BİZİ AŞKTAN BAŞKA KİM AYAKTA TUTABİLİR
Görünenle gerçek aynı olsa, bilime gerek kalmazdı. Yine de işi en zor olan insanı inceleyen bilimler olmalıdır. Nedense “acıyı paylaşmak” lafı dillerde pelesenk olmuştur. Herkes “acıları paylaştığından, paylaşabilecek bir insan olduğundan” dem vurur: “yalnızlık paylaşılmaz”, “acılar paylaşıldıkça azalır” gibi bir sürü söz üretilir bu ve benzeri konularda; oysa belki de hayatın toprağı acı ve yalnızlıktır. En azından insanın insanı sömürdüğü tüm zamanlarda hayatın toprağı acı ve yalnızlık olmuştur. Öylesine çok acı ve yalnızlıkla iç içeyiz ki, dostluklar, arkadaşlıklar, aşklar biraz da acılara yalnızlıklara omuz verme ile özdeşleşmiştir. Bizim ülkemizde daima mutsuzluğun kardeşidir; oysa aşk gülebilmeli, mutlu olmalıdır. Biraz da koşullar değil mi, iki insan arasında her türden ilişkiyi acılı veya güleç kılan. Kolay değildir işsiz dolaşırken, evi her yağmurda akarken, asgari insanca yaşama koşullarından uzaklarda aşkların yüzünü güleç kılabilmek. Bu nedenle olmalı hep acının, yoksulluğun, imkânsızlıkların omuz omuza zorlanmasıdır aşk bizim buralarda.
Sömüren, sömürülen; ezen, ezilen çelişkisinin ara yerinde kalan geniş kalabalıkların -yani bir ucu burjuvaziye diğer ucu proletaryaya çıkan küçük burjuvaların-, kapitalist sistem önce ruhunu sakatlıyor. Bütün güzellikleri mevcut hayvanca sömürü düzeninin içinde yaratmaya çalışırken, aslında düzenin kendisine vereceği biraz daha iyi nimetlerin önünde secde etmeye hazırdır. Dini inançlarını yüceltip, arî bir biçimde yaşamak isteyen kesimler, ahlaki değerleri yargılayıp düzeltmeye çalışanlar bir türlü anlayamazlar kapitalist sistem ahlak ve din gibi kavramları tanımaz, elinden geldiği kadar içini boşaltıp yozlaştırır. Savaş kapitalizmin oksijenidir örneğin. Temiz yurttaş gidip savaşlarda insan öldürür, tüm din ve ahlak kurallarına aykırı bir davranış olarak. Küçük burjuva kapitalizmin içini boşalttığı değerleri, içi boşaltılmış olarak yaşatmaya devam eder. Bu anlamda, insan ilişkilerini de, içi boşaltılmış ilişkiler olarak yaşayarak, düzenin ekmeğine yağ sürer. Sadakat, kardeşlik, dostluk, aşk kavramları güdükleşmiş bilincinden dolayı onun dünyasında, kullanma ve yarar temeline dayalı olarak, sakat edilmiş ruhlar tarafından yaşanarak yozlaşmanın tüm topluma yayılmasına yarar. Buna ülkemizdeki dilin kullanımından örnek verebiliriz. Kendisine sunulan yozlaştırma işini en iyi bu kesim yapar. Hem dilinin başka diller tarafından yozlaştırılmasına karşı çıkıp,hem de dilini tam istenilen bozulmayı yaratacak biçimde kullanır. Hümanisttir; ancak insanseverliği sadece sözde kalır,bir türlü davranışa dönüşmez.Dilenciye verdiği parayı iyilik yapmak sanarak kendini rahatlatır küçük burjuva.Ahlak kurallarına uygunluğu,başkalarının kendisine,”iyi insan” demesi içindir.Ancak, kapitalizmin ideolojisini yaymak için kullandığı iletişim araçlarından uzak kalan köylüler ve bilinç düzeyi yüksek aydınlar daha sağlıklı düşünüp yaşayabilirler bu sistemde. Devasa fabrikalar dünyayı kirletirken, yerden kibrit çöpü toplayan kişinin çevreciliği, lağımda yüzdüğünden bihaber kurbağanın okyanus yaratma hayaline benzer.
