Duy sesimi ey Karadeniz! Bahrine sığınmışken hissiyatım; oradakilerin ufuklarıyla yanar muhabbet ateşim..Zaman, eşyaya hakimken tutkulu ve hasretim sana....Senin kucaklayışında sarıldığım.....Şimdi o, senden de çok ıraklarda...
"Gel kaçalım Sevdiğim dağların arkasından..." lakin ben kaçmışların visalindeyim. Hangi cenah kucaklar bu aciz bedenimi, hangi güneşin altında sımsıcağı tadar da "Yaşamak..." ın ruhuyla tadında doyumsuzluğa ulaşır.
Her yön, benzer resimlere dönüşürken kelimelerim gönlümde büyüyor...Arkasında nefessizliğin eşiğine koşuyor, tasından suyunu yudumlayacağıma haykırıyordum.Ab-ı hayat, ruhları çuşa getirirken ıslanmışlığın deminde garba dönen veçhimi anıyorum.Ben "Neyi, nerde? " arıyormuşum.Haberdarın arkasında "Beklenen..." i şiirleştiriyor,her an görüp ulaşamadığımı tutuyordum, yüreğimin avuçlarda taşındığında ki ahvalini, okunuşların kalbime değişinde yükseltiyordum.. Geceler...Dağların arkasında ki visalde bekliyor, dağı yarmak için bir mırıltı istiyordum.Tut şu marziyata mübtela olmuş gönlümü...Firak, uzaklıkların yakinini kalbime değdirmesinde ki "Yaşamak..." bu olmalıydı; Zaten, haline acınacak olan kendimden başkası kimdi?
Niçin yaptın bunu? Sebebine dokunmak, böylesine derin bir ıslığa dönüşünü vurur muydu al yanağına.Acısına uzanırken feryatların teninde kayboluşu....Aman Allahım! Irmakların doğduğu yere dönmek gerekiyorsa; baht-ı evvel ve ahirindedir dem,ab-ı hayatın zemzeme dönüştüğü anlarda...
Yırtık eskilerin cana hissedişleri nefeslenirken, azgınlaşan yaraların çığlıklarını kovalıyor, "Adı batasıca! " deyişlerin ahengine, muhabbetin ruhani lutfunu okşatıyor, hırçınlaşan bedeni, cismaniyatın zuhurunda hasıl olan yekunü idrak ettirmeye koyuluyordu.
Zira sabahlara ramak kalan hayallerin rüyaya dönüştüğü hissini bekliyor,ummana daldırdığı kollların her bir kulacını " Ahenk-i muttasır-zaman" da görüyor, inlemesini tesis ettiği kalbi derinliğine boğuluyordu. Kimlerin hanlarında kiracı olmalıydık? Vusul-u ayineye adanmış ruhaniyatların zevk-i muhabbetine şafakları çağırıyordu. Yaşanılası ile yaşanılamayan rasındaki benzerliklere zıt olanı hatırlatıyor, dikkatine celbi bulunmayan tavrını sergiliyordu.
Duyun sesimi! Naçar oldu yüreğim,
Dimağımda elem veren vukuatların esaretindeyim
İstikbal uzak mı? Ya vazgeçilmez hayallerim
Selamı çok gören mazimin tükenmez eseriyim
Kaldırımlar; ömrümün her faslında alnımda
Ahh! İstanbul.
Gün; soğukluğun verdiği titremelerde anlaşılıyordu.Karanlık hakimiyetini kaybediyor yerini tan yerinin ağarması izleniyordu.Bir seher vakti…Bir sabahın başlangıcı..Kelimelerin dahi üşüdüğü ve üşüyüşünde kendinden geçtiği bir vakt-i ömürdü bu sabah,Duyduklarım; İstanbul semalarının deruni inleyen sancıları,titremeleri ise bedeninin “Yeterrrr! ” deyip ruhunun aşikare duyulan hıçkırıklarıydı.
Adımlarım sıralanırken ard arda istemsizce geriye çekiliyor,içimin ürperişinde kendimden geçiyorum.Ne kaldırımlarda uzanmış,uyumaya çalışan siyah bir köpeğe aldırış ediyorum ne de deli deli esen rüzgarın engellemelerine. Bir ben varım karanlıktan kurtulan sokaklarda bir de ayakkabımın çıkardığı yankılar. Sesleri; her bir evin duvarlarına çarpıyor, üşüyen sinemin üstüne vuruyor, nefessiz kalıyordum.Çok geçmeden sesler çoğalıyor hazin kalbim kalabalıklar içinde şen görünüyordu. Ve uzayıp giden bir gün…
Uzaklarda bakakaldığım manzaraların aksine biraz daha garip hissediyorum kendimi.Bazen şevke getirmek için çılgıncasına neşeleniyor bazen yalnızlığıma gömdüğüm aklımı kurcalıyordum.Öyle bir halet-i ruhuye ki o an, güruh güruh insanları temaşasız geçiyor farkındalığını haykırırcasına hareketlerine alakasız kalıyordum. Sonrasında derin bir irkilme başlardı kulaklarımın duyduğu ölçüde.
