EV ŞİİRLERİ

EV ŞİİRLERİ

Adnan Deniz

Göze çarpan ilk şey bir viraneyi andıran evin önünde yaşlı bir kadındı. Kadının arkasındaki ev’le kadının hayat hikâyesinin benzer olması en dikkat çekici unsurlardan birisiydi.
Yaşlı kadın gözünü amaçsızca ileriye dikmiş öylece duruyordu. Düşünüyor muydu, bilemiyorum. Ama duruşu o kadar çok şey anlatıyordu ki… Sanki arkasında yıkılmaya yüz tutmuş ve kader birliği ettiği ev’in anlatmaya çalıştığı durum, kendi hikâyesi gibiydi.
Her şeye razı bir halleri vardı. Yalnızlık, zaten terk edilmişliğin en acı sonucunu gösteriyordu. Zamanın en güzel evi yâda zamanın en güzel kızı kisvelerini alıp gitmişti yine zaman denilen acımasız sonsuzluk.
Bu evde şen kahkahaların yükseldiği, mutluluk şarkılarının söylendiği, boy boy çocukların büyüdüğü görülmüştü. Bu Yaşlı kadının beklide upuzun siyah saçları vardı. Belki de kahve gözlerine şiirler yazılmış, önünde diz çökülerek serenatlar yapılmıştı. Ama şimdi yapayalnızdı ve herkes onun ölümünü onaylamış gibiydi. Yaşlı kadın için umut olan çocukları değimliydi? Ama onlar yoktu! Onlar kendi kaderlerinin peşine düşerek yaşlı annelerinin durumuna gelmeyi beklemekteydiler. Biliyor musunuz, çocukları yaşlı anneleri gibi olacaklarından haberdar değillerdi. Evin ağaçları kırılmış aşağıya doğru sarkmaktaydı. Her tarafı delik deşik olmuş emanet bir virane gibi bir köşeye sinmiş yıkılmayı beklemekteydi. Ama kendi gibi bir yaşlı kadın emanetini vermek için gelecek bir haberciyi beklemekteydi. Her şey kabullenilmiş vaziyette her gün anlamsız bakışlarla ta uzaklara bakılıyor, hem ev hem de yaşlı kadın günden güne yıkılıyordu.
En zor olanı yoldan gelip geçenlerin yaşlı kadın ve evini hiç görmeden çekip gitmeleriydi. Sanki bu evin önünde hiç kimse yoktu ve ev hiç yapılmamıştı. Hâlbuki bütün emeğini vermiş
Eşiyle nice yokluklardan sonra bu evi yapmıştı. Çocuklarını bu evde nice ümitlerle büyütmüştü. Hâlbuki çocukları ne vaatler etmişlerdi annelerine. Ama artık hiç kimsenin haberi olmayacak, yok sayıldığı gibi “Bir garip öldü diyeler, soğuk su ile yuğalar”misali
Göçüp gidecekti yeni âlemlere. Bunu biliyordu, ancak kabullenemediği bu kadar ucuz gidişi idi. Yaşlanmanın yok oluş demek olduğunu bilmiyordu. İşe yaramamanın ne kadar acı olduğunu bilmiyordu. Emeklerinin bu denli hiçe sayılacağını kabullenemiyordu. Bu yüzden daima çaresiz bir şekilde hep boşluğa bakıyordu.”Yeni”olanın baş tacı yapıldığı ve güzelliklere hayran hayran bakıldığı bir dönemde genç ve güzellerin sonunun kendi gibi olacağını biliyordu. Ne yazık ki, genç ve güzeller hiç solmayacak gibi güzelliğin arkasından gidiyordu.
..

