'Okumak, her şeyden evvel, muharrirle kıyasıya bir mücadeleyi göze almak olmalıdır' (s. 27) .
'Türkiye'de kitap kadar hakarete uğrayan hiç bir mal yoktur' (s. 32) .
'Göklerde yıldırımı avuçlayıp kuyulara atan, atomun göze görünmez dünyasma sokulup tabiatın ince yapısını keşfeden insan, enginlere dalan ve fezaları mıncıklayan insan, icat ettiği vasıtalarla fersahlarca ötesini gören, işiten, yakına getiren ve kendisi için mesafeleri yok eden insan... Kendini hayvanda aramanın, kökündeki büyük mana ve imkandan haberi olmamanın cezasını çekiyor' (s. 34) .
Durdu Şahin: Kadın nedir? Kadının aslî görevleri nelerdir?
Lütfullah Cebeci: Allah Teala imtihan yoluyla tekamül edebilecek özellikte bir varlık yaratıp, onu, onun İçin özel olarak gelişme mekânı olarak hazırladığı dünyaya yerleştirdi. Bu varlık insan idi ve erkek kadın olarak iki türü vardı. İlki Âdem ve Havva olan bu İnsanları dünyaya gönderdi ve 'Size benden bir hidayet geldiği zaman, kimler benim hidayetime uyarsa, artık onlara bir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.' (Bakara 38) buyurarak bundan sonra olacakları âdeta onlara özetledi. Bundan anlaşılıyordu ki İnsanın, kadını İle erkeği İle dünya serüveni ayette çizilen çerçevede sürecekti. Allah insanlara zaman zaman hidayet vasıtası olacak peygamberler ve kitaplar gönderecek, insandan onların direktiflerine göre yaşamalarını isteyecekti. Temel görevi, adına İmtihan dediğimiz bu kulluk olan İnsanın herblr türüne Allah Teala farklı karakter ve farklı roller verdi. Dolayısıyla her tür. kendi rolü çerçevesinde kulluk görevini yerine getirmekle sorumlu tutuldu. Fazileti, şerefi ve mânevi dereceyi belirleyen kıstas, kadın ve erkeğe verilen roller değil, adına 'takva' dediğimiz kulluk performansı ve samimiyeti olacaktı.
Erkek olarak yaratılmış bir insan, kendisine verilen yetki ve roller çerçevesinde, vazifesini ne kadar tam yaparsa o derecede manevî yüksekliğe ulaşır ve mükâfatlandırılır. Kadın olarak yaratılan bir başka İnsan da aynı şekilde kendisine verilen roller ve yetkiler çerçevesinde vazifesini ne kadar tam yaparsa, o derecede manevî yüksekliğe ulaşır. İmtihanını başarmış olur ve büyük mükâfatlara ulaşır. Bu açıdan, har biri İnsan olarak ye aynı yüce İmtihana tabi tutularak. İslâm'a göre kadın ve erkek eşlttlr. İslâm gerçekçi bir din olduğu İçin, fıtratı inkâr etmez, dolayısıyla da yaratılışları, karakterleri, güçleri, psikolojik durumları farklı olan kadın ve erkeği, basit eşitlik çerçevesinde ele almaz; manevî değer ve İnsanî yücelikler açısından eşit sayar. Buna göre, bir erkek görevlerini İhmal ederek ve rollerini yerine getirmeyerek, hayvanlardan bile aşağı bir mertebeye inerken, dünyevî olarak o erkeğin hâkimiyeti altında bir rol verilmiş bir kadın, cennette herkesin İmrendiği yüksek bir mertebe kazanabilir. Bunun tersi de olabilir. Netice İtibarı ile kadın, Allah'ın hitabına nail olmuş, dünyevî imtihan ve kulluk çerçevesinde en yücelere çıkmaya namzet şerefli bir varlıktır. Çünkü o İnsan cinsinin bir türüdür ve türler arasında bir üstünlük yoktur. Üstünlükler ve faziletler sonradan kazanılır, kim ne kadar gayret harcarsa, o kadar kazanma şansına sahiptir.
Bu anlatılanlar 'Kadın nedir ve aslî görevleri nelerdir? ' sorusuna. Kuran ayetleri çerçevesinde verilebilecek en genel cevaplardan biridir. Yaratılışla ilgili bazı farklılıkları gözardı ederek ve İslâm'ın kadına bakışını değişik sunup, dinimizi itham etmek isteyenler ya cahilliğini ya da kötü niyetini göstermiş olur.
Bir toplum büyüyecekse, ilimde, teknikte, sanayide, ahlakta, ekonomide insanlığa faydalı eserler armağan edecekse; mutlaka ilim sahibi insanlara ihtiyaç duyacak, bu konuya ilgi duyan sanatkârı, yazarı, düşünürü çoğaltacaktır. İlim sahibi insanları korumayan, ilme gereken ilgi ve alakayı göstermeyen milletler; uzun ömürlü olamazlar ve ileriye yönelik hamleleri gerçekleştiremezler. Varlıklarını, diriliklerini, birliklerini koruyamazlar.
