Bir ülke düşünün, mesela 'Sömürye'
Amerika azmetmişse sömürmeye,
Hemen gönderir çok yumuşak bir mesaj.
Tüketimi azdırmak gerekir önce,
Faizli borç 'yardım' olur Sömüryece
Kazık kredi hortumculara avantaj.
..
Şu Amerika denen millet
bu kadar kaliteli, görüntüleri süper
aksiyonları süper filmler yapabiliyorsa yıllardır
ve bizleri adeta -gerçekmiş- gibi baktırabiliyorlarsa;
ülkelerarası stratejilerinde bu kadar yalancı
mizansenci ve hükmedici olması da doğal değil mi?
..
Gün, yüzünü aydınlığı ile göstermeye başladığında, yatağından kalkmış, ayağına terliğini geçirmişti. Etrafına baktığında, pantolonu, gömleği, çoraplarının her biri ayrı ayrı yerdeydi. Ve koltuğunun önündeki masada, içinden taşan küllerle kül tablası bulunmaktaydı.Camlar, dışarıdan gelen çiçek kokuları ve kuş cıvıltıları için açık bırakılmıştı. İki elini yukarı doğru uzattı ve baharın armağanı olan güzel havayı içine çekti. Bu kaçıncı yalnız bahar, bilmiyordu. Yine de yüzünde bir gülümseme belirdi; belki de hayata inat…
Kahvaltı bittikten sonra, pantolonu ve gömleği toparladı, ütü masasının yanına götürdü. Her ne kadar dağınık olsa da, insanlara güzel görünmeliydi. Tabanı ateşten çelik olan ütüyü, vurdu ütüsüz elbiselere… Cilalanmış elbiseleri, askıda duran ceketini ve ayakkabısını giydi, adımını dairesinden dışarı attı. Beş katlı, on daireli apartmanda kimsecikler görünmüyordu.Tık.. Tıkk.. Tıkkk.. Ağır ağır üçüncü kattan aşağı inmeye başladı. Zemin kata geldiğinde yerinde bekleyen kapıcıyı gördü, başını saygıyla önüne eğdi, sonra kaldırarak selamını verdi. Kapıcı da aynı şekilde cevabını… Dışarıda mavi gökyüzü, ve sabahın serinletici yüzü onu bekliyordu. Bir an ellerini birleştirip, parmaklarını kelepçeledikten,yani o güne dair neler yapabileceğini düşündükten sonra adımını sahile doğru atmaya başladı.
Bilmem kaç yıl önce, hayatına tek giren kadınla sinemadayken, apartmanda çıkan bir yangın sonucu,yitirmişti annesini, babasını ve çok sevdiği iki kardeşini, apartmanda bulunan diğer birkaç komşusu ile birlikte. O gün ayrılmıştı ailesinden, o gün ayrılmıştı kurtulmasına sebep olan sevdiğinden. Daha da sokmadı hayatında hiç kimseyi., onlar kadar sevebileceğinden.. Ailesinden kalan bir miktar ve yangın sonucu kazandığı yüksek tazminat, yetiyor hatta artıyordu yaşamını sürdürmek için.
Şimdi, bunları düşünmenin zamanı değildi.. Güzel bir bahar günü onu bekliyordu.. Sahile geldiğinde, her zamanki büfeden gazetelerini aldı ve her zamanki çay bahçesine girip, köşedeki beyaz masasına oturdu. Başını kaldırdı ve kendisini gözleyen garsona göz kırpıp, sağ eliyle yuvarlak çizdi. Garson, belki de her zaman onun için kullandığı o çay fincanına, çayı doldurduktan sonra sahibine götürdü. Ve adam, elini göğsüne götürerek garsona teşekkür etti.
..
Davar demem, hayvandan da aşağı
Amerika, ingilizin uşağı
Arapların despot lider yavşağı
Orta doğu sorunları, yuh size!
Batı zahmet edip dönüp bakmıyor
Müslümanım diyen gıkı çıkmıyor
..