Devamını Oku
Ahmet Kemal

6 Temmuz 2007
Halam evde misafirim. Aziz misafir gelmiş. Evime esenlik doldu. O bize dedemin emaneti. Mazlum insan garip insan. Bir melaike. Ahmet efendinin kızı o. Mahallesinde hatta şehrinde üstün ahlakıyla parmakla gösterilen insan. Evliya denince akla gelen O.Onu sevmeyen bir kişi çıktı. Hac yolunda yavaş hareketinden dolayı ona düşman olan bir hacı varmış dediler.' Hah işte dedim bu onun münafık olmadığının işareti'. O Hacı ‘nın demek ki görünmüş koynundaki Haç'ı.
İçim içime sığmıyor. O benim ikinci annem. Çocukken beni evlat almak istemiş. Hatırımda bir bayram öncesi evde bir tek bana bayramlık alınmış 2 yaşında mıyım üç yaşında mıyım, bilmiyorum. Yeni ayakkabılar. Onları koynuma saklıyor onlarla yatıyorum. Annem razı mı değil mi bilmiyorum. Babam bu işe gönüllü. Beni de teşvik ediyorlar. Orda el üstünde tutulacaksın. Yediğin önünde yemediğin arkanda olacak. Hep yeni elbiseler giyeceksin evin tek çocuğu olacaksın. Olmuyor. Kayınpeder istemiyor. Mal başkasının eline geçecek diye. Sevinsem mi üzülsem mi bilemiyorum. O dosya bir daha açılmamak üzere kapanıyor. Ama ben biraz büyüdükten sonra halamın sevgi çemberine giriyorum. Her hafta bir gün evlerindeyim. Sıcak ev sohbet muhabbette çabası. Bu hal uzun süre devam edecektir. Ve yıllar sonra benin yerime alınan evlatlık eniştemin kız yeğeni… Onun büyümesi ile aileyle aramız açılıyor ben onlara kırılıyorum uzun yıllar o eve bir daha gitmiyorum. Eniştemin başından kaza geçiyor haberim olmuyor benim gurbet yıllarıma denk düşlüyor. Parti tercihinden dolayı ayrılır katmerleşiyor. Önce Özal sonra Erdoğan faktörü bu ayrılığı körükleyen unsur oluyor. O hep Erbakancı kalıyor. Evlatlıkları onları terk ediyor. Onu nüfuslarından çıkarıyorlar. Köye taşınıyorlar. Orada küçük bir ev yaptırıyorlar. Ve ani ölüm bu yalnız karı kocayı birbirinden de ayırıyor.
Küs değildik ama serin gitti aramız. Bir türlü eski samimiyeti bulamadık. Yıllar geçti o parti militanlığında ilerledi biz eğitim hayatında. Bir kaç kez ziyaret ettik onu bayramlarda ve en son hastalığında… Öldüğü günün akşamı evindeydik. Halam üzüntülü değildi. Anneme İsmail ne kadar yakışıklıymış dedi. Takım elbiseliydim okuldan gelmiştim. Kocasının kanla kirlettiği nevresimleri yıkıyordu elinde.
Yalnız yaşadı bir müddet. Sonra canına tak etti yalnızlık. Abisinin evinde kaldı biraz. Amcam ve hanımı bıktı ondan. D erken küçük amcamla kaldı biraz. Onlar da usandılar. Abim’e havale ettiler onu. Yengem de fazla tutmadı. Anneme havale etti. O da bir müddet sonra kıskandı onu. Yeğen baktı biraz birkaç ev daha dolaştı durdu. Yine annemle oturuyor şimdi. Ama annem yine onu kıskanıyor eziyet ediyor ona…
Şimdi arasıra ziyaret ediyorum onları altın kızlar diyorum onlara. Kızlar kızlar gelem mi, yanağızdan öpem mi? diyorum şarkı mırıldanarak. Gülüyor. El sallıyor camdan biz giderken…
Annem diyor ki senin geleceği günü sayıklıyor. İsmail’in gelmesine 1 gün kaldı, 2 gün kaldı, 3 gün kaldı. Haftanın yedi günü sayıklıyor seni. O zamanlar hafta sonunu onlarda geçiriyordum. Aradan bir hafta gelmediğim olurdu. Onu duyunca ara vermemeye çalıştım. Ama şimdi hafta sonlarını yunusa ayırdığım için gidip dönüyorum. Kalamıyorum. Bilmem üzülüyor mu? Daha bir duyum alamadım.
..

