Kavruk bir sonbahar,
Gâh güneş düşer saçlarına,
Gâh yağmur dökülüverir,
Ya git,
Vakitsiz bir ölüm gibi,
Kopacaksa kopsun fırtına,
Hani olmaz da;
Belki unuturuz birbirimizi,
Yıllarca sarhoşu kalırız yaşadıklarımızın,
Belki de evlenerek yamalamaya çalışırız,
Hayatımızın en anlamlı günlerini...
Tek taraflı egoların çocuklarıyız,
Tek iştah vardır mayamızda,
Ve bir tek el yoğurmuştur hamurumuzu,
Oysa bir yanımız noksandır,
Biliriz,
Alev nedir?
Ateş nedir?
Ten ne?
Nasıl tükenir ateş bir tende,
Hangi ten kavrulmaz,
Söyle; hangi ten yanmaz ki bu alevde.
Saçların daha bir güzel bugün,
Kızılı, dünkü matlığına inat,
Tenini saran canlı bir yeşil,
Soğuk Kasımlar neyime gerek,
Bırak sonbaharlar yeşilinde yansın,
Dokunma,
Şimdi ne kadar da çaresiz kalemim,
Ne kadar da masumum,
Bilemezsin…
Saçların desem,
Sadece saçların …
Onlar kadar masumum dersem.
Açardın ellerimde,
Açardın, allı yeşilli bir bahar gibi,
Gelincik çiçekleri ve kan kırmızı karanfiller,
Tanrının bereketli sarısıydı yüzün,
Ah sana dokunmak sevgili,
Emek gibi, hasat gibi,
Sana sefahat olsun elemin,
Yüzünde beliren tebessüm utansın,
Şefaat etmesin sana El-Emin,
Gölgene görünen rahmet utansın,
El verdiğin sefil olsun,
Aylin;
Hani, bir gece bütün gökyüzü düşer ya omzumuza. Sevimli bir çocuğun, durgun, deniz rengi gözlerindeki gibi bir ışıltı belirir çok uzaklardan... Ufuk çizgisinin sevgilisini beklediği yerde, bir ışıltı belirir o çok uzaklardan...
Umutlarımız bir elimizde ve biz koşarız. Bir daire biz yaklaştıkça büyür. Umutlarımız o dairede… Bilmeyiz; gözbebeklerimizde mi küçülür yaşam yahut Aylin’midir büyüyerek koşan.
Hani bir sabah uyansak karanlığa,
Deseler ki; unutmuş doğmayı güneş,
Mesela kızıla bulanmasa bir akşam,
Karanlık çökmeyi unutmuş diye haykırsa binlerce ben,
Ve melekler ilaha fısıldasa varlığını,
Cebrail’in taşıdığı en son mektup olsan hani,
şiirlerinde kendin gibi harika...