Maksim Gorki 1930’da yazdığı ‘Tek Başına Yaşayan Kurt: Şerit’ başlıklı yazısında şöyle diyor:” Fransızca Solitaire (şerit) sözü yalnız tek başına demektir. İnsanın bağırsaklarında yaşayan bir kurttur bu. Bağırsaklardaki usareler sayesinde yaşar. Birbirlerine gevşek bir şekilde bağlı küçük halkalardan ibaret bir şerit'tir. Her birinin ayrı üreme uzuvları vardır. Üç dört metre uzunluğunda da olur. Bu halkalardan 99'unu bağırsaklardan atın, yalnız bir tane kalsın. Kısa zamanda korkunç bir şekilde ürer.
Tıp biliminin bize öğrettiğine göre, şerit çelimsiz kimselerde baş dönmeleri ve vücutta genel bir çöküş şeklinde kendini belli eder.
Küçük burjuva şeride son derece benzer. Küçük burjuva bir parazittir, bir asalaktır. Başkalarının usarelerini emerek geçinir. Küçük burjuvanın da tıpkı şerit gibi, şaşılacak bir yaşama yeteneği vardır. Hızlı üreme gücüne sahiptir. Her çevreye pek kolayca uyar.
Her küçük burjuvanın temel özelliği kendisinin 'bir tek', 'eşsiz' olduğuna inanmasıdır. Bu yüzden o, her merasimde bulunur: 'Bütün düğünlerde nişanlı, bütün gömmelerde ölü' olan odur. Devletin ve toplumun kendisi ile birazcık ilgilenmelerini, kendisine insanca muamele edilmesini ister. Duygularını anlatmakta ve özgür komşunun usareleriyle geçinmekte yine tam bir özgürlük sahibi olmak başlıca meselesidir.
[Maksim Gorki, Küçük-Burjuva İdeolojisinin Eleştirisi, Ortam Yayınları, 3. baskı]
Bozkırlarda bir gelenek vardır. Sürüye dadanan kurdu vurup, içini samanla doldururlar. Sonra da bir sırığa geçirip köylerde ev ev dolaştırarak vurmanın ödülünü toplarlar. Tüm köpekler, derisindeki kokuya aldanarak, toplanır ve şaşkınlık içinde içi boşaltılmış kurda havlarlar.
Şeklini alacağı kabı arayan su gibidir insan. İnsanın en derununda yatan sevilme isteği, önümüze sonsuz bir arayış yolu olarak ömrümüzü koyar. Çoğu insan ve aslında kafasına sokulan bir şeklini alacağı sürahi sanır aşkı. Sorun da orada başlar. Herkesin karşısındakini değiştirmek ve kendisine benzetmek noktasında, bizi bir araya getiren tüm ortak değerlerimiz tersyüz, bizi karşımızdakine yürekten bağlayan duygularımız altüst olur. Kişinin kendi doğrularını, yapısını değiştirmesi ve karşısındakinin ona koyduğu kuralların kalıbına uyması imkânsızdır. En azından, kişi kendisi isterse değişir. Çoğu insanın sandığı gibi şeklini alacağı su kabı değildir aşk ilişkisi. İnsan bir suya benziyorsa su hep akacağı, akarken yontacağı, şekil vereceği ve şekline gireceği bir nehir yatağı arar. Birlikte bir dönüşüm ve kendi doğasının gereğini ifade edebilme söz konusudur.
İdeal koşullar düşünülerek düşlenir sevgili. Oysa sizin karşınızdaki insan başka koşullarda nasıl biridir. Bence bu çok önemli bir nokta. Hastasınız diyelim, sorunlarınız var, borçlusunuz ve ödeyemiyorsunuz veya çalıştığınız iş yerinde adalet hak anlayışınıza ters düşen yöneticilerle aylardır sinir savaşındasınız; bu arada da evde hasta bir yakınınız var onun bakımıyla ilgilenmektesiniz. Sizin sinirleriniz laçkalaşmışken, depresyonun köşesinde dolaşırken size “yârim” diyenler gelsin de destek olsun size. Hani bazan insana selam verseler, küfür gibi algıladığı zamanlar vardır, böyle zamanlarda size ilgi duyanlar gelip beğensin sizi.