Devamını Oku
Ahmet Kemal

KADININ FENDİ

Kadının fendi erkeği yendi diyorlar bu doğru. Batılı bir yazar: ‘Bu kadınlar bizi nasıl burnumuzdan tutup çekiyorlar anlamıyorum’ diyordu. Evet, kadınların fendi hep erkekleri yeniyor.
Adem (as.) ı bile şeytan doğrudan ayartamadı da Havva anamızı kullanmadı mı? Şeytanı lain olan İblisin kandıramadığı Adem’i Havva anamız nasıl kandırdı da cennetten çıkış macerası başladı. O gün bu gün kadınlar kandırıyor bizi.
Kabil de kadın yüzünden isyan etmedi mi babasına ve kardeşi Habil’i bu yüzden öldürüp kardeş katili olmadı mı? Bu yüzden kıyamete dek işlenecek tüm öldürümlere ortak olmayacak mı? Bu ilk kıtal ile kıtal çığırını açan kötü kişi olmadı mı?
Günümüzde bakıyoruz erkekler artık kadınların kölesi olmuş durumda. Dün de öyle değil miydi? Evet, öyleydi, ancak bu günkü farklı. Bu gün erkekler kadınların burnu halkalı bir kölesi olmuş durumdalar. Onların emrinden çıkmadıkları gibi, onların esiri hatta eseri durumundalar. Bu yolda kimlik ve kişiliklerini de kaybettiler.
Tarım toplumunda geçici bir zaman için de olsa hakimiyeti ele geçirdi erkekler. Bu dönemde tarımsal üretimin işçi ihtiyacı nedeniyle çok evliliklere yelken açtılar ve evde hakimiyetlerini açıkça ilan ettiler ve uzun süre bu hakimiyetlerini sürdürdüler. Erkeğin fendi kadını yenmişti.
..

Devamını Oku
Mehmet Asa

Sabah 9 ila 11 saatleri Arasında 12 rekat kuşluk Namazı kıl Cennetine özel bir köşk kazan tabarani yine 12 rekat kuşluk Namazı kıl Cennetine Bir köşk kazan ravisi var yine 12 rekat ikişer ikişer kuşluk Namazı kıl Cennetine Bir ev kazan Tebarani yine 12 rekat kuşluk Namazı kıl cennetine bir Altından köşk kazan bu hadisin ravisi yok bu Namazın kılınması islami sitelerde tavsiye edilir
..

Devamını Oku
Zeynep Bozkurt

Buluttan bir evim olsun
Kendi evim olsun
Hep neşeli olalım
Hayalimdeki gibi

Yedi pencereli
Perdeleri rengârenk
..

Devamını Oku
Faruk Bakuri

Ma o su kral odur
O su ki gök ev be’dir
Su aziz bilmişiz biz
Varımız ondan südur

Su gök ev vatır mana
Vatır o ma'dır ana
..

Devamını Oku
Mehmet Çobanoğlu

Ev çi dimen çi teşe? Qidûmekî nexweşe,
Nav welat de şewate,encemekî nebaşe;
Serokwezîr Tayyîp’e kujtarê her gelane
Miroveki debenge miroveki qeleşe.

Ev pêvajo girane dengê hirça,gurane,
Ev çi hale çi rewşe welat jî ber gullane!
..

