İman, akıl, cesaret ve hikmettir,
Birlik, kuvvet, adalet ve izzettir,
Asil, cesur, necip milletimizden;
Küfre karşı şanlı galibiyettir.
..
Türkleri çok seviyorum tarih boyunca kahramanlıklarıyla,
Cesaret ve atılganlıklarıyla kendilerini kabul ettirmişlerdir.
Milli ve manevi değerlerine bağlıdırlar Türkler bu kadarıyla,
Dostluklarına güvenilir düşmanlıklarından korkulan kişilerdir.
..
Şiirler, her dilin yaşayan dilbilgisidir
Bazen birkaç beyit,bazen birkaç dörtlük olur
Bestekâra ilham, aşığa cesaret verir
Yakılır türkü olur,yüreklerde demlenir
..
Ey patnos dertlerle kaplı yüreğinle şiir ol ak sevdiklerinin düşlerine
Ey patnos yapa yanlız kalmış dik duruşunla cesaret ver sevdiklerine
Ey patnos sadık kalmış sevginle umut ol sevdiklerine
Ey patnos sevgi ol, yoldaş ol, düşüncelerde şiir ol yanlız bırakma sevdiklerini
..
Ne oldu sana böyle,cesaret hapımı yuttun
İçindeki bu canavarı nasıl da uyuttun
Hep içine attın,demedin,aklında tuttun
Yanardağ misali patladın,çevreni kuruttun
..
Seni ilk gördüğüm gün, işte bu… Demiştim. Gülüşün ve o asil tavırların ayaklarımı titretmişti de sana hissettirmemiştim. Gözlerinin masmavi dalgalarında yüzüp, kaybolmak istemiş ama hissettiklerimi söylemeye cesaret edememiştim. Yalnızca aşk dolu, mutlu bir yaşantımız olacağını sanki o gün hissetmiştim. İtiraf ediyorum senin dikkatini çekmek için bir hayli uğraştım. Bir yerlerde gözüne çarpmak, olur olmaz yerlerde karşına çıkmak için çok çaba sarf ettim. Senin gönlüne girebilirsem hayatımın en anlamlı, en mutlu günlerine sahip olacağımı biliyordum. Şimdi ise hayatımda ilk kez, kendimi anlatma konusunda zorluk çekmeden, değişmeden ve değiştirmeden sevmenin, sevilmenin keyfini yaşıyorum. Meğer senin tarafından sevilmek ne büyük ayrıcalıkmış işte ben bunu henüz bu gün öğrendim… Aslında biliyor musun sana hissettiğim bu duygunun sadece aşk kelimesi ile açıklanamayacağını düşünüyorum. Yani aşksa aşk, evet ama bundan daha önemli başka şey daha var… Örneğin bir gün buralardan çekip gidersen, yokluğunun bana hissettireceği şey sadece aşk acısı olmayacak, aynı zamanda en iyi arkadaşımı, mutluluk sebebimi de kaybetmiş olacağım. Bütün acılar geçer biliyorum ama yaşatacağın boşluk asla doldurulamaz işte ben en çok bundan korkuyorum seni kaybetme korkusunun hayatımı nasıl altüst edebileceğini bir bilsen, sensiz yaşamak çok zor değil, imkânsızdır bir tanem. Bir düşünsene biz birbirimize ait olmasaydık, kim bilir hangi ruhsuz ilişkiler içinde, hangi sıkıntılarla boğuşuyor olacaktık. Birbirimizi hiç tanımadan yıllarımızı geçirseydik mutlaka kötünün iyileriyle idare etmek ve belki de gerçek mutluluğu hiç tatmamış olacaktık. Geçmiş günlerimize hayıflanmıyorum sevgilim, seni daha önce bulmuş olmayı da çok isterdim ama, hiç merak etme, ben o açığı çoktan kapatmaya hazırım. Seninle bir günü iki günlük gibi, bir ömrü de bin ömürlükmüş gibi yaşamaya-yaşatmaya hazırım. Seni her an daha çok ve daha çok, dorukların üstünde seviyorum ve biliyorum ki sen de beni,en az benim seni sevdiğim kadar seviyorsun, ve sende her anını hep benimle geçirmek istiyorsun. Evet bir tanem biz bu hayatın ve aşkımızın hakkını vere, vere, her zaman dolu,dolu yaşayalım ve ecel ayırana kadar, sevgimizi ve hayatı birlikte paylaşalım.
..
