Filiz Kalkışım Çolak Şiirleri - Şair Fil ...

Filiz Kalkışım Çolak

Gök devriliyor mavi yeşil kubbelerden, arş kan ağlıyor, yağmurlar göçüyor yine yüreğimden; karanlığın telaş telaş elleri şafaklarımın rahminde bak! Ey felek şuramda parçaladığın ceninlerim çırpınıyor. Cam kesiği sivriltilerinde, kırmızılı; renkli gözlerinden ürküyor gece ki lâl dilleri sus pus melâikelere şeytanın dölünden ölüm yağıyor. Titriyor on birinci koğuşun duvarları, ranzalarda yorgun çatırtılar Ayşe’nin tel tel saçları boşluklarımın çığlıklarından dağılıyor. Bu çıkmaz, bu çukur, labirent, acılarımı dindirecek morfin damarlarıma, Allah’ım ! diye haykırıyor içime masumiyet. Kara, buruşuk suratsız iri iri benli, pis elleri Memnune gardiyanın; kadın mıydı gecenin kör vakti sahi! Göğsüne çöküp çöküp Ayşe’nin ,her çığlığında jopun ‘’jap jop jup ‘’sesinden aldığı hazın yüzündeki hali Remziye karısının. Ahh!Ayşe’nin bedeninde sönen sigaraların köz köz mührü şuramda yüreğimde derinleşen lâv sancılarından akıyor!Gelinciklerimin duruşunda kanıyor asumana dolan bakışları Ayşe’nin!Acıyan soluğuma toprak dolduruyor!...
Direndikçe Kürt İzzet’e bacaklarını ikiye ayıran ana olacak o şeytan azmalarının bedeninden yedikleri kanlı lokmalar, kirpiklerinin uzandığı bucaklara kan sağıyor körpe gelinin.’’Kesiversem kör bir jiletle gırtlağımı yığılsam helaya öyle !Ben Jandarma Komando Er Turgay’ın gencecik karısı!’’ diye düşünüyordu ki gözlerinde ki kararlılıktan duvarlar çatırdıyordu. Kocası Şemdilli kırsalında şehit düştüğünde henüz gebeydi Ayşe! Turgay’ından kalan tek hatırasıydı ona karnındaki doğmamış yetimi. Hayata onun varlığıyla tutunuyor doğacağı günü sabırsızlıkla bekliyordu.Yukarı tarlanın başında sütsüz İsmail ,ne karnındaki bebeğe acıdı ne şehit eşi oluşuna.Ayşe’ye tecavüze yeltendiği esnada, Ayşe yerden aldığı taşı İsmail’in başına vurmuş İsmail kansızını orada geberivermişti.Sütsüz ,şerefsiz ırz düşmanının tekiydi.Kimse sahip çıkmadıysa da leşine jandarma haberi alınca ,Ayşe tutuklanarak ceza evine gönderildi. Böylece ceza evi günleri başlayan Ayşe’nin yaşam mücadelesinde verdiği en zor karanlık günleri de başlamış oldu. Tek tesellisi karnındaki bebeğiydi hapiste eziyetlere zulümlere bebeği için katlanıyordu.İki de güzel dost edinmişti kısa süre içerisinde .Namusuna iftira eden ve yuvasının yıkılmasına sebep olan yakın arkadaşını bıçaklayarak öldürmüş üç çocuk annesi kadersiz Fatma’yla ana kız gibi olmuşlardı.Fatma onu kollar gözetirdi.Birde Nejla ablası vardı. Kendisine sıklıkla şiddet uygulayan eşini, yine kendisini öldüresi dövdüğü bir gün kendini korumak için eşinin başına vurduğu set bir cisimle öldürmüş ,iki çocuk anası garip bir kadındı.Ardında evlatlarını bırakan yüreği yaralı bu iki kadının bu karanlık ölüm çukurunda tek tesellisi Ayşe’nin doğacak yetimiydi. Bebeğin o karanlığa ışık getireceği günün heyecanını yaşıyor o günü iple çekiyorlardı.Koğuş Ağasının bitmek bilmeyen eziyetlerine bebek için katlanıyorlar yarına umutla bakıyorlardı.Güzel bir dostluktu onlar için ,kapalı kapılar ardında herkese nasip olmayan. Ancak, herkes Fatma’yla Nejla kadar iyi değildi. Remziye kadınlar koğuşunun ağası, ömür boyu müebbet yemiş zalim orta yaşlı defalarca hapse girip çıkmış bir suç makinasıydı. Herkesin canını yakmaktan aldığı haz zalimliğine zalimlik katan biriydi.