Devamını Oku
Ahmet Kemal

FATMA HALAM YAHUT İKİNCİ ANNEM

Annemle Babam evlendiğinde henüz evlenmemiş bakire bir genç kızmış. Büyük Halam ailenin en büyük çocuğu. Sonra Babam, sonra O geliyor. Fatma, Fatikos diye takılıyorlar O’na. Ev işlerini O’na yaptırıyor Annesi. Annem iyi yemek yapamamasının bahanesi olarak ne kendi evinde ne de kaynanasının evinde kendisine yemek yaptırılmadığından dem vurur, kendisinin tarlaya ve inek peşine sürüldüğünü söylerdi.
Bir gün O’na ablasının evlendiği köyden bir görücü gelir. Annemin tabiriyle Damat’ın lakabı Sarı Uşak’tır. Bu olay bir anı şeklinde anlatılır ki hiç unutamam. Büyük Halamın kocası Ahmet Enişte ile beraber köye gelen sarışın köse delikanlı Mahmut’u gören Annem durumu Halama haber verir. Camdan işaret ederek: ’Bak senin Sarı Uşak geldi’ der. Halam Annem’ in bu sözüne tepki olarak onun düğün hediyesi olarak verdiği sahte inci kolyeyi koparak fırlatır ve ağlayarak kaçar.
Hepsi hepsi köy hayatından bildiğimiz budur. Daha sonra görücü usulüyle - doğrusunu söylemek gerekirse görmeden - evlendiği bu adamla 10 yıl hiç konuşmadı. Zorunlu ifadeler dışında tek kelime sohbet ve muhabbet etmediler, edemediler. Kocası marangozdu, o köyde kayınpederinin evinde hizmet ediyordu. Kayınpederinin geçimi çiftçilikleydi. O da doğal olarak onlara yardım ediyordu. Tarlada, bahçede, ahırda. Annesinin evinde mutfaktaydı oysa. Tarlada bahçede ve ahırda olan büyük abisinin karısı olan yengesiydi bu sefer.
Yıllar geçti ilçede bir inşaat yaptılar, binanın altını marangoz dükkânı olarak tanzim ettiler. Bir müddet köyden gelip gitti kocası Mahmut Usta. Sonra dükkânın arkasındaki küçük daireyi donattılar ve oraya taşındılar. Yıllar geçti, çocukları olmadı. Ne doktora gitmeyi akıl ettiler, ne kimde kusur diye merak ettiler. Tabii bazı dedikodular olmadı değil. Durumu kabullendiler. Kusurun kimde olduğunu merak etmediler. Etseler de bir şey fark etmezdi. O zamanlar Ülkede bu konuda tedavi bu kadar ilerlememişti. Hem o günlerde halkta Allah’a yönelik derin bir tevekkül vardı. Her şey Allah’tan bilinir, onun yarattığı kadere sonsuz bağlılıkla bağlanılır, sessizce boyun eğilirdi.
Yeni evlilerin aralarında konuşmamaları, sohbet etmemeleri de belki de bu olayın yarattığı bir sessizlikti. Yıllar yılları kovaladı. Artık ümitlerini kesmişlerdi, en son bir evlatlık almaya karar verdiler. Babam onlara beni vermeyi teklif etti. Onlar da razı oldular. Bana son bayramlıklarımı aldılar. Annem onca çocuğuna rağmen beni vermek istemiyordu. Ben de durumu anlamıştım, ama yapacak bir şey yoktu. Ben o ailenin tek çocuğu olacağım, her istediğim alınacak, her istediğimi yiyebilecek, her istediğimi giyebilecektim. Zaten haftada bir onlar dedemlere geliyorlardı. Dedemlere komşu olan Annemi ve kardeşlerimi görebilecektim.
..

Devamını Oku
Mehmet Çobanoğlu

Lê lê lê dayê keça bêbext û reben dan ber kêran
Lêdan dixwe bav û biran, ap û xalan hemû mêran
Hewarîya min Yezdanê jor, Xweda’ê alemê re
Ev çi afete ser jinan, mêr xwe dişibînin şêran

Lê lê lê dayêkê keça belengaz dan ber keviran
Xwîna gewez jî dikişe û hire hir ket nav mêran
..

Devamını Oku
Mehmet Çobanoğlu

Îro dîsa şêlîye û roj tarîye
Wey dinyayê wey dinyayê
Agir barî ser gundane, ser Kurdan’e
Wey dinyaê ev çi rewşe ev çi hale
Bêbext hatin bi komdarî, hewareya me Kurdan e
Êriş anîn ser malane wey dinyaê me hêtûne, me şewate

..

Devamını Oku
Yusuf Tingiş

İyiliğin cennetten armağan yaşantıma
Nasıl bir meleksin söylesene bana
Umudun bittiği an cıktın karşıma
Hep seveceğim seni sonsuza kadar

Küçük tahta parçalarından bir ev yaptım sana
O ev sana olan sevgimin bir ispatıydı anlasana
..

Devamını Oku
Fatma Avan Özdemir

misafir misafiri sevmez
ev sahibi hiçbirini
biz insanlar misafiriz
dünya ise ev sahibi
sevmiyoruz öyle ya sevemiyoruz birbirimizi
sevmez ev sahibi sevemez ki biz misafirlerini
davet eder,bir kapıdan gelenlerimizi
..

Devamını Oku
Şevket Terzi

Bir ev isterim mütevazı
Fark etmez yeni eski
Yıldızları seyredeyim orda
Geceleri yeter ki

Bir ev isterim mütevazı
Bahçesinde çiçekler
..

Devamını Oku
İsa Yazıcı

Bir düşülünür,
Duyunuları küçümseyen
Salt akılıncı;
Görülüşüne karşı,
Duyunuların ağzından
Şöyle söylemektedir.
Zavallı akınıl,
..

Devamını Oku
Aynur Uluç

Kadıköy'de ev arıyorduk bir buçuk yıl önce. Pek çok evi dolaştıktan sonra bir eve geldiğimizde hemen ısındık ama karar vermek için bir şeyler daha düşünür müyüz telaşı ile emlakçı önemli bir sırrı verir edasında bir ses takınarak şöyle dedi...: Gelin siz bu evi tutun. yukarda bir adam var. Evi kitap dolu. Eninde sonunda tanışırsınız siz. Bu evi tuttuğunuza sevinirsiniz o zaman. Evi tutmamızda gerçekten de sevimli ve merak uyandırıcı bir bilgiydi bu.

