DİL OLUR EBRUDA
Küçüklüğümden hatırladığım bir oyunu anlatmak istiyorum. Bakalım kaç kişi bu oyunu oynayıp oynamadığını hatırlayacak? Çocukluğun verdiği o bitmez enerji ile koşup oynadıktan sonra dinlenmek için kendimizi yere sırt üstü bıraktığımızda; gözlerimiz bulutlara bakarken, bulutların şekillerini bir şeylere benzetmeye çalışır, daha biz bazı bulutları herhangi bir şeye benzetememişken rüzgârın etkisi ile diğer bulutlarda şekil değiştirir, gözlerimiz baka dursun bulutlar halden hâle bürünürlerdi. O zaman bulutları pek çok şeye benzetmiştik ama hiç birimizin aklına ebruya benzetmek gelmemişti. Gelmemesi de çok doğal. Çünkü o yıllar ebru nedir kimse bilmez, okullarda da öğretilmezdi.
Sayın Uğur Derman; Türk Sanatında Ebru isimli eserinde; bizim çocukluğumuzda oynadığımız oyuna sanatçı gözü ile bakarak, “Bazı günler, şafak veya gurup vakti ufka bakarsanız; kırmızı, sarı, lacivert ve mavi renklerin en ilahi tonları ile bulutlardan bir ebrunun daha doğrusu ebrinin şekillendiğini görürsünüz. Yine bazı gecelerde, bulutlu semalar kadar geniş bir ebru teknesine, mehtabın usta fırçasıyla lacivert, mavi ve ışıklı beyazın bütün nüanslarını serpiştiriverdiğine elbet rastlamışsınızdır. İşte sanatkâr dedelerimiz, bir anda değişip kaybolan bu semavi güzellikleri yeryüzüne aksettirerek, onların ağaç yeşiline ve toprak rengine olan hasretini giderdikten sonra, bu şahane tabloyu kâğıt üstünde de ebedileştirmeyi bilmişlerdir. Bu anlayış içerisinde tanrısına boyun kesen sanatkârın benlikten uzaklaşan gönlü, sanki ebru teknesinde şekillenmiş gibidir. Artık o zaman büyümeye başlayan ebru teknesi derya kadar genişler, genişler ve kâinata döner. Ebrucunun gönlü gibi.” der.
Ebru; geri dönüşü olmayan, tekrarlanamayan ve kendine has özelliği olan bir Türk el sanatıdır. Atılan her ebru aslında tektir. Zaten ebru sanatını diğer sanatlardan ayıran özelliklerin en önemlilerinden birisi; yapılan ebruların aynısının tekrar yapılamamasıdır. Bu önemli Türk el sanatımızın kaybolmaması için çok emek veren üstat Mustafa Düzgünman; ebrucuyu,
“Besmele ile tezgâh açıp ebru yapan kişiyiz.
Fırça ile su üstünde hüner atan kişiyiz”
Dün geçmiş zaman, yarınsa gelecek…
Bu günü dünden yakalamalısın.
Mademki her canlı bir gün ölecek,
Seni yaratana kul olmalısın.
EY! SEVGİLİ
Biz günahkar ümmetine
Şefaat et Ey! Sevgili
Kusurlu olsak da yine
Şefaat et Ey! Sevgili
Düşünme ne yapsam diye
Gökyüzü hobin olsun.
Havacı dolsun Türkiye
Gökyüzü hobin olsun.
İlk uçağı kâğıttan yap
Nasipmiş ki gidiyorsun
Güle güle git kardeşim
Gönlüm senle, biliyorsun
Güle güle git kardeşim
Bir arzum olacak senden
Cehle karşı savaş açtık
Kalemin silahın olsun
Nur misali ışık saçtık
Ruhun aydınlıkla dolsun.
Güller dağıt hep elinle
KABUKTAN ÖZE
Kabuktan ayıramazsan gözünü
Görürüm sanma cevizin özünü
Külünü gören görmeli közünü
–Baktıklarına dikkat et bakarken
ŞÜKRET BE KÖKSAL'IM
Ne yazdıysam Köksal'a yazdım sözde
Okuyup anlayan sizlere özde...
Çok açsın biliyorum
Ölme eşeğim ölme
Yaza söz veriyorum
Ölme eşeğim ölme
Ne çulun var ne semerin
NEYE YARAR Kİ?
Özür dilesen ne, dilemesen ne?
Şu gönlümü bir kez kırdıktan sonra
Altın tepsilerde güller versen ne?
Söz ile başıma vurduktan sonra.
Merhaba Halil bey. Ben azeriyim, sizin siirlerinizi cok begeniyorum. Bazi siirlerinize sarki besteledim. Eger izniniz olursa bakudeki bayanlardan olusan islami qrupa vermek isterdim. Ben profosyonel calismiyorum, insAllah bu benim ilk isim olacak, eger siz de razi olarsaniz tabii. Siirleriniz sarkiy ...