Bugün ayrı bir güzelsin Sinop.
Bulutundan mı, göğünden mi?
Yoksa göğünden de mavi denizinden mi?
Adadan inerken sahiline doğru
İçim buram buram senle doldu
Bayağı yağmur yağmış akşamından
Bir tablo çiziyorum, olağanca yalnızlığımla.
Oldukça puslu bir gece uçuyor martılar.
Kanatlarından zümrüt saçarak ve ürkek bir heyecanla
Geziniyorlar üstümde.
Kemirgenler diş bilemiş aşk denen illete.
Varsın yesinler birbirlerini der gibi onları izliyor bir ihtiyar.
Tik tak…
Öldürdüm bir anı yok yere
Bu sırada birini daha…
Yalanlarıma kurban ettiğim binlerce…
Tenime vuran rüzgârın süpürdüğü,
Saniyeleri kovaladım.
Uğultulu tepeler “sensiz” diyor.
Yamacındaki adımlar, uçurum kıyısı manzaralarım
Yıldırım düşmüş bir ağaç çaresizliğindeyim
Yankılarımdaki ürpertilerden korkak bir sincabın adımları
titriyor
Son sigaram biterken ulaşmaktı zirveye amacım
Şehri sarıyordu kolları,
Artsızların telaşı.
Elleri cebinde olanların
Ayağında yük,
Başında bir fikir vardı.
Dalga geçmeyi çok severdi,
Sokağımın adı yalnızlık.
Komşular mesken tutmuş dert köşelerini.
Ben ise derman bellemişim dert dolu mey şişelerini.
Kırmızı nasıl çalmazsa maviye, geceleri nasıl ısıtmazsa güneş içini
O kadar imkansız görünür huzur.
Mutluluk ise bir ekmek kırıntısı bu sokakta.
Bir yol var önümde
Sessiz, karanlık ve yorgun
Evet, yoldu yorgun olan.
Yol hiç yorgun olur mu? Yorgundu işte.
Belki de onu çiğneyip geçen binlerce çileli ayak yormuştu onu.
Ve ben adi bir cigaranın dumanıyla doldururken içimi
Zirvesindeyim dağların
Yolun sonu uçurum…
Memleket kokusu,
Ve toprak aldığı canlar kadar yaşıyor.
Demli çayımın son yudumu,
İçim içimden taşıyor.
Kasvetli bir gece
Ve ben aynı yerdeyim
Duvarların sesi kulağımı tırmalıyor
Köşede bir kutu, kutunun içi kasvetle dolu
Odalara giriyorum odalar çığlık atıyor
Yürüyorum karanlığın en derin noktasına
Şiirlerinizdeki imgesel anlatımı çok beğendim. Sıradanlıktan öteye geçtiğiniz şiirler umarım size büyük başarılar getirir.