Kimi zaman da, zor koşullarda birbirine dayanışan insanlar daha iyi koşullarda kişiliğini kavlatırlar. Yoksulluktan biraz daha varsıllığa geçince ya da diyelim dar bir yerde, küçük bir ilçede, yalnızlıkta ve insansızlıkta birbirine kaçınılmaz olarak yönelenler, daha çok insan seçeneği olan kalabalık bir dünyaya taşınınca kişiliğini deri değiştirir gibi değiştiriverir.
İnsanın o dibe vurmuş yalnızlığını bilir misiniz: hiç kimse yoktur ve dünya üzerinize doğru gelmektedir. Bütün umut kapıları kapanmıştır. Rezaletin tam ortasındasınızdır. Orada en çok gereklidir dost sıcaklığı,yar eli insana. Yatağa yatınca, başını mezar toprağına koymuş gibi uyudun mu geceleri? İşte orada gereklidir arkadaş sesi, dost yüreği ve yârin kolları.
Yaşam büyük bir deneyimler ummanı. Her gün bir okul gibi bir şeyler öğreterek geçip gidiyor üzerimizden geride ağaran birkaç tel ve kalbimizde birkaç çetele çizgisi bırakarak acıya dair. O dibe vurmuş yalnızlığın mezar toprağı döşekli yatağındaki siz, gerçek siz misiniz? Yoksa siz mavi dalgalarda dolaşan bir teknenin güneşliği altında kahvesini yudumlarken dizeler döktüren şair misiniz? Siz çamurlu bir köy sokağında, yıldızsız karanlıkta yürüyen insan mısınız? Yoksa çaresiz bir insana yardım etmek için çalmadık kapı bırakmayan kişi mi? Küfreden, ana avrat söven kaba saba yaratık mısınız yoksa? Sizi kendi kurallarının ve ölçülerinin dışında bulanlar gerekçe olarak vahşiliğinizi gösterebilirler. Yok, öyle, “insan sevdiğini kırmaz”, “dostunu azarlamaz”gibi laflar,laftır sadece. Televizyon dizilerinden, düzenin dümen suyunda yazılan kitaplara kadar tanımlanan sevgili hep melektir, çiçektir, cesurdur, efendidir. Oysa kapitalizmin insana sunduğu yaşamda böyle bir durum söz konusu bile değildir. Uzun yıllar boyunca her gün kavga edip birbirini yiyen çiftlerde görüyoruz daha çok; giderek bir taraf aşınıyor, kişilik erozyonunda tümüyle karşısındakinin istediği gibi birisi oluyor. Kendisinden geriye hiçbir eser kalmıyor giderek.
Ben ırmaksam, bağıra bağıra akmadan durulamam hiçbir yatakta. Kendime menderesler yarmalıyım acıtıp, kanatarak; ki o yatak kendi sakinliğini bana bulaştırabilsin nihayetinde. Beni bir halimle reddedip beğenmezliğinizi ve reddedişinizi gerekçelendirebilirsiniz; bütün güzel yanlarımdan soyarak. Küfrüm ve bakışım aslında başıma yığılan acılara ve zulümlere karşıdır. Olmanız gerektiği gibi değilseniz beni beğenemezsiniz ve bu yargınızda da işinizi kolaylaştıracak kadar kaba yanım vardır.