Taşınmamızın üzerinden bir yıl geçtiği halde hayat koşturmasında yukarıdaki adamın kim olduğunu öğrenemedim ama nasıl kitap dolu olmalı ki bir ev, emlakçı bile bunun sözünü ediyor, o evi kitapla tanımlıyor'un merakını hiç kaybetmedim. Sonra arkadaşım Mehmet Tekirdağ bir gün ondan söz etti. Turgut Çeviker çok önemli bir insandır bu ülkede, der demez anladım kitaplı adamın kim olduğunu. Beni tanıştır dedim nolur, eskiden komşularımızla kendimiz tanışırdık ama şimdi çekinir olmuşuzu şaşkınlıkla tespit ederek kendimde.

Sonra mizah, mizah tarihi ve Turgut Çeviker konuğumuz Nehirmuhabbetler'de. Onunla tanıştığıma, hatta oturup sohbet ettiğime nasıl mutlu olduğumu bilemezseniz, kitaplara sorun siz. Henüz o kitaplı evi göremedim. Ama görenlerin, bilenlerin anlattıkları yeter. Sen ne güzel kitaplı komşumuzsun Turgut Çeviker. :)

Aynur Uluç
..

Devamını Oku
Ali Kaybal

Karanlık kaldı dünyam köhne ve sessiz,
Örümcekler ağ örmüş, duvarda ilbiz,
Gölge hareket etmiyor, artık sensiz,
Yokluk oldu dünyam, ev bensiz, ben sensiz.

Yapraklar kımıldamaz, ağaçlar renksiz,
Karaya vurmuş balıklar, küskün deniz,
..

Devamını Oku
Navruz Kaplan

Giderken götürdün yazı baharı
Kış ben de kaldı ev çok soğuktu
Şifirem sevgi benim seninki nedi
Sevgi temel ev de yıkılmaz simse

Kalbim sende kaldı verme geriye
Benim değil bu kalp sakın ağlatma
..

Devamını Oku
Aytekin Orhan

Sabah gözlerini açtığında işe geç kalmış, telefonu birkaç kere çalmış olmasına rağmen duymamıştı. İşyerinden aramışlardı. Aceleyle üzerini değiştirip dışarıya fırladı. Yolda giderken işyerini arayıp durumunu izah etti. Bugün nasıl geçecekti. Yarın Elvan geliyordu. Aklında bir sürü soru ve işyerinde onu bekleyen onca iş vardı. İşyerine vardığında öğlen olmuştu. Tüm gücüyle işlerini yapmaya koyuldu. Akşamın nasıl olduğunu anlamamıştı bile, işten çıkmadan birkaç gün işten izin almak için yöneticisinin odasına uğradı. İznini almış ve şimdi dışarıdaydı. Yolda dalgın bir şekilde yürüyordu. Elvan aklından çıkmıyor ve yarın şehrine, buluştukları eve geliyordu. Yüzünde istem dışı bir gülümseme oluştu. Son zamanlarda kendini tanımaz bir halde yaşıyor, Elvan’a böylesine kızgınken yinede ona kıyamıyordu. Kendi kendine onu gördüğünde bağırıp çağıracağına dair sözler veriyor sonrası düşününce bunu yapamayacağının farkına varıyordu. Kafasında bir sürü düşünceyle yürürken evinin yolunun yarısını yürüyerek gelmişti. Çok yürümekten olsa gerek yorulmuştu. Yoldan geçen bir taksiyi durdurup evine gitti.
Katları çıkarken Sevda’nın kapısını yeniden çaldı. Sevda yine evde yoktu. Telefon açmak istedi ama sonra vazgeçip evine çıkıp içeriye girdi. Evde dünden kalma masanın üzerindeki malzemeler duruyordu. Üzerini değiştirip, evdeki dağınıklığı toplamaya başladı. Uzun zaman olmuştu evini temizlemeye gelen bayanı çağırmamıştı. İzin dönüşü ilk işim bu olsun diye bir kâğıda not yazıp buzdolabının üzerine yapıştırdı. Yatak odasına geçip ufak çantasına birkaç malzeme doldurmaya başladı. Aklına Elvan burada kaç gün kalacak sorusu geldi ve cevapsızdı. Sağa sola bakınıp son eksiklerini çantasına koyduktan sonra saatine baktı. Çok geç olmuştu. Vaktin nasıl geçtiğini anlamamış ve doğru dürüst bir şeyde yapmamıştı. Birkaç gündür yatmadığı yatağına uzandı. Yorgundu düşünceleri hemen uykuya dalmasına neden oldu.

