüncüsü; kuvve-i akliye ise kemalidir ve bu kuvve ise; doğumu takiben yedinci aydan sonra işlevsellik kazanır.

Kuvve-i şeheviyenin eylemsel tezahürü cemal ve kuvve-i gadabiyenin eylemsel tezahürü celalden ve sonra kuvve-i akliyenin eylemsel tezahürü kemalden oluşan mizaç, insanın kesbi (seçimi ve isteği) ile kendisine vehbedilmiş (verilmiş) bir mizaç değildir.

“Akıl Kuvveti: Bu kuvvet (kuvve-i akliye) ise; fayda ve zararı, iyi ve kötüyü birbirinden ayırmak için oluşmuş tecrübeye dayalı akıl kuvvetidir. Ampirik bir bilgi ile gelişir ve insan hayatını belirler, düzenler ve anlamlandırır.

İnsanın ruhunda oluşan bu üç kuvvet insanın tüm hayatının belirleyicisi, düzenleyicisi ve anlamlandırıcısıdır, pek tabii ki, dengeli bir biçimde kullanılırsa eğer.

Bu mesele çok önemli ve geniş, bunu bir başka yazımıza bırakıp biz yine konumuza dönelim inşallah.

Emin olabilmek için, bebeğin doğduktan kısa bir süre sonrasına göz attığımızda, onun süt emme isteğini ağlayarak belirttiğini görebiliriz.

Daha emin olmak ve oluşmaya başlayan karakterleri de tespit edebilmek için, beş-altı aylık üç ayrı bebeği gözlemlememiz gerek: Süt emme isteğini biri mızıklayarak (eksik gadap) , diğeri ağlayarak (normal gadap) , öteki ise yırtınırcasına feryat ederek (aşırı gadap) belirtir. Bu bebekler bu hareketleriyle bize bir başka gerçeği haykırırlar: “Oluşmaya başlayan bu kişiliklerimize, Sevgili Rabbimizin değil annelerimizin müdahalesi vardır.” Birinci bebek: “Annem benim isteğime pek bakmadan, gak dedikçe emzirdi guk dedikçe emzirdi.” İkinci bebek: “Annem benim isteğimi dikkate alarak ve gecikmeden emzirdi.” Üçüncü bebekse: “Annem benim isteğimi hiç dikkate almadı ve hep geciktirerek emzirdi.”

Bu tespit bizi doğruca pedagojiye götürür ve bunu Sevgili Peygamberimiz (asm.) bir Hadis-i Şeriflerinde beş kelime ile ne de güzel anlatır (anne yönünden) : “Çocuğun eğitimi ana karnında başlar.” Bu hadis bizi daha da ileri götürüp, çocuğun ana karnında iken annenin nelere dikkat etmesi, nasıl beslenmesi, nasıl hareket etmesi, psikolojisi vb.leri gibi konularda bilinçli olmasını ihtar eder.

Yine bir başka Hadis-i Şerif’te de (baba yönünden) : “Çocuğun eğitimi babanın sulbünde başlar”, yani çocuğu meydana getirecek spermler babada oluştuğu anda başlar. Bu da bir açıdan, baba babalığa hazır olduktan sonra çocuk sahibi olması gerektiğini vurgular.” (Simaya Yansıyan Kişilikler, İstek ve Kader, Ali Oskan, 2005)

Çocuğun takriben 12 yaşları civarındaki dengeye gelebilmesi için kullandığı iradeye de müdahale vardır, bunlar; başta ana-baba, telekominikasyon araçları, birinci ve ikinci dereceden yakın akrabalar, çevre vb.leri gibi müdahillerdir yani, çocuğun iradesini doğruya, iyiye ve güzele göre değil kendilerine göre yönlendirenlerdir. Demek, 12 yaş civarındaki dengede dahi çocuğun kendi iradesinin tamamını ve hatta çoğunu bile bilinçli bir şekilde kullanabildiği söylenemez.

Çocuğa, ilk önce ana-baba, sonra da okul tarafından verilen eğitim, çocukta birinci dengeyi isabetli ve doğru bir şekilde sağlayabilecek bilinçli ve özgür bir irade oluşmasına yardımcı olabiliyorsa; bundan sonraki dengeler onun için kolay olacaktır. Pek tabii ki buna, bilhassa görüntülü, sesli ve yazılı medyanın da paralel yayın yapmasının önemi, küçümsenemez bir mahiyettedir.