-Irak denen yer-
Cehennem gülleleri, geldi, Irak'ı vurdu.
Her şeytan, kendi için parsa hayali kurdu.
Amerika, anlaştı Dostu İngiltere'yle;
Üniterlik korundu; parçalamalar durdu.
..
Zengin şehit olmaz parası vardır
Ankara oturan dayısı vardır
Nasıl desem dostum ayısı vardır
Zengin şehit olmaz bre gafiller
Bunların oğlu yok kız diye besler
Ulus'ta.Levent'te küpeyle gezer
..
Avrasyadır Anadolu.
Gerçek bir din gibi
solumak çok zor yolu.
Avrasyadır Anadolu
ve Avrupalı ile Afrika'dır Amerika
ve Latin, onun arkasında
..
ÇUVAL
Filmi seyretmedim ama okuduğum ve gözlemlediğim kadarıyla daha filmi görmeden izlenimlerimi kısaca yazmak istiyorum.
Gerçek olan; basına ve medyaya yansıyan olaylar Türk ordusunun başına çuval geçirilmesi, çirkince ve olmayacak şeylere mazur kalması… Bunu da yapan Türkiye’nin müfterisi Amerika!
Filmde intikam, yani çuval geçirilme olayı konu olarak ele alınıyor, bunla Türk halkı avutuluyor. Bizler de intikam filmlerle alınırken, onlar ise gerçek ve canlı canlı her haltı etmekte, istediği gibi at oynatmakta. Seyircilerimizde ayağa kalkarak “bravo” ve alkışlarla bir kahraman yaratmakta!
Onlar askerleriyle övünürken, bizler kendi insanlarımıza her kim olursa olsun ister Türk askeri, isterse içinde Kürt erleri, Alevi erleri olsun sonuçta memleketin çocukları insanları.
..
boş bir hayal geçti ansızın şimdiden
yine o
şeklini bari biraz tarif edebilsem...
sevilirlikte bu demokrasi Amerika, Avrupa
bir belki...
kağıt üstü laf altı yaşayan uzakta yakında
Terörizm, karın doyuruyor, rejimi tavında
..
Şair Eşref Bulvarıyla, Basmane’den gelen yolun kesiştiği kavşağın başındayım. Kavşağın güney cephesinden gelen 63 numaralı Bornova belediye otobüsü önümden hızlıca geçti. Arkasından durağına koşmaya başladım. Otobüse yetişemezsen, kim bilir kaç dakika bir sonraki gelecek otobüsü bekleyecektim. Onun için son sürat koşuyordum. Son anda binerken nefes nefese soluyordum. 56 yaşında bir insanın koşması da her zaman fark ediliyordu. Koşuşumu seyreden genç bir delikanlı, “maşallah amca koşucular gibi koşuyorsun, gençken sporcu muydun? ” diye takılıyordu. Gülerek başımı salladım. Bereket hava sıcak değil. Şubat ayının fazla soğuk olmayan, baharın girdiğini müjdeleyen serinliği vardı. Eğer koşacağım mesafe uzun olsaydı terleyebilirdim.
