küskün bir yüzük taşır gelincik
kırılmış, dökülmüş yaprakları
kayıp yazlara sürgün ve yitik..
gün; değdirmez ışığını,günlerdir al yüzüne
küskün bir yüzük taşır gelincik ellerinde..
taşlı esmer yollar...
çıkmaz sokaklar...
acıtan sorgular...
üç noktalar...
ve
köpek leşleri...
geldiğinde ıslaktım..
tenim tuzlu,derim yanıktı biraz..
kış günüydü,hava ayaz mı ayaz..
camlarım açıktı
hiç üşümeyişime şaşırdın..
kafan karıştı..sordun kuşkulu:
kusana kadar içtim
senden geri kalanları
yokken sen..
acı kahveler kar etmedi,
mevsimler geçti..
sarhoşluğum geçmedi..
yüzük toprağa düştü..
toprak kanadı..
yaprağını yele veren gelincik,
denizlerce ağladı...
yüzük toprağa düştü..
denizler:yağmur oldu..
bazı adamların ve çocukların;
yüzlerinden yere düşen gölgesinden söbelenir,
kötümser ayna kırıklarından güller tasarlayan,
bir yanı Yusuf,bir yanı Züleyha,bir yanı Kabil yamağı
her bir karanlık kadın..
gölgeler tümseklenirken sırtında geleceğin
bir tanrı uzaklardan ediyor yemin:
-vettiiyn,anne duy!
-vettiyn..!
ben bir deliydim... ki;
bir deli düş gördüm,
aklımı yuduğum o son göbek taşında..
deliydim ki..
gördüm;
bir deli düştü anne;
ve satırına düşer en son damla..
toprakların yırtılır da
ağlayamazsın..
yağmurlardan uzak hudutlarda
gereksizleştikçe sen
acayip tanrılar
henüz terketmemişken yurtlarını,
hiç bilmediğimiz akropollerde de,
şimdi bildiğimiz renkteydi
ihanet ve gece..
ve acı aynı renkteydi,
selamlar sevgili şair... görüşmek dileğiyle...