Bu dengeden sonra, takriben 26 yaşları civarında ve ondan sonra da 40 yaşları civarında yine yeni birer cemal-celal dengesi gerekir, 54 yaşları civarında ise son bir cemal-celal dengesi daha gerekir ve bu dengeler bilinçli bir irade ile yapılmışsa eğer, son denge ile insan tam kemali elde eder. Bu dengelerin anlamları şunlardır:

Birinci Denge: Takriben 12. Yaş; nefsin kemalidir (olgun ve mükemmel olmasıdır) .

İkinci Denge: Takriben 26. Yaş; nefsin ve aklın kemalidir.

Üçüncü Denge: Takriben 40. Yaş; nefsin, aklın ve kalbin kemalidir.

Dördüncü Denge: Takriben 54. Yaş; nefsin, aklın, kalbin ve ruhun kemalidir.

Birinci Dengeyi Sağlayabilenler:

Nefsini ıslah edebilen âlimlerdir, onların nefisleri salih olmuştur ve o salih olan nefislerinin bütün hakiki istek ve arzuları, “Saadet-i Ebediye” (ebedi saadete) ulaşmaya yöneliktir. Çünkü, onlar nefislerine; saadet-i dünyeviyeyi tanıtmış, az-çok yaşatmış; saadet-i ebediyeyi de göstermiş ve müşahede ettirmiş ve ikisini birbiri ile karşılaştırıp kıyaslatmışlardır. İşte bunun sonucu olarak onların nefisleri de ebedi saadeti elde etmeye yönelmiştir.

İkinci Dengeyi Sağlayabilenler:

Şeytanlarını ilimle ilzam edip teslim alan ariflerdir, onların şeytanları müslüman olmuştur ve onların Müslüman olan şeytanlarının bütün hakiki istek ve arzuları “Rıza-i İlahiye”ye (Allah rızasına) ulaşmaya yöneliktir. Onlar şeytanlarının, Allah rızasının ne demek olduğunu ilmelyakin bilmelerini sağlamışlardır ve bu nedenle onların şeytanları da, Allah rızasını kazanmak uğruna onlara teslim olmuştur yani, onlara secde etmiştir.

Üçüncü Dengeyi Sağlayabilenler:

Onlar kalplerini temizleyip saflaştıranlardır, onlar kalplerini Allah’ın aşkına hazır hale getirip Allah’a âşık olanlardır, onlar Allah’ı görmüşler, kalpleri de Allah’ı görmüştür ve şimdi daimi olarak rüyet-i İlahiye (Allah’ı görmek) ulaşmak için çırpınmaktadırlar.

Dördüncü Dengeyi Sağlayabilenler:

Onlar ruhlarını hiçlikle nur eylemişlerdir, onlar sırasıyla Allah’ın isimleri, sıfatları, şuunatı ve Zatı’nda yok olarak ve yine Allah’ın Zatı’nda hakiki varlığa kavuşmuşlardır. Ve şimdi onlar ve ruhları daimi olarak “Zat-ı İlahiye”de (daimi marifetullah) yaşamak için, benlikleri dâhil her şeylerini vakfetmişler ve hiçliklerini ölene dek muhafaza etmeye çaba sarf etmektedirler.

Bu dengeler bilinçli bir irade ile sağlanmışsa böyledir, yok eğer bilinçsiz bir irade ile oluşmuşsa aşağıdaki gibi olur:

Birinci Dengeden Sonrasını Sağlayamayanlar:

Sadece yeme-içme, nesli devam ettirme, günlük işler, güçlüye boyun eğme, güçsüze boyun eğdirme, hep kendini ön plana alma, yalnız dünya hayatını düşünme vb.leri duyguları kemale ermiş olduğundan; kendilerini, ömür boyu acemi bir genç gibi sanarak yaşarlar. En sığ ilmi, dini, sosyal ve siyasal konular bile onlara derin gelip düşünmezler, fakat yeme-içme, gezme, eğlenme ve cinsel konular; mal-mülk, evlat, sülale büyükleri, kendi ve işi ile övünme mevzuları vb.leri söz konusu olduğunda, en derine inmekten kaçınmalar.

