Artık ortaokullu idim. İlkokuldan ve her nekadar renklerini sevsemde, beni boğan o beyaz yakadan kurtulmuştum. Bir an gelir takmamak için onu, koparırdım iliklendiği düğmesini ve spor ceket gibi giyerdim ya; geçmişti ogüzel günler.
Şimdi gri pantolon, larcivert ceket, beyaz gömlek ve larcivert kravat takıyordum. Kendimi büyümüş gibi hissetsemde, her derse ayrı bir öğretmen gelmesine alışmam uzun sürecek gibi gözüyordu. Değişimlere alışmam öyle kolay olmazdı, o zaman bile.
Babamda Tekirdağ’a tayin olmuş, eve sadece hafta sonları geliyordu. Yalnızdım.
Çıplaktı ayakları, bembeyazdı,
Pespembeydi topukları,
İşte beni onlar baştan çıkardı;
Hep bu en sevdiğim hali ile uzanırdı karşımda.
İnce kavisli kalçaları titrerdi,
Benim bir sevgilim var; 'moonlight sonata' çalıyorsa o konuşmaya başladığında yalnız sevgilimi dinlerim... Çünkü sevgilim bir hayalettir benim ve ben onu arıyorum...
Nerededir, ne yapmaktadır hiç bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var; oda beni bilmiyor. Ne komik bir trajedi değil mi? Biz aslında çok güzel, masallarda anlatıldığı gibi bir aşk yaşıyoruz onunla.
Ne zaman kapasam gözümü, geliveriyor yanıma ve öpüyor dudaklarımı ıslak ıslak. Sarılıyorum ona; ama birden kurtarıveriyor kendisini kollarımdan ve öte yanımda, yanlamasına uzanmış, dirseği ile güç alarak eli ile başını tutarak beni seyrederken buluveriyorum. Seviniyorum. Lakin çokta üzülüyorum. Hep gidecekmiş hissinde bırakıyor beni. Onu kaybetmemek için kendimi ona adıyorum. Fayda etmiyor. Güneşin ilk ışıkları evime vurmaya başladığında, benden esirgemediği çıplaklığı, o ışınlarla yavaş yavaş kaybolurken beni bir başıma bırakıp gidiveriyor.
Ayrı düşünce anladım,
Senin bendeki değerini...
Hakikaten doğru birşey;
İnsan kaybetmeden anlamıyor hiçbirşeyin değerini...
Sen yalan olsan, BEN RAZIYIM...
Su azizdir, haklısın;
Ama berraktır bakarsın,
Helede kaynağından buz gibi,
Alırsan bir testi dolusu,
Bir kuru ekmeği eder ziyafet.
Bir yudumu ile yaşama bağlar;
Bir bayram arefesi idi. Çok uzun bir yoldan gelmişti. Yorgundu, ama uzun zamandır sadece sesini duyduğu ailesinin yanında huzura ermiş bir sukunete sahip olmuş, tüm yorgunluğunu onları seyrederek, onlar ile konuşarak gidermeye çalışıyor; hatta öyleki, bir an bile gözlerini kırpmadan durmaya çalışıyordu.
Çünkü gözlerini bir an kırptığında, gözlerinin önüne, o güzel sevdiği insan geliyordu. Ailesi bile bunun önüne geçemiyordu. Sevmek, onun için; yalnız ona kapılmak demek değildi. Seversin, ama diğerler sevdiklerinden vazgeçemezsin. Sadece bir kişi olur ki onu, diğerlerinden daha fazla seversin. Böyle düşünürdü.
Bir rastlantı sonucu tanışmışlardı. İkisinin de tanıdığı ortak bir arkadaşları vasıtası ile yeni bir döneme açılmışlardı.
Niceden sonra yine
Şiir yazmak geldi yine içimden,
Ben niye böyle oldum,
Farkındayım,
Ama elimden gelen ne yazık ki bu,
Elimi uzatsam gelmeyecek biliyorum,
MUM IŞIĞININ GÖLGESİNDE
Mum ışığının gölgesinde bir hayattasın,
Bunu biliyorsun, ancak engel olamıyorsun…
Ne kadar cılız olsada, aydınlatıyor odamı,
O sabah, sanki her sabaha uyanıyormuşçasına uyanmıştım.
Yine güneş doğuyordu,
Yine ışıkları ile boğaza hayat vermeye and içmişti…
Oysa ki bu sabah çok farklı idi…
Güneş doğuyordu, o kızıllığını bana gösteriyordu,
::..Sadece Seni..::
Biricik Sevgim Benim.
Uğurunda geçmişimden vazgeçtiğim.
Ne yaparsan yap,
Ben Emine Keski, Erbil seni hatırlıyorum ve görüşmek itiyorum. Beni facebook'dan bulabilirsin.
Çok güzel bi şiir.Yüreğinize sağlık.başarılar