BEN...YÜREĞİNDE ateş olur yanarım.GÖNLÜNDE..hayat bulur yaşarım.GÖZLERİNDE..duygu olur yaş gibi dolarım.AKLINDA akıl olur akarım.CANINA..can olur,damarında kan olur dolaşırım.CANANIM..seni seviyorum desin bir sözüne dünyayı yakarım...
..
şeytana bir eğilip, Binlerce Alçalmak mı; Kur'an la Bir Doğrulup İzzetle Yaşamak mı! ! .. Hangi Akıl Anlamaz Bu Koskocaman Farkı!?
*erdlerbş
..
BİZ.. hayatta ayakta kalabilmek için ne cenklerden çıktık, felekte bize akıl almaz ayak oyunlarını gösterdi yine de karşısın da dik durmasını bildik,sevmeye çalıştık sevdirmedi,gülmeye çalıştık güldürmedi,sonuçta hayatın karşısına sonucu belli olan maça çıkar gibi çıktık,yenile yenile yenmesini öğrendik,feleğin her hamlesini boşa çıkardık,o bizi yıkmadan biz ona çelmeyi taktık...
..
Kalmadı akıl, mahrum ettin senden beni, be şuur
Etmedi Berfin yüreğine, aşk-ı evinim hutur
..
Teknik, insan hayatını kolaylaştırmak.
Tıp, sağlıklı yaşam yollarını keşfetmek.
Ahlak, toplum hayatında adil ve huzurlu bir yaşam sistemi geliştirmek;
Din tüm ilim ve bilimlerin nüvelerini içinde bulundurmakla beraber, özellikle insan hayatını yer kabuğunun biyolojik bir fonksiyonu olmaktan çıkarıp, sadece yok olmak için yaşanan zorlu ve zorunlu bir yorgunluk olmaktan çıkarıp;
Her işi sonucu itibariyle düşünüp değerlendiren insanlar için dünyayı idam emrinin verilip, infaz gününün beklendiği çileli bir esir kampı olmaktan kurtarıp, hayatı anlamlı ve amaçlı kılmak için yüce yaratıcı tarafından insanın doğasına konulmuş temel bir ihtiyaçtır.
..
Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihindeki önemli olaylardan biri, 19 Mayıs 1919 tarihinde Atatürk’ün Samsun’a ayak basışıdır. Türk Milleti Birinci Dünya Savaşı sonrasında kötüleşen koşullar içinde kurtuluş çareleri ararken Mustafa Kemal Atatürk Bandırma Vapuruyla İstanbul’dan yola çıkarak 19 Mayıs 1919 günü Samsun’a bir güneş gibi doğdu ve Kurtuluş Savaşının başlangıcına imzasını atan bir dizi toplantıları başlatarak Türk milletini Cumhuriyetimizin kuruluşuna giden yolda emin adımlarla, onur, cesaret, birlik-beraberlik ruhuyla yürümelerinin, hep bir birlikte mücadele etme gücünü kendilerinde bulmalarının yolunu açarak zorlu bir mücadeleye hazırlanmalarını sağladı. Onun içindir ki; Atatürk’ün Samsun’a ayak basması “Kurtuluş Savaşı’mızda çok büyük bir anlam ve öneme sahiptir. Dolayısıyla Atatürk’ün 16-19 Mayıs 1919’da İstanbul’dan başlayan yolculuğu, Zafer’le sona eren Kurtuluş Dönemini simgeler.
Atatürk’ün Türk Gençliği’ne güveni sonsuzdur. O nedenledir ki; Gençliğe Hitabe’yi dillendirmiş, o nedenledir ki; bu ülkeyi gençliğe emanet etmiş, “Cumhuriyeti biz kurduk; onu yükseltecek ve devam ettirecek sizsiniz! ”, demiştir. O nedenledir ki; ” Muallimler; Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister., diyerek gençliği de öğretmenlere emanet etmiştir. Türkiye’nin, aydınlık geleceğini inşa edecek olan gençlerin en iyi şekilde, özgür iradeleri ile özgür düşünceli, sağlam basan bireyler olarak yetiştirilmeleri sorumluluğunu da ancak öğretmenlerin omuzlarına yüklemiştir. Çünkü, ona göre öğretmenin başarısı, gençlerin, ülkenin başarısı demektir. Öğretmen, gençleri sadece kendi alanında yetiştirmekle kalmayıp, onları toplum hayatı içindeki rollerine de yani, hayata hazırlamakla da yükümlüdür.
Yine bir 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nda, yine bin bir umutla, bin bir hayallerle bakarken çocuklarımıza, gencecik fidanlarımıza, onur ve gururla kabarıyor göğsümüz, içimden “Sizsiniz, her şeyimiz, ekmeğimiz, suyumuz, hayallerimiz, umudumuz, siz olmazsanız (Allah Korusun) ne anlamı var ki her şeyin, tek bir lokma şu dünyadan umduğumuz, o da yaş olmuş kuru olmuş ne fark eder, siz olunca her şeyin bir anlamı var, yoksa yavan her söz her kelam, iyi ki varsınız, işte o zaman uçan kuşa bile benden selam” diye geçiyor.
