‘Aragon’un ilhamıyla’*
Dünyanın en uzak kenti burası
Eski bir kül yığınındayız
Sen daha iyi bilirsin bekçi baba
Ne de olsa güngörmüşlüğün vardır:
O da ben de henüz on yedisindeydik
İlk gençlik suları kaynıyordu kanımda
Gökte uçan kar gibiydi yüreğim
Pırıl pırıl, tertemizdi, kirletmemiştim.
Ben daha gün görmemiş bir köy çocuğu
Yalnızın evi,
Soğuk mu soğuk.
Ne not, ne haber,
Yokluk ve boşluk…
İki eski dost
Her sokak başında ahtapotlar
Yürüyorlar üstüme üstüme
Ne alıp verecekleri var benimle
Düşman değilim ki kendilerine.
Her yolun bitiminde devler
Sokaklar tenha idi
İstanbul uykudaydı
Doğumu bekler gibi
Geceler sancıdaydı
Gazeller unutuldu
Rağbetler şarkıyaydı
Memleket mi?
Görele
Doğu Karadeniz’de şirin bir ilçe
Orman yeşili, kiraz kırmızısı, kar beyazı
Mevsim mevsim değişir manzarası.
Sen dağları bilir misin Melisa!
Serin sulu pınarları,
Itır kokan baharı...
Savuran rüzgarı, kavuran güneşi;
Ormangülünü, papatyayı, sümbülü,
Dal budak salan özgürlüğü.
Önümde tereddüdün kördüğümleri,
Bir alıp başımı gitsem…
Bir kalıp dayansam diyorum,
İnce, gümüş bir teldeyim.
Ruhuma üflenen ses
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!