Hüzün renginde bir çiçekti mor menekşe.Küçümen bir saksıda masumca su bekleyen bu narin ve sevimli menekşe kaç zamandır değmemişti ellerime, gözlerime, yüreğime… Yolculuk sebebiyle boş bir odanın seyre durulacak
pencere kıyısında bırakılmıştı. Mordu rengi ve hüznün en keskin, en acıklı rengine sahipti benim için. Aradan geçen onca günün ardından geriye kurumuş, yorulmuş, tükenmiş ve rengini yitirmiş bir yaprak kalıntısıyla karşılaştım. İşe yaramayan bir fazlalık oluvermişti mor menekşeye kucak açmış küçümen saksı. Hüznün rengi tanınmamış bir halde kimliğinden çoktan kopmuştu. Uzun uzun düşündüm; dokunmaya bile cesaret edemeden öylece seyre daldım. Sahi hüzün kurur muydu, yorulup tükenir miydi ya da rengini yitirir miydi? Sorular ve ortaya çıkmaya korkan cevaplar arasında bu minvale sundum sessizliğimi. Aradan geçen zamanın ardından mor menekşenin sessizliği sarmıştı düşüncelerimi. Sanırım mor menekşe susmuştu ve artık hüzün renginde değildi. Bunun adı olsa olsa ölümdü ve anladım ki hüznün ötesi ölümdü. Ne yazık ki bunun en büyük sebebi benim mor menekşeyi ihmal etmemdi. Kim bilir daha kaç mor menekşe kimlerin sebep olmasıyla hüznün ötesine geçip çaresizce ölüme ulaşacaktı.
.../
..
Edersin Hayret
Öyle zaman olur ki, az bir cesaret ve gayret;
Batıştan kurtarır dünyayı, edersin hayret.
Berlin, 21 Temmuz 2007.
..
Yavaşça kanepeden kalkıp halıya oturdu. Sonra yavaş yavaş konuşmaya başladı, peşinden de yavaş yavaş ağlamaya. Küfürler ve kontrolsüz el hareketleri birbirini takip etti. Yavaşça sarılmak istedim ona. Yavaşça itti beni. Yavaş bir sinir krizi geçirmeye başlamıştı. Her şey çok yavaşlamış, zaman durma noktasına gelmişti. O an, o geçmeyen korkunç an banyoya gidip kendimi öldürmek istedim. Yapamayacağımı anlayınca da onu öfkesiyle başbaşa bırakıp yavaşça doğruldum, yavaş yavaş kapıya doğru gittim, usulca kapıyı açıp, dışarı çıkıp, sertçe kapatarak kendimi sokağa attım.
İnsanlar ve araçlar hızla geçiyordu her iki yanımdan. Yan yana yürüyen çiftler, hızlıca birbirlerine bir şeyler anlatıp telaşla bir yere yetişmeye çalışır gibiydiler. Herkesin ve her şeyin işi vardı da sanki, bir ben yakalanıp kovaya atılmış aptal bir balık gibi panik ve umutsuzluk içinde sağa sola bakıp duruyordum. Geri dönmek istedim bir an. Cesaret edemedim. Yavaş adımlarla geçidin oraya kadar geldim...
Hızlı tren geçti sonra önümden. Son vagonu da kaybolunca gözden, adımlarımı sıklaştırdım. Daha da hızlandım sonra. Hızlandım hızlandım hızlandım ve koşmaya başladım. Kafayı yemiş bir Amok koşucusu gibi bir taraftan ağlıyor bir taraftan da şuursuzca koşuyordum. Cengiz Topel Caddesi boyunca, omuz attığım insanlara bir kez bile dönüp bakmadan koştum. Köprüden sağa dönüp Şair Fuzuli Caddesine, onun bitiminde sola kıvrılıp Atatürk Caddesine daldım. Stadyum civarına geldiğimde kesildi nefesim. Bankların yanındaki çimlere attıp kendimi kahkahalarla gülmeye başladım. Şehrin yarısına rezil olmuştum ama umurumda bile değildi. Bir taraftan körük gibi inip kalkan göğsümü elimle bastırmaya çalışıyor, diğer yandan da kahkahalarla gülüyordum...
Bir süre sonra etrafımdaki her şey ağırlaşmaya başladı. Araçlar, insanlar ve köpekler yavaşça ve amaçsızca hareket ediyor gibi oldular. O an, sanki benden başka hiç kimsenin işi yoktu. Geri dönmeliydim. Her ne yaşıyorsak beraber yaşamalı, neyin krizini geçiriyorsak beraber geçirmeli, o gece öleceksek eğer birbirimizi öldürmeliydik. Yapılacak tek doğru şey buydu ve bütün kainat benden bunu bekler gibiydi!