Sabah olmuş, erkenden uyanmıştı. Traşını olup, duş aldıktan sonra üzerini değiştirip, çantasını eline alarak evinden dışarıya çıktı. Büyük gün gelmişti. Hiç zaman kaybetmeden yoldan bir taksi çevirip adresi söyledi. Taksi hareket edip gitmeye başladığında düşünceleri hala yerinde değildi. Elvan’ın yanına gidiyordu ama karşılaştıklarında ne yapacağından emin değildi. Trafik boştu ve gideceği yere 45 dakikalık bir yolu vardı. Taksinin camından dışarıyı izlerken şehir akıp gidiyordu. Gözlerinin önüne Elvan’ı son hatırladığı hali düşüyordu. Acaba değiş miydi? Gözlerinin içi yine gülüyor muydu? Elleri sıcak mıydı? Diye düşünüp dururken, taksi şoförünün geldik beyefendi demesiyle kendine geldi. Taksi ücretini ödeyip, çantasını alıp arabadan aşağıya inip eve doğru yürümeye başladı.

Buluştukları evin yanına geldiğinde evin kapısını çaldı ama açan olmadı. Ev sahibinin bulunduğu yeri bildiği için direkt oraya yöneldi. Ev sahibi hiçbir şey söylemeden evin anahtarını kendisine teslim etmiş ve bu durum karşısında çok şaşırmıştı. Evin kapısını açıp içeriye girdiğinde, karşısında Elvan’ı göreceği için heyecanına yenik düşmekten korkuyordu. Kapıyı açıp içeriye girdi. Ev temizdi ve ortalıkta Elvan yoktu. Dışarıya çıkmış olduğunu düşünürken yüzü asılmıştı. Birazdan gelir diye iç geçirdi ve banyoya gidip elini yüzünü yıkayıp geldi. Salonun ortasında Elvan’la rakı sofrası kurdukları sehpanın üzerine bırakılmış bir zarf gözüne çarptı. Zarfın üzerinde canımın delisine yazıyordu. Zarfı açtığında kısa bir not ve içinde bir yolcu bileti duruyordu. Şaşırmıştı. Okumaya başladı. Mektupta;

..