Avluya çıktıklarında ilk görmüştü Ayşe’yi İzzet Ağa ,erkekler koğuşunun puslu penceresinden. Uyuşturucu sevkiyatından defalarca hapis yatmış cani bir ölüm makinasıydı. Haliyle erkekler koğuşun ağasıda oydu. Remziye ve diğerleri herkes onun emrindeydi. O ne derse orada o olurdu. Gardiyanlar hatta hapishane müdürü dahi onun emrinde çalışıyordu. Söylenenlere göre bazı geceler müdür koğuşa kadın getirilir; İzzet Ağa içi eğlence tertip ettirir ,hapishanenin kuytu bir yerinde Ağayı kadınlarla görüştürürmüş .Tabi durumdan herkes oldukça memnundu .İzzet Ağa hepsini paraya boğmuştu ki paranın satın alamayacağı hiçbir şey yoktu etrafında!
Ayşe güzeldi ,minyon açık tenli renkli gözlü çok genç, hatta çocuk denilecek yaşta bir kadındı. Ailesinin de onayıyla on altı yaşında evlenmişti Turgay’ıyla ki henüz on sekiz yaşındaydı. Ayşe’yi görünce İzzet kudurmuşu çoşmuş, gözleri fal taşı gibi yerinden fırlamıştı.Gebe oluşunun şehit eşi oluşunun hiçbir önemi yoktu, onun için..Çok geçmeden ,Remziye karısına haber saldı baş gardiyanla..Remziye karısı Ayşe’yi yanına çağırdı .Cüretkar üstü kapalı tehditkar bir şekilde Ayşe’ye, ‘’İzzet Ağa seni görmüş beğenmiş ,seninle görüşmek ister, karşılığında seni memnun eder, bak buraların kraliçesi olursun ;gençsin güzelsin akıllı ol ,aksi halde sürünürsün, karnındaki velede de yazık olur !’’diyerek kesesinden çıkardığı bir tomar parayı Ayşe’ye uzattı. Ayşe delirmişti paraları Remziye karısının yüzüne çarparak, yüzüne tükürürcesine Remziye karısına gözlerini dikerek yere tükürdü. Duymamış olayım Remziye abla ,diyerek koğuşa girdi köşesine çekildi..Fatma, hemen yaklaşarak ne olduğunu sordu. Ayşe durumu anlattı.Fatma çok şaşırmamıştı aşağı yukarı isteseler de istemeseler de koğuştaki genç güzel kadınların hepsine sahip olmuştu İzzet Ağa.Çünkü güçlüydü herkes onun emrindeydi..Parasıyla oradaki herkesi satın almıştı.Fatma’yla Nejla , Ayşe’ye durumu anlattı; yalnız başına tuvalete çıkmaması gerektiğini , hatta uyumaması gerektiğini söylediler..’’Mutlaka sana bi şey yapar yaptırır ,aman Ayşe temkini bırakmayalım !’’diye Ayşe’yi sıkıca tembihlediler. Bir kaç gece geçmişti aradan ,o gece gök gürlüyor şimşek çakıyor ,bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyordu. Çok dikkatliydiler kaç gecedir neredeyse üçü de uyumuyordu. O gece bir sessizlik kaplamıştı koğuşu, Ayşe birkaç günün sessizliğine aldanıp bir şey olmaz düşüncesiyle, uyuyup kalan Fatma’ya ve o gün koğuşun bütün işlerini yapan Nejla’ya kıyamayıp tuvalete tek başına gitmeye karar verdi. Remziye’nin emrindeki Kezban’la,Rukiye pusudaydı.Hemen sinyal verdiler birbirine, birisi usulca gardiyana haber verirken diğeri Remziye’yle tuvalete gidip Ayşe’yi gaspettiler. Ayşe çırpınıyor, ancak ağzını kapayan Rukiye iri yarı bir kadındı.Güçlü
