Dağ yollarının uzak dumanı gibi…
Uzak bir tarihin takvim yaprağı gibi,
Varsayımlarla sırasını bekleyen
Uzakta…
Anlıyorum ki ben bile o kadar yakın değilim bana
Ve sen uzaksın.
Siz neredesiniz?
Orada mısınız yoksa?
Oradaysanız yanıyorum.
Hemen arkamda mısınız?
Karanlık,göremiyorum.
Gitmemeliydiniz
Yaşadığım odur ki elimi çekmeden;
Çizgiler örtüsü,
Eğiği,düzü...
Sen Ege çocuğu sağ avucunda
Ateşi yanar İyonya’nın
Çocukluğun çıkar oradan
Şahmışım ne çıkar,
Satranç tahtası bendeki hayat.
Her kare siyah,her kare beyaz.
Al sana 64 karelik saltanat...
Aylık uykumu aldıysan hiç olmazsa
Yüzünü ver bu gece bana
Yastığımın kenarına koyayım
İz bırakayım parmaklarımla
Bakayım,delirene dek bakayım.
Üç el ateş edeyim saate
Sen o üzerinde oturulan mor bulut,
Şiir kırpığı,iki tutam şerit.
Sen o hazinesi gökkuşağı ayağının,
94. ve 95. sayfalar.
16. yy iksiri,o sen;
2 kişi soyunduğum,
Suç bizim değil sevgili
Suç var oluşumuz
Elbet getirecek mutlak sonucunu doğuşumuz
Öyleyse yaslan omzuma
Daha da sev beni ne güzel
Dünyamızın iki masum suçlusuyuz
Yürüyordum
Tren düdükleri bilindik bir şarkı söylüyordu
Dilimin altında ayrılık tadı
Gidiyordum
Bir şehirden geri sayarak...
Görebildiklerim güzelleşirdi
Senin dünyanın güzelleştiği kadar
Ve görebldiğim ne varsa o sendi,
Ne zaman gitsen kıyılarını İstanbul’un
İçimde bir su birikintisiydi
Bütün denizleri yeryüzünün
Parentezler içinde bırakılınca hüzünlerim
Gecelerde duraksız bir ses başlar
Böler uykularımı,uykusuzluğum bölünür
Ve küreksiz,kör bir kürekçiyle
Yüreğim bulanık sularda süzülür.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!