Devamını Oku
Hayriye Aygül


Ufacıktım ama,gözüm kulağım hep büyüklerdeydi.Gelen misafir nasıl ağırlanır, nasıl hizmet edilir? Erkek ve kadın nasıl bir muamele görürlerdi?
Köyümüz üç mezre olup,aralarında yirmi dakika yayan yolu vardı .Genellikle aynı mezrede oturanlar akraba ailelerdi.Arasıra gır çıksada ,genellikle barış ortamı vardı.Cumhuriyetin kuruluş yıllarına kadar,sorunları dedeler çözermiş.Sonra mahkemeler devreye girdi.
Kadın erkek kavgası pek hatırlamıyorum,arasıra tarla sınırı üzerinde tartışma olurdu.Genellikle herkes için aile çok kutsaldı.Hatta her duanın içinde birde ''Allah hiçkimsenin ocağını söndürmesin !''derlerdi.İyi bir ev kadını ocaktaki ateşini söndüremez, diye inanaırlardı.Kadın kaç çocuğu olursa olsun,sabahın köründe kalkar,tek başına akşama kadar hiç oturmadan didinir.Hiç of...çekmesini bilmez,şikayet etmez,sabırlı ve misafirperverdir.Misafir geldiği zaman yemeği muhakkak vardır,aç susuz göndermez.Eşi evde olsun olmasın,misafir için ayrılan ekmeği hep vardır.Kadın ev içinde özgür davranır.Açlık zamanlarında kaynana geline karşı sert olsa da, hiç kimse aç bırakılmazmış.Gelinler arasında ilk gelin saygı görür,küçük gelin kaynana ve kaynata ile otururmuş.Arazi az olduğu için yaz aylarında erkekler gurbete gider,kadın davar doluk,tarla,bahçe ve ot biçmekte yalnız başınadır.Tek yardımcısı biraz büyük çocuklarıdır.En azından kardeşlerine sahip çıkabiliyorlar.Toplumda kadın olarak değil,birey olarak ailedeki sorumluluğunun bilincindedir.Ona bu güveni verende hayatının erkeğidir.
Kadın deyince akan sular dururdu.
Erkek karısıyla bir başkasından yardım istemeye gittiğinde ,eli boş geri gönderilmez.
Örneğin; ev yapacak.tahtalık kavak ağacı gerekiyor.Kavakları olan birine gittiler mi ,boş dönmezler.Herkes birbirine karşı saygılı,yardımseverdir.Toplumdaki tüm bireyler yerlerini,konumlarını bilirler.Yaşlı hanımlar baş köşeye oturtulur,yaşlı beylere hürmet edilir,sözü dinlenilirdi.Aile kutsal sayıldığı için,herkes barış içinde yaşar,komşu komşusunu rahatsız etmez,boşanma yaşanmazdı.Suç işleme çok nadir durumlarda görülürdü.Köyde kıyafetler cumhuriyetle modernleşti.Daha önce 8 tahta padiskadan dikilen kırmalı,işlemeli uzun entarilerin yerine,belden lastikli entariler dikilmeye başlandı.Fes,püskül yerine tülbent kullanıldı.Önceleri sadece yaşlı neneler yüzünü kapatmaz, gelinler kapatırlardı.Köyün büyükleri ortaklaşa aldıkları bir kararla,gençlerin evlenebilmesi için bu özgürlükle, bekar kızlara baş bağlama ve yüz kapatma olmazdı. Aile içi eğitim çok önemliydi.
..

Devamını Oku
Ali Orkaç

Toprakla özdeşleşen her canlı, canlı yaşar.

Fırtınalı bir kış gününde misafirliğe gidiyoruz,içinde olduğumuz şubat ayında yolumuz Tepebaşı mezrasına düşüyor,mezra Aktoprak’tan uzak kayalık yere kurulmuş dizili evlerle bir kaleyi andırıyor. Hakkari’nin yolunu uzaktan seyredilebilecek bir yerde kurulmuş bir köy. Köyün aşağısındaki uçurumda küçük bir orman var,burası adeta servilerin boy ölçüştüğü mekan. İnsan seyre daldıkça gözlerini uçurumun diğer tarafındaki manzaradan almak istemiyor. Böyle bir manzaradan sonra davetli olduğumuz eve girdik.

Ev sahibi bizi hoş karşılayarak içeri aldı. Şimdi de dışarıdan farklı bir manzarayla karşılaşıyorum. Akşamları köy ahalinin bir eve toplandığı, o günün dertlerini, sevinçlerini bir arada paylaştığı iki odalı bir ev burası. Odanın her tarafında fare yavruları gibi yuvalanmış çocuklar hanede dolup taşıyor. Ne gariptir ki televizyon ekranlarında ağalığı, toplumu, siyaseti ve ailevi sorunların eleştirildiği bir sinema şölenini hep birlikte seyre dalmışız; ama zıtlık bu ya! Aile reisi bunu sadece bir dramatik doğu koşullarının anlatıldığı bir film olarak görüyor. Kendi payına düşen o ailevi çokluğu gözünden kaçırıyor, ya da bunun bilincinde değil, çünkü her tarafında fare yavruları gibi dizinin dibine çömelen, çocuklarına hiç mi hiç aldırış etmiyor. Aslında ekranlarda ona yönelik bir eleştiri var; fakat kime anlatacaksın bunu. Sadece olumsuzlukları görmek yetmez. İnsan, kendi payına düşeni almalı, bu uğurda somut bir adım atmalı.
Ve diğer yandan misafirleriyle ilgilenme telaşı içinde olan ev hanımı… insanın acınası gelir bu küçük Tepebaşı evinde yaşananlara tabi ki yaşantı deniliyorsa! Bizlerde koyu bir sohbete dalmışız, köylü günlük işlerden konuşurken söz köyün içinde bulunduğu durumdan açıldı. Herkesten farklı bir ses çıkıyordu. Oda adeta ses kavgasına dönüşmüş. Uzun bir sohbetten sonra ev ahalisiyle vedalaşarak yavaş yavaş köyden ayrılıyoruz.

..

Devamını Oku