olmasına rağmen Ayşe’yi zor zapdediyordu. Remziye durumu hemen kontrolü altına alarak Ayşe’nin karnına bıçağı dayadı ‘’sesini çıkarırsan karnındakini delik deşik ederim !’’dedi.Yavrusuna bir şey olmasın diye sustu .Bebeği kıymetlisiydi Turgay’ından kalan hatırası canı her şeyiydi. Fazla geçmeden baş gardiyan Memnune beraberinde Rukiye’yle içeri girdi. Usulca kapıya yaklaştılar Ayşe’yi bir kolunda Memnune diğer kolunda Remziye sessizce koğuş koridorundan çıkarttılar. El kadar kadını ite kalka sürükleyerek sorgu odasına çektiler. O esnada Ayşe yalvarmaya başladı.’’Yapmayın , acıyın karnımdaki sabiye ne olur; sizde kadınsınız ,sizde anasınız Allah aşkına yapmayın!’’diye parçalanıyordu. Ancak Ayşe’nin onca yalvarmasına direnmesine rağmen kısa süre içinde İzzet Ağa içeri girmişti .Yaşlıca ;iri yarı, pis bıyıkları ağzına girmiş ,göbeğinden önünü görmekten aciz ,boğazının altından sarkan bir karış gıdısı ,buruşuk kapkara iri iri lekeli bir suratı, kalınca parmakları ,pisleşmiş elleriyle tam bir eşkıyayı andırıyordu. Ayşe o kadar çok korkmuştu ki yavrucak korkudan altını ıslattı.Çelimsiz bacakları titriyor o masmavi gözleri korkudan yerinden oynuyordu.Tek düşündüğü evladıydı.’’Ne olur yapmayın ,ben şehit eşiyim, Allah rızası için karnımdaki bir şehidin emaneti, ne olur bırakın beni, kulunuz köleniz olayım, ne isterseniz yaparım, ne olur!’’diye feryadediyordu. İzzet Ağanın beraberindeki adam dışarıya çıkarak kapıyı beklerken; Rukiye’yle Kezban da koridoru tutmuş gözcülük ediyorlardı.Remziye cigarasını yaktı, Memnune Ayşen’in ellerini arkasına getirerek bağladı . Ayşe’nin başındaki yazmayla Ayşe’nin ağzını sıkıca kapayan Memnune Ayşe’yi tek hamlede yere düşürdü.O esnada Ayşe çırpınmaya başlayınca, Remziye üzerine çöktü böylelikle İzzet Ağanın işi hayli kolaylaşmıştı .İzzet Ağa körpecik kızın göğüslerini açarak ısırırcasına emiyor; iki acımasız kadının bu vahşete işbirliğiyle, kurbanının bir bacaklarına bir göğüslerine gidip geliyordu. Ayşe delirmiş gibiydi .Ancak, acısı içinde patlamış bir mavzer gibi ,içi kan gölüne dönmüş, o halde hala evladını düşünüyor; gözleriyle adeta yapmayın diye merhamet dileniyor ağlıyordu. İzzet Ağa nihayet muradına ermiş Ayşe’ye sahip olmuştu. Ayşe’nin çırpınışları bitmiş umutları sönmüş ; dününü, bugününü ,yarınını, her şeyini kaybetmiş gibiydi.Her yeri çürükler içerinsin de kalmıştı. Orada per perişan yatıyordu ki dışarıdaki adam elinde ,adam bir çanta parayla içeriye girdi. Remziye’yle Memnune paraları paylaştılar o pis kokuşmuş koyunlarına para torbalarını sokarak Ayşe’yi o halde halde karga tulumba hücreye getirip kapattılar. Ayşe bütün gece kendinden bi haber yığıldığı yerde yatıyordu.
Nihayet sabah olmuş sayım için herkes kalkmış hazırlanıyordu ki ;Ayşe’nin olmadığını gören Nejla ve Fatma büyük yıkıma uğramışçasına, Ayşe’yi arıyor onu soruyor sağa sola saldırıyorlar, Ayşe nerede ona ne yaptınız diye Remziye’nin yandaşlarına sataşıyorlardı. Remziye ve işbirlikçileri oldukça sakindiler sanki hiçbir şey yokmuş gibi ;a Ayşe nerede, arayın bakın sizde, diye yandaşlarına mahsustan talimat