Bindiğim otobüs çok kalabalıktı. Hani derler ya “iğne atsan yere düşmez”, o şekilde. Kapı önünde biriken yolcular, şoförle birlikte arka taraflara bağırıyorlar. “Arkaya beyler arkaya… Sıraları ikileyelim… Binecek yolcu var…” İşe geliş gidiş saatlerinde belediye otobüslerine binmek gerçekten zor bir işti. Hadi bindin, otobüste yer bulamazsın, ayakta ise rahat nefes alamazsın. Herkes neredeyse birbirine yapışmıştır. Tabi gençler de hemen her zaman olduğu gibi, ne yaşlılara, ne özürlülere yer vermezler. Pişkin, pişkin bakarken, çoğu kızların ağzında sakız, arkadaşlarıyla ipe sapa gelmez, gereksiz, sulu, vıcık konuşlar yaparlar. Bazıları cep telefonuyla konuşmak yasak olmasına rağmen, uyarılara kulak asmadan dakikalarca zevzek bir arkadaşıyla zevzek konuşmalar yapar. Sanki onlardan başka otobüste kimse yoktur. Dünya umurlarında değildir. Saygının, sevginin gittikçe kaybolduğu dönemde yaşamak, çağdaşlaşma adı altında, bireyciliğin, sorumsuzluğun, saygısızlığın, sevgisizliğin ne hale geldiğini görmekti. Hemen her biri övünmeye gelince cumhuriyet gençleri olduğunu söyleyecekti. Ön taraftan binenlerin ittirmesiyle ileriye doğru hareket etmek zorundaydık. Söylenerek, itiş kakış arasında otobüsün arkasına doğru ilerlemeye çalışıyorduk.
63 numaralı belediye otobüsü, yaşadığım Bornova’nın Manavkuyu bölgesinden geçiyordu. Eski Manisa yolu dedikleri, şimdiki Sakarya caddesinde bulunan öğretmen evi durağında iniyor, evime gidiyordum. Evimle durak arasında on dakikalık bir mesafe vardı. Çalıştığım işyeri Şair Eşref Paşa bulvarında bulunan itfaiye durağının karşısındaydı. İşe giderken, işyerinin karşısında iniyor. İşten çıkıp eve gelirken Montrö durağına kadar yürüyordum. İş çıkışı Montrö durağına doğru koşturmak genel âdetimizdi. İşyerinde birlikte çalıştığımız üç arkadaşla, Montrö durağından aynı yöne otobüse biniyorduk. Arkadaşlardan biri yaşlıydı. O koşturmaya pek katılmazdı. Yaklaşık otuz beş yaşlarındaki genç olanıyla ikimiz koştururduk. Genç olan Gaziosmanpaşa otobüsüne binerdi. Bindiği otobüs Manavkuyu’dan geçip Evka-4’de kadar giderdi. Atatürk mahallesinde oturduğu için ona en yakın otobüs Gaziosmanpaşa otobüsüydü. Otobüse Manavkuyu’da inecek yolcular binerdi. Ancak ne şoför, ne de Gaziosmanpaşa yolcuları bundan hoşlanmazdı. Aynı yöne giden Gaziosmanpaşa otobüsüne rastlarsak, Manavkuyu’da ineceklerden biri olarak “Manavkuyu’da inecekler binmesin” diye bağırarak, otobüse binerdim. Yaptığım muzip davranışı bildiği için sadece arkadaş gülerdi. Başkaları Manavkuyu’da ineceğimi bilmezdi. Hangi otobüs olursa olsun, yönümüze giden otobüse binmek hakkımızdı. Bindiğimiz belediye otobüsüydü. Yakın inecekler binemez diye bir kural yoktu. Ancak halk kendi kendine söylenirdi. Niye Manavkuyu’da inecekler biniyor. Bize yer kalmıyor diye… Bazen onlara şoför de katılırdı ki, şoförün katılması suçtu.
Otobüs içinde ilerlerken uzaktaki pencere kenarında, arkasından gördüğüm için tam seçemediğim tanıdığa benzeyen biri vardı. Merakla oraya doğru sıkıştırarak yürümeye başladım. Yanına gelince yanılmadığımı anladım. Kirk Dauglas’tı. Meşhur Amerikalı artistin ismini taşıyordu ama en küçük bir akrabalık bağı yoktu. Kirk Dauglas, ailesiyle birlikte Manavkuyu’da yaşıyorlardı. Bir kez ailesiyle birlikte evimize akşam oturmasına gelmişlerdi. Kirk Dauglas’ın eşi Nancy Dauglas eşimin tanıdığı Avustralyalı Fiona’ın arkadaşıydı. Fiona İngiliz kökenli Avustralyalı, dünyayı dolaşırken Arjantinli Ricardo ile tanışarak evlenmişler, bizim mahallede oturuyorlardı. Eşim yabancı arkadaşları sayesinde İzmir’e gelir gelmez onlarla tanışmıştı. Birbirlerine sık gelip gitmeye başladılar. Eşim gündüz ziyaretlerinin birinde Nancy’nin evinde eşi Kirk’le karşılaşmış. Aralarında geçen kısa sohbette, İnsani olarak çok beğendiği için, benim de tanışmamı isteyerek akşam oturmasına davet etmişti.