Benzeşmek adına, toplumun ve karşımızdaki insanın ölçülerine benzeşmek adına,kendi değerlerimizi moda giysilerle örtersek ortaya bir fahişe çıkar bizden. Asıl bizi saklayan ve olmayan bir görüntüyle karşısındakini yanıltan bir pazarlamacı. Kariyeri, parası, falanı filanı için insan tercihi yapanlar gizli yosma değil mi. Benim olanca çıplaklığımla kendi halim, ben olduğum hal ilkel halim değil mi. Elbet katışıksız bir insan hali düşünülemez, kişi toplumdan, zamandan ve sistemden soyutlanarak. Ancak olabilen en arı duru halimizdir aslolan, diğerlerini biz giydiririz kendimize aklımızla
belki aşk en ilkel halimizdir
ve onu boğarız aklın giysilerinde
Aklın işleyiş biçimi her zaman-istisnalar hariç- mevcut düzenin biçimlendirdiği gibidir. Kapitalizm kendisinden önceki tüm aşk, sadakat, vatan sevgisi, kendimize saygı, çevrecilik gibi değerleri yıkarak yerine kendi değerlerini koymuştur. Bu nedenle olmalı aradığımız aşk, sadakat, dostluk vb yaşadıklarımızla bir türlü uzlaşamaz. Akıl yürütme biçimimiz de, mevcut sistemde geçerli olan akıl yürütme biçiminden başkası değildir. Bir türlü bize ezber ettirilen beğeni ölçülerini yıkamayız, yıkamadıkça da aradığımız insan diye bulduklarımız, hayal kırıklıklarımız ve mutsuzluklarımız olur. Aşk en ilkel halimizdir belki, belki en yalın ve insan halimize olan özlemimiz; ama onu boğan aklın giysileri ilkel değil, bize “çağdaş” diye zerk edilen saçmalıklardır yalnızca.
Reddedemediğimizi reddedemiyorsak, terk edemediğimizi terk edemiyorsak, reddetme ve terk etmeye dair sorunumuz var demektir. Demek ki, aklımızı ikna edecek gerekçe bulamıyoruz. Gerekçe güçlenince akıl ve gönül gereğini yapar.
O halde beni terk edeceksin, hallerim içinden bir hal bul kendine ve kendini ikna et bırak, kalbimi bağlayacağın kafeslerden azat olayım ben de. Sarayları sevmem bir gün yıkılırlar. Ben kendi rezilliğimin de üzerinde uzanan uzanırken de maviliğinden ve yıldızlarından eksiltmeyen göğe inanırım. Gül bahçeleri, papatyalı yamaçlar saraylardan evlâdır bana. Karun’un altın işlemeli saraylarının harabeleri nerede bilen var mı.
Dünyanın en güzel ve görkemli kentlerinde, saraylarda bile bunalıma düştü insanlar. Sevgisiz cennetler cehenneme dönüşür elbette. Sana göre dünyanın en güzel doğası olan yerde de,birileri o manzarayı kanıksadı. Ben çamurlar içinde dolaşırım, hatta konuşup dertleşecek tek insan olmayan ıssızlarda. Yeter ki görkemli sarayların ikiyüzlü yalnızlığında, ikiyüzlü yaşamaklarda kendimi kaybetmeyeyim. En zorudur insanın kendini kaybedip sonra da aramaya çıkması. Bulduğun zaman, kaybettiğinle bulduğun aynı şey olmaz bir daha.
Her insanda insanın tüm halleri yok mu. Hepimiz korkağız, bir yanımız hastalanınca ölümden. Hepimiz cesuruz değerlerimize zarar geleceğini anlayınca. Karıncanın canı da filinki kadar tatlı. Hepimiz şüpheciyiz doktor muayene edip tam hastalığımızı açıklayacağı an. Hepimiz katiliz haksızlığa sustukça yanı başımızdaki. Hırsızız, hırsıza göz yumuyorsak. Her insan biraz şairdir, bazan bir şarkıda, bazan düşen bir yaprağın son dansına gözleri takılınca.