..
Sırtınızı geriye yaslayın,
İçinizdeki şeytanı ben görmekteyim...
Korkmayın
Söylemeye cesaret edemediklerinizi söyleyeceğim!
..
Korkuyorum içimden geçenlere dönüp bakmaktan. Geleceksen hemen gelmelisin cevapların elinde ve inancın kalbinde karalılığın düşüncelerinde. Zaman geçmeden çok geç olmadan vakit. Senden vazgeçmeden gelmelisin. Korkuyorum anlıyor musun. kendime küstüm sırt çevirdim tüm içimden düşüncemden akanlara, kendimden kaçak yaşıyorum. Bir kez dönüp bana bağırdıklarına bakarsam baktığım yerde kalırım sevgili. Bir kez duyarsam bana anlattıklarını bir kez hesaba çekilirsem sana olan sürgünümden azat ederim kendimi. Vakit geç olmadan bildirmelisin içinden geçenleri yoksa vakit hareket saatini geçiyor olabilir. Derin bir ıslığın geceyi deldiği gibi deliyor sessizliğin içimi. Sessizliğin neye gebe hangi kararsızlıkların hangi düş kırıklıklarının tortusu bu. Sana sessizliği öğreten ben sessizliğinde geberiyorum, sen bilmiyorsun. Ani oldu habersiz gidişin ne bir veda ne de bir çift söz. Suskunluğu giyinip kaybolamazsın yok hiçbir aşk kanununda bu hak. Hazırım tüm duyacaklarıma. Sen yeter ki cesaret giyinde çık karşıma. İçimde dolaşan karanlık kınından çekmek üzere kılıçını.
..
Çizilmiş sınırların tek yanlı ihlalim işgaldir
Mütemadiyen kıracaksın kalemimi/ferman senindir
Arsızlık benim..
Göçebe hali pervanelik döngüsü yürek sızısında can
Ömür törpüsü yokluklar umurumda mı sanıyorsun?
Sonsuzluğa..sen uğurla beni,ölümsüz kıl fermanınla..
Tarihe düşmedi doğum anım anam bile bilmez geldiğim günü
..
Korkaktı aslında.
Çünkü; Sevmek, gitmekten daha fazla cesaret istiyordu..
Farkında değildi, bu yüzden gitti
..
Karanlık dünyanı aydınlatan ısığım ben
Seni kasıp kavuran güneşim ben
Çağlayandan cesaret alıp seni ısıtan ben
Ben toprağın oğlu
..
Seni sevdiğimi söyleyemedim,
Seviyorum demeye cesaret edemedim
Ah bir söyleyebilseydim, sevdiğimi
Seni bu kadar çok sevip de özlediğimi
Söyleyemedim
Akıttım gözyaşlarımı sol yanıma
Sana aşkımı söyleyemedim,
..
Yalan zeka işi, dese inanma
Dürüslük cesaret, bunu bilesin
Aklın yetmiyorsa, yalana kanma
Doğruyu söyleyip, candan gülesin
Heran hergün doğru, söyle yanmazsın
Denilen herşeye, boşa kanmazsın
..
Çorum Buğdüz Köyü’nde 1924 de doğan Mustafa Yandım Hocaefendi,iki kardeşden büyük olanıydı. Babasının adı Osman, annesinin adı Nazire idi. Aslen Çorum’un yerlisi olan bir aileye mensuptu. Çorum’un Büğdüz Köyü’nden 1942 yılında Kadiriye Hanımla evlendi. 5 çocuğu dünyaya geldi. Askerliğini Eskişehir’de 4 yıl olarak tamamladı. Çocuklarının hepsi de yüksek tahsil yapmış olup babalarının sağlığında yuva kurdular.
Alaca’ya 1950 yılında gelen Mustafa Yandım Hocaefendi 11 yaşında hafız,12 yaşında imam oldu ve uzun yıllar Çorum Sarışeyh, Kayı ve Mühürler köyleri ile Alaca’nın Hışır Köyü’nde imamlık yaptı. Emir Hafız, Binali Hafız, Recep Hafız ve Nurullah Hafız da dahil olmak üzere çok hafız yetiştirdi.
Alaca’da 1950 yılında ilk olarak Özhan Camiinde müezzin olarak göreve başladı. Özhan Camiinde görev yaptığı dönemde sırtında su taşıyarak hiç ağaç bitmez denilen bir yerde ağaç yetiştirmiş ve çeşmeden eve su taşırken her dönümde bir cüz Kur’an okuyarak Kur’an’ı hatmetmiş olduğu ve görev yaptığı camilerde öğrenci yetiştirmekten,onlara Kur’an-I Kerim öğretmekten son derece zevk aldığı bilinmektedir.