Devamını Oku
Filiz Kalkışım Çolak


Yağmurun sesi çiylenirken vaveylalarımızın üzerinde
Nefesinde dalgalanan meltemlerin lâlezar sarhoşluğundan
doğ rüyalarıma !
İpek ağaçlar estirsin epifitlerinden poyrazın
Tan suyundan damlasın ağdalanan çırasından koynun

Devamını Oku
Filiz Kalkışım Çolak



mavisi isli sabahlar geliyor
mavisi isli sabahlar geçiyor sancılarımdan ey yar

ilk sıcağı akıyor göğsün yürek çırılçıplak

Devamını Oku
Filiz Kalkışım Çolak



denizlere çiylenen çiseleyişlerin göğüslerine sütlenişlerinden
dökül sarhoşluğuma melya

bıldırcın altlarından damlasın koyun içi yanıklarımıza ırmaklar

Devamını Oku
Filiz Kalkışım Çolak



ilk ışıkların altın saçan sıcak dostluğu
umut doğuruyor uykusuzluğuma
duştan uyanan o nazende dansa tutuşurken kadife tenin üsküt duvarlarında
şafak pembesi yakamozlar yavruluyor

Devamını Oku
Filiz Kalkışım Çolak

Ağlar çekilmeden denizin göğsünden, türkümüzü mırıldanırdı zeytin ağaçları Torba'da.Gölün gözlerinden mavi ufka süzülüp akarken , kanatlarımıza silkelenirdi begonviller . Yamaçlarımızda salkım saçak söğüt ıslıkları ,ağustos böceklerinin ürkekliğimizin ensesine inadına bastıran o çılgın senfonisi, dalgalarda dört mevsim yaz Vivaldi ,ah!’’ gül pembenin’’ fundalıklarımızda yankılan fısıltıları ; balıkçı motorlarının ruhumuzdan geçişlerine akan yalıçapkını ötüşleri…

Aşk maviydi, sedefli uykuların ağlara serilen sancılarında derinleşen mercan sızıları gerçekti. Yellerinden sürdüğümüz deniz atlarının yeleleri hayallerimizdi.

Biz gerçektik ,haylaz tutkuların yeni yeni halhallanan bileklerinden sektiğimiz çağlayanlar ürkekliğimizdi.Sevmelerin en güzeliydi koynumuzda ;huysuz bahar damlayan bakışlarımızdan, bebeğini emziren tan gelinin masumluğu. İlk sütünün sevincinde bir annenin heyecanı ;çatısız koylarda içtiğimiz akşamları ninnilediğimiz sarhoşluğumuzdu. İlk kuzusu nisanlarımızın ,şebnemli çayırlarımızdan esişi rüzgar zerrelerinin, bağrımızda epifitlenen areolası şeftali çekirdeklerinin ; dinginliğimizdi ,durulduğumuz çığlığımızdı. O deniz gözlerinde öylesi büyürdü ki turkuazlar , benim turkuazlarım ;içmeye doyamadığım ,hep yangınlarımda, hep bir avuç özlemde sırra kadem bastığın!Gök başka bakardı ,başka çığırırdı, sütlendiğim bebek gülüşlerinde; çivit pencerelere açıldığımız dünyaları!