Biri hayasızca küfrediyor diğerlerini kahkaha sarıyordu.Erkek-kadınla karışık bu sahneler benim yemyeşil perdelerime yabancıydı.Bir sinema filminin sokak tanıtımı mıydı acaba? Yoksa Avrupa meftunlarının alışık olup bekledikleri bir tiyatro muydu? Bağırmak, bağırmak….Geçiyordu ki içimden onlar karşımda bir orduydu.Sustum, kafa salladım durdum.”Daha söyleniyordum” demeye kalmadı gençlerin o iğrenç yaşam tarzları gözüme batıyordu.”Ahhh! ” çekip “Anlaşılan bu gün geçmeyecek….” Diye mırıldanıyordum.
Bir sayfa,bir sayfa daha
Bir sayfa daha doldurdum
Geriye bıraktığım hayatımın
Bir daha geri gelmeyecek anılarıyla...
Yolum uzak,zorlu
Ve sonunda beni bekleyen hayallerim
Bu gün, benim günüm... Diğerleri size kalsın
Ayrılıklar yudumlanır boğazımda... Ve işte o gün;
Karanlıklarda doğan güneşlerin gölgesi,
Kör aydınlıkların gölgesinde doğdu.
Yaşasın ölümlere hayat suyu veren an,
Söyle ki gönülden olsun muhabbetimiz. Ey yar-i mutlakta ittifakımızla büyüyüp ulvileşen gayemiz....Sessizliğimi, sessizliğimizin arkasında ardı sıra tırmanan düşüncelerimiz! işte buradayım, ya sizler, evet sizler! Nerelerdesiniz?
Bir umut treninde adımlanan o yolların ahengine bırakmışız kendimizi.Ağır ağır harekatın bir göz kapamasında ki hülyasını tadımlıyorduk. Hayat vagonlarının birbirine kenetlenmiş,onların bölümlenmesinde tırmanarak ileriye bakıyorduk.Bir, iki, üçüncü vagon derken....Bakmışız ki ufkumuz; hayata dair bembeyaz bir sayfaya dönüşüyor, idrakin fevkine varmış ama iş işten geçmiş edasıyla mırıldanmaya koyuluyor, mırıltıların arkasından söylenme, hayıflanma, kınamalar..... tükenmiyordu. Ve.... Keskin ve derin bir ramak kalıyor, başka bir alemin aralanmasına.....
Neye dair kazandıklarımın varlığı, mevcudiyetine akıl erdiremediğim makamatın elde edilişleri nerede? Asırlara taş çıkartan keder ve ağlamaklığımın mahsülünü, hangisinin fedakarlığınaydı.? Tutkulu ve aşıkane düştüğüm menfaatimin o yüce neticesi hangi avucumda? Kelimeler.....Uçsuz diyarın manalarda ki hududunda nihayet bulan kelimeler...Anlatılmaz ve yaşanlmaz, yüreğiminde kavrum kavrum alevlerin çilekeşleştiren elemleriyle....
Derdim, tarifse eğer ben tarifine kurban gitmişim.Kurban edilmek ne ise işte ben onu sevmişim.sonrasında ise manzaralarına hasret kaldığım aynalar...Neresi bu alem? Ben yalnızlıkta bulmuşken kendimi, şimdi Ankara'nın mahşerinde uyanıyorum.Ben istemedim ki bu canhıraş çığlığı, insanları ve Ankara'nın bağırları yakan feryadını......Kim bilir,Uyanırsam bir gün saadet trenine; işte o vakit el sallarım insana, sevgiye, herşeye; Ve derin bir feyiz ile...İçin için, güle güle....
Garip bir buse...Ankara'nın buz kesen soğuk taşlarından bana....Garip bir taş,halimi seyreden soğuk taş duvarlara hararet veren hüznümde.....Ya bekliyorum işte; Kah Karadenizin küçük bir köy evinde kimi benliğime sarılmış perçinlerin yüreğime değişinde...Zaman akıyor boynumu yavaş yavaş kesercesine...
Hangi ırmağın ortasında kalmışım böylesine yapayalnız,sokak lambalarının ısıtışında nasılda üşümüş, donmuştu yüreğim.Vızıldayan gök yüzündeki yıldırımlara inat, sukuna dalmışlığın perdesinde yoğrulmuş, lal kesilekalmış dudakların belağatcılığına koyulmuştum. Hangi cenah ruhuma açılan bir perdedir, hangi kelime muhabbetin derin bir siluete bürünüşünü anlatır. Uzakların koylarında falezlere dönen dalgalarımın, yok oluşunda haykırılacak kayboluşu...Nerede akislerin yüzüme vurduğu cilveler, nerede gök yüzüne selam verenlerin tek umudu aşk.. y
Ufuklara kolllarını açmış yolların vardığı tek visal...Sessizliğimde büyüyüp seslere dönüştüremediğim mana....Çığlıklarımda feryatlarımı ağlatan kavramdı.Resimlerde büyütüp "Geliyorum..." diyemediğim koskoca ve çetin bir düğümdü.Kıvrım kıvrım süründürdüklerinde büyüten yolculuğun; acıtıcı cellatların vuruşları, kan pıhtısının yüreğe keskin dokunuşlarıydı.
Sevgili....Ey sevgili....Kör olduğum menzilin adi adımlarınaydı. Tadında ama yakışında ki derin yakarıştı.
Bir garip hikaye ile başlar teessürle dolu kalbim
Devrana eş asırlar geçer amma sönmez bir şulem…
Gökte göğü yerde muazzam bir saltanatı yaşarım ki,
Uçurumun hemen yanında, nihayetsizliğe koşarım..
-Bir şiir söyle! Demişti mecnunun dilinden,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!