O rintler ki bu topraklar üzerinde yaprakların üzerinde dolaşan yırtık mintanlı bir hafif yel gibi dolaştılar bin yıllardır. Biraz rintliktir insan olmak; onlardan öğrendi zaman. Düzenlerin yasalarının yargılayıp astığı birer aşıktır onlar,ki asıldıkları şehirlerin külü bile kalmadı.Yobazlar yargıladı onları dünyanın her yerinde,cehennem kuralları icat ederek. Cinli, tekinsiz, deli ve meczup sayıldılar. İnsanlık o meczupları yüreğinde taşıdı binyıllar boyu. Elbette ki sözümüz şair içindir, şair geçinen değil burada söz konusu olan.Şair geçinen, her zaman mevcut düzenlerin çığırtkanı,yalakasıydılar.Şair geçinenler,zamanımızda,kapitalizmin insan ruhunu sakatlama işinin tellalı ve yardakçısı olmuştur.Dinleri,ahlakları,öz saygıları,halkına ve yurduna sevgileri yoktur,tıpkı kapitalizm gibi.Onlar umudu yazamaz,çünkü Umutları yoktur,kapitalizm gibi.Güçlerini topraklarından,tarihlerinden,insanlıktan almazlar,medyadan,tekellerden,reklam şirketlerinden alırlar,tıpkı kapitalizm gibi.Onlar,insan ruhunu yıkmakla yükümlü ve görevli birer zavallı mürtdirler.
Halkına ve insanlığa sırt veren ozanlar her zaman dışlanmıştır,aşağılanmış ve yok edilmeye yok sayılmaya çalışılmıştır,tıpkı türkülerini söyledikleri halklar gibi.Mürşitlerin peşinde insan-ı kamil olmak için çile çeken müritlerden daha çok acı çekmişlerdir; ama kendileri için bir fenafillah beklentisi olmadan.Onlar yürek kanlarıyla yazmışlardır dizelerini,yüreklerimizi arıtmak bizi insan kılmak için.Ruhlarımızın sağaltıcısı olmuştur dizeleri.Her daim umudu taşıyan birer Prometheus olmuştur yüreğini halkına yaslandıran şairler.
Şair din adamlarına der ki:
Ey cennetler vadeden din adamı, senin insanlara nefislerini öldürmeleri için haritasını çizdiğin çileli yollardan ben her gün yürümekteyim zaten. Her gün katledilen çocuklarla birlikte katledilenim ben. Her gün sahipsiz mezarlıklarla hasbıhal ederek yaşamın anlamını tartanım. Her gün kendi içimdeki mahkemelerde,kendimi yargılayan hâkim ve savcı; kendimi asan cellâdım. Her gün ölenim ki her gün dirilenim. Bir gün bedenimden çıkacak otlarla söyleşen deliyim ben. Eğer senin dediğin aşk, evreni saran ahengi kucaklamaksa,ben bulutların sofrasında yemek yer,yıldızların evinde uyurum zaten.Ben yaprakları ve rüzgarları zikrederim. Her gün kendi içindeki cehennemlerde yanan ben,ne istemişsem başkaları için istemeye başladığımda,yırtık bir giysi gibi çıkartıp,içimdeki ateşlerde yaktım hırslarımı da “Cennet Cennet dedikleri,. Birkaç köşkle birkaç huri. İsteyene ver onları” diyebilenim
Zulme uğrayanın gözyaşının yanına damlayan,başkalarının acısına ağlamayı,sevdası için yollara düşmeyi bilen her insanın özünde bir şair yatar.
Hepimiz şairiz biraz, sözcükler şairin aczidir çünkü. Çünkü asıl şiir söze dökülmeden yürekte yaşanır. Hem yazılan her sözü başka sözcüklerle birileri daha yazmıştır bir yerlerde ama yürekteki yaşanan tümüyle bize özgüdür.
