Bir güvercin ürperişi gibiydi yüreğin,
Bir çocuk ürkekliği vardı gözlerinde,
Kapanırken gün, loş bir Bursa akşamında,
Bir an dokunur, bir an kaçar ellerin,
Ve dudakların… Korkuyla,
Ama ne kadar arzulu öpülürdü,
Sanki her öpüş, Tanrı’dan çalınmış yasak bir dua,
Her nefes, cehennemi bile göze almış bir günah gibi…
Benim yüreğimse…
Kazanova derlerdi bana yıllarca,
Kadehlerde boğulmuş bir haylaz,
Sokak lambalarıyla sevişen bir gece çocuğu…
Ama bir gün, işte böyle bir günde,
Diz çöktü o küçücük ellere…
O rimelli, rüya yüklü gözlere…
O kadın ki, Tanrıçaydı;
Kirpiklerinde şafak, saçlarında geceyi saklayan,
Ve her bakışında dünyayı susturan bir Tanrıça!
Ey sevgilim!
Al şu çırpınan yüreğimi, koy kendi yüreğinin yanına,
Bırak, orada üşümesin, bırak ısınsın senin nefesinle…
Zaten ikisi de aynı şarkıyı söylemiyor mu?
Aynı isyanla, aynı özlemle atmıyor mu?
Bil ki…
Bir ömür aradım seni; rüzgârda savrulan heveslerin ardında,
Şarap şişelerinin dibinde,
Gece yarılarında bir yalnızlığın koynunda…
Bin kadının gülüşünde aradım seni!
Ama hiçbirinde bulamadım bu ürkekliği,
Hiçbirinde böyle titremedi yüreğim,
Hiçbirinde böyle teslim olmadım!
Sen…
Yüreğimin en gizli hücresine kazınmış tek isim,
En sessiz gecelerimin en gürültülü hayali…
Ve ben…
Ne olursa olsun, artık dönmem bu yoldan,
Çünkü senin gözlerinde başladı bu yolculuk,
Ve senin gözlerinde bitecek son durak!
Dinle beni:
Sevda dediğin bir nehir, taşar bazen,
Ben sana taşmak istiyorum, köpürmek, çağlamak istiyorum!
Bir ömürlük susuzluğumu dindirecek tek denizsin sen,
Ve ben, bu denize kendimi bırakmaya geldim!
Al beni,
Bir aşkın bütün ihtişamıyla, bütün yaralarıyla al…
Yeter ki gitme!
Çünkü sen gidersen, bütün şehirler yıkılır içimde,
Ve ben, en çok kendi içimde ölürüm!
Bu gece Bursa’da rüzgâr deli gibi esiyor,
Uludağ’ın eteklerinde titriyor ayrılığın ayak sesleriyle,
Ve ben, Tophane’nin gölgesinde bir kadeh daha dolduruyorum,
Şarabın kırmızısı senin dudaklarının kıyısında,
Ve her yudumda seni içiyorum,
Senin kokunu, senin nefesini…
Sonra hayalim İznik kıyılarına kayıyor,
Gölün üstünde ay ışığı bir gümüş hançer gibi parlıyor,
Sular seni fısıldıyor gecenin koynunda,
Ve ben, gölün sessizliğinde bile senin adını duyuyorum.
Ey Tanrıça!
Beni içimdeki bu azgın yangınla baş başa bırakma,
Çünkü bu yangın, sensiz bir şehri bile kül eder!
Ah, sevgilim…
Bir gün, belki, bu dizeler kalır bizden geriye,
Bir de senin ürkek gözlerin…
Ama bil ki, ben seni sevdim;
En delice, en ölesiye, en isyan dolu haliyle sevdim!
Ve şimdi, bak, gece gidiyor…
Sabahın ilk ışıkları Ulucami’nin taşlarına düşmeden gel!
Belki sonra Yeşil Türbe’nin sessizliğinde anılır adımız,
Belki İznik’in gölü anlatır gizli hikâyemizi…
Ama sabah, sensiz bir mezar gibi üşüyor bana…
Gel ki bu şehir, bu gece, bu ömür
Seninle anlam kazansın!
Kayıt Tarihi : 3.9.2025 17:15:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!