..
Hic o guzel aski izlediniz mi
Kagitla kalem arasinda?
Yazilmasa kagit ne ise yarar
Kalem luzumsuz kalir kagit olmasa.
O, bembeyaz gelin gibi
Masanin uzerine uzanmis,
Bekler duygularin ifadesini
..
modelcilik altın bilezik diye överlerdi de,
gülüp geçerdik, tozlu dumanlı diye...
meğer ne bilezikmiş be!
şekillendirdiler kalıba döke döke...
her dönemde bir küçük Amerika modeli
''Arjantinde bile kurulsa bir Kürt devleti,
karşı çıkarım! '' demiş, devletin başı, efendi
..
Sevgiyi sele verdik,
Barışı,
Barındırmadık ülkemizde.
Aklımızı çeldiler,
Bölük bölük böldüler
Bizi.
..
Telafer’ın her an alev alev durman yanıyor
Türk’ün kanı kardaş her an orda akıyor
Zalim Amerika günde binlerce can alıyor
Amerika’yı Kahret zulmü durdur Allah’ım
Irz namusumuz kâfirler tarafından talan edildi
Bu Amerika zalimi Müslümanları perişan etti
..
AMERİKA VARDIR
Dünyada işlenen cinayetlerin,
Amerika vardır hep arkasında.
İşbirlikçilerin eli kanında,
Dünde kandı, bu günde kan, yarında.
Masum bir çocuğun akan kanında,
..
Kişinin dış görünüşü.
İçinin kalp aynasıdır.
Bu görünen olaylar.
Zulmün Aynasıdır.
Avrupa,demokratmış
Amerika demokratmış
..
Çocukken barışın sadece bir erkek isminden ibaret olduğunu sanırdım.Ve hiç bir anlam ifade etmezdi,kulağa hoş gelen güzel bir isimdi sadece,
Beraber büyüdük barışla,ben aynı kaldım,barış ise çok değişti.
Çok büyük anlamlar taşıdı özünde,Herkes barış olmak istedi bi anda.
Yeni yeni anladım barışın anlamını ve taşıdığı anlamın büyüklüğünü.
Daha sonrada anladım ki barış olsaydı savaşlar olmaz,insanlar ölmez,analar ağlamazdı.Barış olsaydı,faşist hitler polonyayı işgal etmezdi.
Barış olsaydı,hiroşimaya atom bombası atılmazdı,Barış olsaydı halepçede kimyasal silah kulanılmazdı ve Barış olsaydı Amerika ırak; a girmez,israil lübnana saldırmazdı.Hadi ben anlamamışım seni,küçüktüm bilmiyordum.
Ya devlet büyükleri,ülkeleri yönetenler,liderler, isteselerdi önüne geçebilirlerdi bu felaketlerin, durdurabilirlerdi.Ama işlerine gelmiyordu nede olsa ölen onların çocukları değildi,yıkılan onların evleri değildi, çalınan onların geleceği değildi ve göz yaşlarına boğulan onlar değildi.Onun içindir ki olanları sinema,tiyatro izler gibi izlemişler.Bana dokunmayan yılan bin yaşasın misali...
..
Kimyasallar
Yok
Kan yarı belinde
Dört yıl
Kolay değil
Petrolü alırken
Andık gibi
..
Senin girdiğin yerde
taş üstünde taş kalmaz,
açlık yoksulluk zulüm
fırtınası hiç dinmez
Kahrolsun Amerika
sesleri yükseliyor
..