Bir 14 Aralık Hikayesi

Ferhat Epözdemir
32

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Bir 14 Aralık Hikayesi

Anemi de unuttum zaten o gece
Yüzümü parçalayan sözlerinden sonra
morardı bütün sokaklar
Sen gittiğinde
ışıklarını alacaktım koynuma sandım
benim de bir evim olacaktı
kirası ağır geldi şimdi
beni terk ettiğin o kaldırıma bıraktım kalbimi
ve yürüdüm sırtıma yüklenerek
tüm reddedilmişliğimle, yüzümü rüzgara verdim
rüzgara çizdirdim tahliye ettiğim sokakların yankısını
yoruldum
bekledim
üzüldüm
ciğeri ağzına gelmiş bir şair vardı
kendini dizelerinde asan
bulvara dökülen, minibüslerle sollanan
alış-veriş merkezlerine yenilen
ve banyo yapmamış çocuklara karışan
bir yalnızlık türküsü gibi sallanan,
duraklı-duraksız
bir ondört aralık gecesi
geride kalan;
aileleri-arabaları olan
bütün kaloriferli aşkları teğet geçtim
ve hayallerini ağzından kaçıran
alkolü bırakmış her sarhoş gibi
bende legaldim,
herkes kadar bende doğal
ama alnım geride kaldı
yani adamlığım
yani ben saçlarımı döktüm de geldim
ama alnım dedim ya, sende kaldı
geride kaldı
tekleyen kalbimle beraber
içime bir mezar koydum da geldim
tesellileri ve aldırma(ma) ları
bir katil kadar korkunçtu
ağlasam, yüreğim intifada kokuyordu
susuyordum, hüznümden kent geberiyordu-ölüyordu
kabullenemediğim, kayıplarımın çok olduğuydu
ağırdan aldım o ağır silûetini
koydum yanan yüzümün yarısına
yerle yeksan duran
saçlarında öldürdüm kendimi
sen de öldür istedim
bir gün
berlinde
bir ondört aralık gecesini

II
seninkisi dağsız bir kentmiş
önceden öğrendiğim kadar
bir sanat kentiymiş
sabahları günaydınlıymış
marjinal ressamlar varmış
romanlar yazılırmış orada
entelektüel paneller olurmuş
herkesin karnı doyarmış berlinde
izolasyonlu aşklar yaşanır
üzerine light cinayetler işlenirmiş
her üniversite bitermiş
ama kampüsler dururmuş
yüzüm sararmış
her düş kendi dna’sından çoğalırmış
ve çok kimlikli bunalımlar
acıdan tekrar,
bir gün kendi kalbine dönermiş

bir intiharın fotoğrafını yapanlar
elbette yüreğinden ilticasını atanlardır
katledilen duyguların geleceği
bir gün yatalak olurmuş
törelerde tükürürmüş
ağıtlardan da atılırmış
senin dilinde, ellerinde beni yok eder bilirim
bilirim, ben senin umurunda değil olurum
bir statik yalnızlık aslında
içine sakladığın denklem
yaptığın hesaplar, içine aldığın bu kaos
yarattığın bu kargaşa
ve bende bıraktığın iz senin eserin
bu çılgın gidiş
bu facia senin düzenin
şimdi içim zehir, içim yangın sonrası
ortasında kalbim
bir tonu kırk ton mavi
bir tonu al.. ki onu al götür şimdi
bir tonu fesleğen yeşili
artık sensiz her gün
bir ısırgan sürgün
bir haraç-bir mezat bir ecel şimdi
notası susturulmuş bir türkü
kitap okumaktan değil kuşkusuz
bunlar bilgisizlikten-annesizlikten
yokluğun annesinin ardına düşmüş bir çocuğun
düşlerine düşen bir mermi
yokluğun kötürüm bir şehir
bir vadeli mevduat gibi gözlerin şimdi
uzak ve ulaşılmaz
yokluğun uzak bir bordo rengi
bir fizik kuralının aykırılığı şimdi

III
her gıcırtı… senin gelmen gibi bir şeydi
mavi montlar dönemiydi
alaca karanlık ayrılıklar
sevgi yolu cafelerle doluydu
işler iyiydi… öğrenciler bütünlemede
yoksullar bornova’daydı
bornova’da barlara kayardı
türküler ağlardı.
Adı ceylan olan her sokağın marallığında
bir meydan okunurdu
intiharlar tasarlanırdı
sen vardın… sen yoktun
bu belli değildi
kayıtsızlığından,
bir gece dilimi kopardım yerinden
sen böyle bir bıçak gibi
umarsız gideceksin diye
sabaha doğru dudaklarımı kanattım dişlerimde
bana dar ettiğin bu şehirden
gidiyorsun diye
ağzımda söndürdüm bir mahallenin yangınını
bir semtin sigaralarını itçimde
uslanmadım
boğazımı yaktım bir kanyağın ısısında
güvenilmez analizler yapılıyordu
çok katlı binalarda
yetkili ağızlar dişlerini döküyordu
karşılaştıkları her namluda
sustuğum yerde dinledim
yattığım yerde dinledim ve yarılmadım
tetiği düşüren bir kırmızı yazmalıydı
cinayeti gören, cinayete uğrayandı
karşı kıyılardan esiyormuş
adı sevdaymış
bir rivayete göre hiçbir paragrafa sığmazmış
hiçbir sokakta üşümez
hiçbir dedikodu da adı geçmezmiş
gözleri görmezmiş… bir yankılı zılgıtmış…
rüzgardan kimse onu duymazmış
ne tanığı… nede bilirkişisi varmış

hiç yokken
yağmur oldun başka kentlerin bulutlarına
gitmeseydin böyle alkışsız
sızın içime saplandı şimdi… yüzünde
biliyorum gittiğin her bulut
ortak dostlara göre… artık bunu unut
biliyorum bu benden alınan bir umut
öngörülere leke düşürdün… yanılttın bakışları
ben hücrelerimi verdim sana… gitme böyle
al göğsüne beni… beni yatır
mekanizmana al ve sürme dışarıya bir daha
ya da,
beni de gönder çocuklu bir tanrıya

IV
yenilmiş ordular gibiyim bu gece
kaç günün kaldı?
Dönmene de… Kaç gün kalır mı?
kalırsa ve dönersen
göğsünde bana yer var mı?
bilemiyorum
bu adı belli bir gülümserin
dudaklarımı yırtan dudaklarının,
dişlek bir öyküsüdür

19 ARALIK 2000

Ferhat Epözdemir
Kayıt Tarihi : 17.6.2004 14:14:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Ferhat Epözdemir