Devamını Oku
Filiz Kalkışım Çolak


Ağlar çekilmeden denizin göğsünden, türkülerimizi mırıldanırdı sessizliği Güvercinlik’in. Gölün gözlerinde raks ederdi gece. Silkelenirdi gözlerinin karası yamaçlarımdan, saf içre ırmaklara karışırdı. Gece yuvarlanıp düşerdi sarhoş gönlün ahengine. Alev alev ayaklarımızın altında kumsal, palmiyelerin gölgemize sığmayan coşkusu… Aşkın şerbetinden fışkırırdık.
Ellerinde ellerim, gözlerinde gözlerim, ıslandığımız sabahların koynundan kalkardık. Şafak dokunuşlarından akardı yüreğimiz. Sahici bir pembe kızarırdı yanaklarımızda, alnımızda güneşin kamaşan yüzü, ağzımızda şafak, sonsuz rüyalara akardık. Irmaklara çiylenir, ay ışığına gönül kuşlarını salardık. Üzerimize yağardı yavruları kuşların süt rengi bir sabaha uyanır, en derinlere dalar giderdik. Sahi biz mi toyduk; yoksa mevsim miydi o vakitler bilinmez ya!… Gerçek olan bir şey vardı sevdadan yana; körpe gövdesine tutunmuş, cılız yapraklarıyla yürek çırpınışlarımıza gölge veren bir ağaç misali. Birbirine karışmış bir gövde iki can… Bir şey vardı; rüzgarı silkeleyen, saçlarından yıldızların tutunup göğe yükselen, yağmuru göğüslerinde kurutuncaya değin içen bir şey. Kah bir kadının beyaz silüetinde bir göze bulup için için çağlayan; masmavi baharların koynunda bir çiy tanesi gibi sayıklayan, esintisinde şafak pembesi ağızlara uyanan, kah bir bebeğin ham bakışlarında mavinin hiç bilinmeyen göllerinde beyaz beyaz kızlarla yıkanan, çalkalandıkça en kıyılara ankaların cennetine açılan; açıldıkça goncalarında gülüşen sevda damlacıklarını koklayan… Gerçekti hepsi tüm bu yaşanılanlar, hissedilenler…
Koyun göğsüne sığınır, iliklerimizden boşalırcasına yağardık. Salih Adası utanırdı. Gece nasıl da yanardı sızım sızım! Ay ışığı köpüklenirdi ışıyışında suyun. Suyla halleri ay ışığının, kollarımızdan geçişi, bir ressamın fırçasından geçip gidenler kadar gerçekti. O içtenliğiyle kendine çekilişi kanatlarının, sonra bir nisan yağmuru gibi aniden açılışı, üzerimize dökülüşü...
Sen bendeydin, ben sende. Sahici bir sarhoşluktu vurulduğumuz! Sağanaklarında kuşların ışık koynunu aradığımız, sıcağında sabahın kavrulduğumuz, birbirimizden kaçırdığımız ve yakalandığımız bakışlarımızdan dökülen denizler üstelik ayyaştı. Her vakit içmeye aç göğsümüzde büyüyen; derinleştikçe menevişlerimizde çalkalanan ummanlar ayyaştı.
Biz şafağa sancıdıkça yosunlar kururdu iliklerimizde. Balıkçı motorları düşerdi yolumuza, ağlarımıza takılan pervanelere gülüşürdü aşık martılar. Dalgalar aşardı çırılçıplak seherleri. Ilık bir meltem eserdi zeytinliklerden. Ağustos böceklerinin konçertosuyla inlerdi sahanlık. Ah! Biz deli dalgaların, kendi yarattığımız dalgaların koynunda, bucaksız sahillere vururduk. Bembeyaz entarisini deler geçerdi ışığımız.