Eğitimini, öğretimini ilmi esaslar üzerinde temellendiren, insanını ilim öğrenmeye hevesli olarak yetiştiren milletler ve devletler; gelişmenin ve ilerlemenin altın basamaklarını hızla tırmanır.
Bilimsel düşünce disipliniyle insanların donatan birçok kalkınmış devlet ve millet buna örnek gösterilebilir.
Bilgin,bilen ve inadına bilmeye çalışan demektir.
Okuyan,yazan,okuduğuna,yazdığına uygun yaşayandır. Kimsenin bilgisizliğini deşifre etmez.Herkesi bilgili yapmaya,bilgiyle uyarmaya; iliml,sanatla,kültürle doyurmaya çalışır sürekli.Herkesin gözünden kaçanı görür,zora soyunur,ucuz ve müzelik rüşüncelere itibar etmez.
Bilmediklerinin yanında bildiklerinin bir nokta kadar olduğunun farkındadır. Bildikçe ve bilmediklerini öğrendikçe,bilmediğini ve ne kadar çok bilmesi gerektiğini bilir. Daha çok ve daha doğru olanı bilmek,bilebilmek için çabalarını sürdürür yorulmadan.Duymadıklarını duymaya,duyduklarını herkese duyurmaya ayarlamıştır kendini.
Umutlarla göz kırpıyor ufuklar,
Sakin ve kendi halinde her deniz.
Şarkılar eşliğinde akıyor ırmaklar,
Yağmurlar cömertçe gülüyor toprağa,
Göller daha bir güzelleşiyor gece gündüz.
Şiiri duyalım, dostça duyurup,
Şiire uyalım, gönlü doyurup.
Şiirler olmasa bulunmaz sanat,
Şiirle can bulur, her daim hayat.
Osman Aytekin:Şiire nasıl başladınız?
Durdu Şahin:Şiire lise yıllarımda başladım. İlk şiirim 1976 yılında Bizim Anadolu gazetesinde yayınlandı. İlk kitabım Sevgi Pınarı (1986) isimli şiir kitabıdır. Üniversitede öğrenciyken yayınladım. Bu kitabın basımında Aksiseda matbaasının sahibi sayın Taner Haznedar’ın sağladığı ödeme kolaylığı,öğrenci arkadaşlarımın dağıtımında ve satımındaki göz yaşartıcı fedakarlıkları,değerli hocalarımdan Celal Tarakçı,Mustafa Özbalcı, Halistin Kukul ve diğer muhterem hocalarımın yakın ilgileri unutulacak gibi değil.
Osman Aytekin:Basından gözlemleyebildiğimiz kadarıyla şiirde yeni isimler artıyor. Dolayısıyla şairler de dergilere sıkça yansıyor. Şiirlerin çokluğu nedeniyle şiirde bir derinlikten bahsedilebilir mi?
Durdu Şahin:Şiir yazan insanların çoğalması elbette güzel. Varsın şiir yazan,şiire yürek uzatan insanların sayısı artsın. Yazan ne yazdığını,şiirinin “gerçek şiir”in neresinde olduğunu,has şiire ulaşabilmek için daha ne kadar yol katetmek ve çile çekmek zorunda olduğunu bildikten sonra,sayının artmasının bir zararı olmaz herhalde. Önemli olan yazan yazdığını ulaşılmaz,erişilmez görmesin. Yazdıkça,okudukça,şiiri bilenlerin tavsiyelerine uydukça,çok yazıp az beğendikçe daha ileriye gidileceğini unutmasın.
Şiirde derinlik meselesine gelince şunları söyleyebilirim:Derinlikli şiirler yazmak,dergilerde derinliği olan şiirler yayınlamak elbette güzeldir. İstenen ve özlenen budur. Ancak herkesin her şiiri derinlikli olacak diye bir şart yoktur. Fakat yazmadan da,yazmayı bir tutku,bir aşk haline getirmeden de derinlikli şiirlere ulaşmak bir hayli zordur. Hangi şairin ilk yazdığı bütün şiirler güzeldir. Şiirde,sanatta mükemmele ulaşmak için zamanla yarışmak lazımdır. İnce elemek,sık dokumak gerekir. Hiçbir şey birdenbire olmaz. Bir salatalık,bir kabak bile,belirli bir zaman içerisinde yetişiyor. Bırakın gençler şiir yazmayı sürdürsün. Şiir yazan ve yayınlayan insanların sayısı gündün güne çoğalsın. Şiir gündemde ve günümüzde hak ettiği yeri alsın. Göreceksiniz zamanla has şiire ulaşanların sayısı artacak...Derinlikli şiirler daha çok ve sık olarak gazete ve dergi sayfalarında görülecek...Hayatımız ve sanatımız kaliteli şiirle daha da güzelleşecek...
Tarihin gözbebeği, coğrafyanın nişanı,
Soylu mert yiğitlerin şaha kalkan imanı.
Cesaretin timsali, her fikrin hürriyeti
Helal kazançla doyan erlerin memleketi,
Allah için çalışanı,
Seviniz dostlarım, seviniz!
Hedefine ulaşanı,
Seviniz dostlarım, seviniz!
Küfre boyun eğmeyeni,
merhaba hocam nasılsın nerelerdesin ???????????