Alacanın Özhan Camiinde müezzin olarak görevini başarıyla tamamlayan Hocaefendi daha sonra birkaç camide çalıştıktan sonra kendi adıyla anılan Yandım Camiinde imam olarak göreve başlamış ve bu görevini büyük bir başarıyla yaklaşık 15 yıl kadar sürdürmüş ve oradan 1987 yılında da emekli olmuştur.Çalıştığı cami cemaatı tarafından o kadar sevilmiştir ki zamanla caminin esas adı unutulmuş “Yandım Hoca Camii” olarak söylenir olmuştur.Cemaatten gerçek adını bile bilenler çok azdı. Herkes onu “Yandım Hoca” diye anar,arar ve anlatırlardı.
..
G Ü N L Ü Ğ Ü M D E N – 43
Tutku şimdi akşam oluyor. Bu gün öğlen yine denize gittik Yağmurla. Hava öyle sıcak ki…Biraz yanayım diye, sıfır kollu bir bluz giydim. Bu gün yine, biraz uzakta kaldım denizime. Ama upuzun bir yol giderek, nasıl daha yakına gidebileceğimi keşfettim. Biraz cesaret edersem? On-onbeş metrelik bir rampa ineceğim. Sonraki yol düz. Ve çok yaklaşıyor denize. Sanırım cesaret ederim. Bu gün o, keşfi yaptığımda yalnızdım. Yağmur tahta bir kanepede oturuyordu. Yine kaçmıştım zaten.
Yağmur, kendi halime bırakıyor beni. Sadece izliyor. Hareketliliğimin, doğal olduğunu, içimden geldiğini anladı. Ve her şeye karşın, kontrollu olduğumu da gördü. Korkmuyor artık. Ne yapayım? Hiperaktifim işte.
Harika mavilerle, yüklüydü Akdeniz bu gün. Bembeyaz köpüklerle, oynaşıyordu dalgalar. Çok güzeldi. Biraz da olsa,dalga seslerini duyduk. Kokusunu içimize çektik. Tam öğlen sıcağıydı. Bir saat anca durabildik.
Olsun, yine de bedenimiz güneş gördü. İliğimiz-kemiğimiz ısındı. Her gün biraz açık havaya ve güneşe çıkmak gerek. Benim de, denizi görmem gerek. Hem de, çok uzak değilken. Onunla, öyle mutlu oluyorum ki. Sakinleşiyorum, ruhum bayram yapıyor. Nedenini bilmiyorum.
Dün, Kaymakam beye, mail atmıştım. Bu gün yanıt vermiş. Benimle ilgilenilmesini söylemiş. Dilerim, en kısa sürede, burada stand açabilirim. İş istemiyorum, maddi yardım istemiyorum. Onurumla, kendi işimde çalışabilmek için, sadece bir yer istiyorum. Çabuk olsalar, iyi olur. Bir an önce, hayatımı kazanmam gerek. Zamanı, iyi değerlendirmeliyim. Yaz geldi bile. Ve hayata karşı direnebilmenin, en önemli şeylerinden birisi: Maddi yönden, olabildiğince güçlü olmaktır. Allah kimseyi, kimseye muhtaç etmesin. Böcek gibi, ezmeye kalkıyorlar hemen. Bana yapamazlar. İzin vermedim asla ve vermem de. Ama veren el olmak: Alan el olmaktan, her zaman,çok-çok daha iyi. Ben: Gerçek ihtiyaçlılara, hep veren el olmak istiyorum. Bunu, olanağım olduğu zamanlarda yaptım. Çok güzel bir duygu. İnsanlık görevi bu. Ama içinden gelirse? Güzel. Görev olsun diye yapmadım, yapmam da.
Şimdi benim, mutlaka çalışmam gerek. Bir an önce başlayabilsem çalışmaya. Çok seviyorum, kendi emiğimin karşılığıyla, ayaklarımın üzerinde durmayı. ÖZGÜRLÜK BU İŞTE! ! !
..
Bu gün gözlerine baktım ağlıyordu.
Sormaya cesaret edemedim, söyle.
Duyguların sanki bir şey söylüyordu.
Çekinme yüreğinden geçeni söyle.
..
Dünü Yasamak Cimrilik Ister
Bugunu Yasamak Egoistlik Ister
Yarinni Yasamak Comertlik Ister
Kendi Hayatini Yasamak Cesaret Ister
..