Devamını Oku
Filiz Kalkışım Çolak



kundağından çözülüyor ebemkuşağının körpe sevişmelere kırklanmış gülüşler
gözleri henüz açılan gök bebeğin bakışlarından damlıyor
gündönümüne sızan karanlığıma gözlerin
ve sen sevgili sen yeşil sürmelerinden kıyılarımın

Devamını Oku
Filiz Kalkışım Çolak



Sevda, cama vuran yağmurun sesinde titreyen bir özlemdi. Şulesinde yanan akşamların, içine çekilişinde ağlayan vav haliydi. Lavanta yağı akan koynun; çırılçıplak bir sabaha bağışlanan sancısında, en dayanılmaz çığlığından kopan zerreciğiydi. Körpe baharların masmavi gözlerine uyanmış bir ormanın, denizlere yavrulayan o yemyeşil derinliğindeki saf gölgesiydi. Uzanıp üstüne sırtüstü göğü seyretmeye doyamadığımız; ışık ışık ırmaklarca derinliklerinden aktığımız, güneşlerin, koynumuzda kavrulan en kızıl yeriydi. Sevda, bir kuş kanadında ki ışıyışın ruhuma tonlarca hafiflikte ki serpilişiydi. Çocukluğumun o daracık çamur patikalı yolunun sonunda; kucağını yarenliğime açan dostluğun mağrur bekleyişiydi.
Mahpeyker Hala, ince hastalıktan eşini kaybedince, içine düştüğü kederden ancak sevdiğini, eşini, yüreğinde yaşatmayı başararak kurtulabilmişti. Eşi; artık hayallerinde, yüreğinde, nefesinde, yeniden can bularak ölümsüzlüğe kavuşmuştu halanın. Dokunduğu, gördüğü, duyduğu her şeyde, eşini sevdiğini yaşıyor yaşatıyordu. Büründüğü hal, aşkın arınmışlık haliydi. Gecenin kucağında çırpınan yakamozlarca, zerre zerre göğe yükselen denizlerin göğsüydü . Dalar giderdi ta uzaklara! Gittiği yerlerde mutlu olurdu. Sırılsıklam kuşlar; bahar bahçe kirpiklerinden düşerdi, avuçlarına maviliklerin. Denizin üzeri bir curcunadır, güneşe inat ışık ışık çırpınırdı. Cıvıltılı ağızlardan, masmavi şarkıların pespembe nağmeleri yükselirdi. Şafak pembesi ağzında goncalanır, nefes aldıkça bahçedeki gül tomurcukları çatırdar, kan kırmızı bir hale bürünür, yollarıma gelincik pırıltıları sererek göğe fışkırırdı. Aşkı, Mahpeyker Haladan bilirdim. Bir kadının bir adamı sevmesinde ki incelikten. Başka türlüydü sevgisi bilirdim, kardeş sevgisine arkadaş sevgisine pek benzemezdi. İlkokul arkadaşımın, yanağımdan öpmesi gibi bir şeydi. Ama ayıptı bir erkek çocuğun bir kız çocuğunu öpmesi! Zaten kuşlar anneme söylemişti! Çok üzülmüştüm! Bir daha O’nunla konuşmamıştım. Büyüyünce; anne baba olunca, insan birbirini öpebilirdi ancak. Halanın, bedenden sıyrılıp özgürce uçup gittiği, zaman zaman yanımızdan göçtüğü o hali, geri dönüşünün izlerinde sızlardı .O an bahçede ki güller salgılanır, o sarhoş eden kokuyu yayardı, tüm körfeze doğru. O kokuyla deniz, sanki kendinden geçerdi! Bir süreliğine içine çekilir, kumsalları tamamıyla güneşin aç dudaklarına bırakırdı. Kum taneciklerinde ışıyan ağzı, kuruyuncaya, çatlayıncaya değin