Bu arsız güneş,
Çeyrek asır önce yokluğumun,
Üzerine doğunca soğukluğumun,
Tir tir titreyen kalbimin kandili...
Benim ol güneş!
Güneş kafa tutuyor buluta mağrur.
Direnirse güneş, kararırsa yağmur.
İnliyor kararıp rahmet doğurmaya.
Güneşte eriyor içim şimdi mahmur.
Bahar gibi geldin ülkeme,
Yepisyeşil oldu bak her yer.
Böyle bir pekiştirme yok biliyorum.
İşte her şey pekişti anlamsızca.
Gizliden severim ben çoğu kez.
Yüzüm mahrum kalırsa gözlerinden,
Bir kabir kazılır bana fizanda.
Bir kul fatiha okumaya niyetlense ruhuma,
Bitiremeden unutacağı uzak diyarlara,
Seni tanımamış taşlara gömülür cesedim.
Örülmüş ağ gibi ruhsuz kelimelerle
Laflar döküldü yolumun sapaklarına.
Üstünü örtemediğim hakikatlerle
Mani olamıyor gözüm kapaklarına.
Önüme geçip set örmesin bu dünyalık
Gökyüzüm,
güneşim hafif mağrur.
Ayağımın altındaki taşlarsa daha vakur.
Yamacımda kurumuş otlar asil biraz.
Dipsiz çukurda tuzlu sularım daha hırçın.
Manzaram ve ağacım yalnız.
Şu soluk tavanı izlemekten yoruldum sâdık
Suratsız duvarların arkadaşlığından da gına geldi
Samimiyetine inandığım tozlu bir pencerem var işte
O da ara sıra farklı manzaralar gösterir diye.
Zoruma gidiyor artık içimde bir depresifle yaşamak
Müzik sesi bastırdı yine haykırışları,
Kolay olmaz onarmak, yaptığın yıkışları,
Kış ortasında kalmışken yuvamı yakışlarını,
Unutsam artık gururumu ezen bakışlarını.
Kış faslında ocağın olacaktım,
Çok tuhaf değil mi sadık?
Hak etmediğim ne çok şey var,
Veya hak edip alamadığım?
Ne çok giden var, ardından baktığım!
Meğer biriktirdiklerimmiş pişmanlığım.
Beyaz taşlarla çevriliyor her yan önce,
Böylesi daha temiz bir manzara doyasıya.
Kuzeyli birinin sürdüğü boya dökülünce,
Güneylinin fırçası yetişiyor boyasıyla.
Hemen karşı tepenin zirvesinde dünden beri,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!