Hayatı tek bir eylemle özetlersek bana göre bu eylem,'istemek’tir. Yapılan ve yaşanan her şey, kökeninde “istemek” eylemini taşır. Kalkmak istediğimiz için kalkarız yerimizden, uyumak istediğimiz için yatarız yatağa. Kazanmak istediğimiz için çalışırız. İstemeden yapılan her şey mutsuzluktur ve kişiye istemeden yaptırılmaya çalışılan her şey.”Seni seviyorum “ dememelidir sevmeden. Ve bize cazip gelen her şeyi hemen istememeliyiz. Demiştim, sana göre dünyanın en müthiş doğası olan yerde de birileri o manzarayı kanıksadı... Herkes için farklı nedenleri olsa da, Yine de mutluluğun bir dersi olmalıdır. İstemede seçicilik ve neyi istediğimizi bilme gibi konularda bize bir süre kılavuzluk edecek bilgeler gereklidir. Bilge diye bize sahtekârların sunulduğu zamanlardayız şimdi. Yerini beğenmeyen ama yaşayan ağaçlara benziyor insanlar da. Asıl mutsuzluğun kaynağı tekrarı olmayan ömürlerimizi hiçe sayarak, bizlere bir sinek kadar bile değer vermeyen hayvanca sömürü düzeni olduğunu gördükçe, bize kılavuzluk edenler ancak bizleri birer şaki yapmaya yarar. İnsandan yana çıkan tüm şairleri bu düzen cezalandırmadı mı? Çünkü insanca hiçbir istek bu düzende tam olarak yerine gelemez. Bizler, yaşamın temel eylemi istemekse eğer, istemediği şeyleri zorla yapan birer köleyiz yalnızca. Ne aşklarımız aşka benzer, ne seçimlerimiz özgürdür. Hasta toplumlarda sözler de özden değildir zaten. Yararlanmayı, kullanmayı dostluk, kendisine efendi adam, dedirtmeyi adamlık sayanlar, kendileri olamaz ve ikiyüzlü davranırlar. 'seni özledim' derken aslında karşımızdakinin bize karşı olan davranışları değil mi özlediğimiz.Peki, o davranışların nedeni biz değil miyiz. Ondaki değerimizi biz kendimiz oluşturmadık mı. O halde bize kalan seçenek, dost arıyorsak herkese hak ettiği gibi davranmalıyız; iyiye iyi, kötüye kötü. Dost istiyorsak, dost olmayı bilmeli, verdin mi karşılıksız vermeli. Birbirimize hakkımız geçmesin, değil; birbirimize hakkımız geçmeli ki,insan olmanın hazzını yaşayalım, tadarak vermenin yüceliğini.”Ben iyi insanım”,demekle iyi insan olunmuyor, iyi insan iyilik yaparak olunur, lafla değil.
Nasılsın? çoğu zaman cevabı merak edilmeden sorulan bir soru
“İyiyim”, ise o soruya verilen yalan yanıt.“Merhaba”, diyelim de “nasılsın”, demeyelim karşımızdakinin derdini dinleyemeyeceksek.
'Nasılsın'ın belli cevapları vardır: iyi, kötü veya orta; demek ki onların dışında da birçok ve bazan anlatılamayan karşılıkları vardır bu sorunun. Birbirinin halinden habersiz, dostluklar zamanındayız.
Yine de doğru ilişkiler yalansız başlayanlardır. Ben yalansız olayım da sen yalansızlığımın içinden seç al sana batacak yanlarımı ve beğenme beni. Dikenli bahçeyi beğenmeyenin hiçbir zaman bir bahçesi olmayacaktır.
bulutlar deli sağanaklar gibi dağlardan koptuğunda
yasemenler eserken açık pencerelerden
bahar başka bir damar gibi kalbimize sızdığında
zulümler kol gezerken
ve şehirler uzanırken dağların ardında
bunca yılgın
ve kederliyken
yenilgiler kanarken derin bir yerlerimiz
kederler yığın yığın ışığımızı kapattığında
bıkkınlık her adımda kalbimize battığında
yer gök yalnızlıktan karardığında
yine de
böyle bir dünyaya karşı
kim ayakta tutabilir
bizi aşktan başka
adnan durmaz.12.03.2007 02:47
Adnan DurmazKayıt Tarihi : 12.3.2007 16:00:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Adnan Durmaz](https://www.antoloji.com/i/siir/2007/03/12/bizi-asktan-baska-kim-ayakta-tutabilir-duz-yazi.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!