İkinci Dengeden Sonrasını Sağlayamayanlar:

Sadece, algılama, akletme, bilme, düşünme, öğrenme, akıl yürütme ve sorun çözme gibi işlevleri kemale erdiğinden (olgun ve mükemmel olduğundan) kendilerini, ölünceye kadar genç bir delikanlı gibi sanarak yaşarlar. Objektif veya çok yönlü düşünemezler, sübjektif ve tek taraflı akıl yürüterek başkalarını yargılarlar, fakat söz konusu kendileri olunca bunun tersini yaparlar. En derin mevzuları; kimisinin futbol, kimisinin müzik, kimisinin kadın-erkek ilişkileri (mecazi aşk) , kimisinin de gece hayatıdır.

Üçüncü Dengeden Sonrasını Sağlayamayanlar:

İdrak etme, ters-yüz mantık yürütme, çocuklara ve yaşlılara veya tüm insanlara sevgi ve saygı, toplumsal dayanışma, hoşgörü, objektif ve çok yönlü düşünebilme, başkasına hak verebilme, vicdanı işletebilme gibi duyguları işlevsellik kazanarak kemale ermiştir (olgun ve mükemmel olmuştur) . Onlar da kendilerini, ölünceye kadar yetişkin veya orta yaşlı bir insan gibi sanarak veya öyle bilerek yaşarlar.

Bilinçli bir şekilde cemal ve celalini dengeye getirip ve bu dengeyi muhafaza ederek bozmadan öyle yaşayanlar kemalidir ve davranış biçimleri şöyledir:

Layık olana yumuşak davranırlar, layık olmayana duruma göre, isterlerse sert davranırlar, isterlerse onu affederek normal davranırlar.

Cemali ağır basanlar lütufkârdırlar; kendilerine bir zarar dokunduğu zaman “Onlar bilmiyorlar, bilseydiler böyle yapmazlardı” şeklinde düşünerek yumuşak davranırlar.

Celali ağır basanlar kahırkardırlar; kendilerine bir zarar dokunduğunda sert davranırlar. Fakat kahırkarlık zalimlik değildir, ateşin ne olduğunu bilmeyen yavrusunun ateşi eline almak isterken, yavrusunun elinin yanmaması için, onu baba şefkati ile azarlaması vb.leri davranışlardır.

Bilinçsiz ve kendiliğinden oluştuğu takdirde; cemal ve celali eşitlenmişlerin hali cerbezedir ve davranış biçimleri şöyledir:

Aklını olmayacak işlerde çalıştırmak; kimsenin aklına gelmeyecek şeytani fikirler ortaya atmak; insanları yanıltmak, kandırmak ve yanlış yollara yönlendirmek, sürüklemek; iyiyi kötü, kötüyü iyi, güzeli çirkin, çirkini güzel, doğruyu eğri, eğriyi doğru göstermek ve bazı insanları buna ikna etmek gibi haller içinde olur.

Bilinçsiz ve kendiliğinden oluştuğu takdirde; cemal veya celalin ağır basma halleri ise:

Cemali ağır basarsa; korkaklık ve pısırıklıktır, celali ağır basarsa; sinirlilik ve zalimliktir.

Âlemlerin Rabbi olan yüce Allah’ım, en doğrusunu Sen bilirsin, eksiklik, noksanlık ve yanlışlarımızdan, aczimiz ve fakrımızdan Sana kâinatın kuarkları adedince tevbeler olsun, bizleri affeyle, bağışla. Âmin, âmin, âmin.

“Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen her şeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın” (Bakara: 32)

Âlemlerin Rabbi Olan Ey Yüce Rabbimiz! Sensin Rahman, Sensin Rahim, Sensin Cemil, Sensin Kamil, Sensin Hannan ne olur bize, dördüncü dengeyi sağlayabilmiş olarak son nefesimizi vermeyi lütfedip nasip eyle. Âmin, âmin, âmin.

22. Eylül. 2008 – İzmir

Allah’a emanet olun.

Ali Oskan
Kayıt Tarihi : 16.12.2008 05:03:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Ali Oskan