dalgalardan arda kalan tüm ıslaklığı emip bitirirdi. Sonra göbeğini bırakır, bir hışımla gelip geçerdi kumsallardan çılgınca. O sarhoşluğu başkaydı denizin! Köpüklerinden çağlayanların sesi yayılır halanın yüreğinden fışkırır, öylesi sönerdi. O sarsıntıyla otururdu hala. Yazmasını eline alırdı, saçlarını salardı yere doğdu. Yeryüzü saçlarının değgisiyle bir hoş olur, sanki toprağa düşen son cemrenin coşkusuyla kıpır kıpır, çimlerin arsından fışkırdı! Kelebekler konardı saçlarının yellerine. Küller savrulurdu maviliklere doğru. Bir göç başlardı. Gökte, kül kuşlarının gösterisinde, en incelen yerinde; ha koptu kopacak yok olacak küllerin senfonisi derken, bir araya gelen kuşların sessizliğiyle, kocaman bir kelebeğe dönüşürdü küller.. Nihayetinde aşk acısı yalnız değildi. Kaybettiği varlıkta bulduğu görünmezliği, görünmezliğinde kendini bulduğu sonsuzluk çeşmesiydi aşk, yaşayan yaşatılan yüreklerde.
Varlığım onun baba evinde ki ağrısı, sancısıydı .Beni başka türlü sever benimle başka türlü söylemlere girerdi. Çocuk kalbimde çırpınan bir kuştu Mahpeyker Hala ve o çırpınışa yüklenen gökyüzüydü. Yeryüzüne inen göğün, yağmurla karışan masmavi gözleriydi. Ta o zamanlardan aşık olduğum çırpınışların maviliklerin gökyüzüydü! O yansıyışlar o canım renk içinde bin bir masallara dalıp gittiğim o derinlikler, uçsuz bucaksız yüreğimin eviydi. Bütün melekler oradan gelirdi, denizlere inip çıplak ayak derinliklere kadar değen; devasa, yarısı denizin dışında kalan, sırılsıklam kanatlarından, gökler akan melekler. Ay ışığının çırılçıplak göğsünde içime içimi yansıdığı, rüyalarıma peri yavrularını, deniz kızı sürülerini, kuşları getiren melekler oradaydı gökyüzündeydiler!...
O iki göz, pencereleri mavi boyalı evde, üç çocuğuyla yaşayan halaya her gidişim başka bir serüvene dönüşse de bütün serüvenlerimin özü, masmavi deniziydi halanın evinden seyre daldığım körfez. Penceresinden sabaha kadar denizi izler Deniz Kızını görmeyi hayal ederdim. Gündüzleri, güneş ışınlarının yüzeydeki çırpınışını seyre daldığım güneşin, doğurduğu su kuşlarını izler, ne zaman havalanacak ve üzerimden geçerken kirpiklerime cıvıltılar yağdıracaklar diye beklerdim. Bir an bile unutup oyuna dalsam, geçtiklerini ve gözlerimi onlardan ayırdığım için su kuşlarını göremediğimi sanır,oyunu bırakır, yine saatlerce denizi seyre dalardım. Denizle aramda ki aşk gökyüzünde ki derinliklere bakıp bakıp kayboluşum; gündüzleri içine düştüğüm dalıp gittiğim başka rüyaların serüvenlerini fısıldardı, diğer taraftan kulağıma! Geceleriyse, başka güzeldi halanın evinin.

Devamını Oku
Filiz Kalkışım Çolak



Bir avuç mor yanar
seni bana getiren gecelerin denizinde gözlerin yanar Sidelya…

Tüter için için tenhalarda hasret

Devamını Oku