Ne umutlarla bel bağlıyoruz gençlerimize gerçekten de…Babalık duygusunu yaşamamış Atatürk de nasıl da inebilmiş olayın derinine, bazıları yaşayarak öğrenir hayatı, anne-baba olmayı ama, akıllı insan, geleceği akıl yoluyla görebilir, bir şeyi anlaması için illa da yaşaması gerekmez, akıl yoluyla hissedip algılayabilir. İşte Atatürk de çok zeki ve de ileri görüşlü bir insan olarak ülkemizin geleceğini ancak ve ancak onların zekasına, enerjisine duyduğu güvenle gençliğe emanet etmiştir. Zira, gelecek onların eseri olacaktır. İNŞALLAH.
..
Aklın yoksa akmakta olan akıma takıl,
Ebedi hayatını nasıl düşünmez akıl?
..
Akıl ve fikir versin başlayalım duaya,
İmanımız olsun da varsın gitsinler aya!
..
Bu Amerikalılar alem adamlar vallahi... Dünya film piyasasının büyük bölümü ellerinde olduğu için, insanları olayları cilalayıp parlatmayı da biliyorlar, ülkeleri yerden yere vurup silkelemeyi de biliyorlar... Holywood denen sinema fabrikasının bir çok ülkenin milli gelirinden ihracatından fazla gelir elde ettiği kulağımıza gelen haberler arasında... Milyonlarca dolar bütçeler ile filmler çeviriyorlar, hiç bir masraftan kaçınmadan, sonrada parsayı topluyorlar milyon dolar olarak...
Silvester Stallone'nin oynadığı o meşhur hayali kahraman Rambo'yu hepiniz tanıyorsunuz. Belki içinizde ''Onu tanıdığım güne lanet ediyorum.'' diyenlerde vardır... Televizyonda filmlerini defalarca izlediniz. Uçtu, kaçtı, on kişinin arasına daldı sağ çıktı, helikopter düşürdü, düşman askerlerinin sabrını taşırdı... Nihayetinde beş altı tane Rambo Filmi yaptı ve köşeyi döndü arkadaş. O filmleri de bizim gibi ülkeler ile birlikte dünyanın bir çok ülkesine de kakaladı ve dünya kadar paralar kazandı hem Amerika hem de kendisi...
Bazı zamanlarda rastlamışsınızdır basında Türk Ramboları benzetmesine ki ne kadar yalan ve yanlış bir söylem olduğu da gün gibi ortada... Benim tertemiz, vatan sevgisi ile dolu dolu askerimi Amerikalının hayali bir kahramanına niye benzeteyim ki? Hiç duydunuz mu onlardan Amerikan Mehmetçiği ya da İngiliz Mehmetçiği diye bir kelime ya da cümle, duyamazsınız... Mehmetçiğin bir anlamı da küçük Muhammed'tir...
..
Kâr mı az da hiç konmaz yararlı icatlarım,
Patlamaz fren olsun ki hiç ölmesin canlarım…
Sen, lüks araç, dersin ya freni düşünemezsin,
Görünmez yerde diye mi kâr edinemezsin?
Bil ki biz ölüyoruz frenleriniz yüzünden,
..
Akıl tutmadı sevdayı,
Ben yürekten yanayım.
Yürek hesapsız,sevdalı,
Ben sevdadan yanayım.
Gece karanlık,umut alaca,
Ben şafaktan yanayım,
..
Kuyu, açık kalınca içine canlı düşer,
Akıl yetmediğinden kalmaz mantıktan eser…
Oysa kapak zor değil tasarlayabilirler,
Zekâ olmadığından ayar çekebilirler…
Onlar çok eski dostlar bize akıl verenler,
..
Kimseye..
hiç kimseye
haber vermeyin
kalp sükut ettiğinde üzülmeyin
ebede giden ruhtur akıl vicdan,
irade ancak bilgi ve irfanla umuttur bunu bilin..
..
Yar...
Aç ellerini gönülden
Ruhunun halinde nükseden sezgisinden
Varlığın sahibine iman ettiren vecd ve muhabbetten
İçini burkan keder ve gamdan, umudu kıran boran ve poyrazdan
Ruhunda var olan aşktan ve sessizleşen sevdanın ah u zarından kal eyle
Beklentilerinin değil, içinde bulunduğun vaziyetin ve sosyal şartların nedenleri ile kelam eyle
..
- Dördüncü ağıt –
Gülbanglar vardı dilimde sabahın seheriydi, şerbetler aktı gökten, ben gündüzdüm o leyli…
Nazende! Derler ki; büyük yüreklerin üstünde kayıp Leylalar vardır… Yanındayken görmediğin Leylalar ki akkorları akar damarlarından.. Belki o yüzdendir Nazende, mermer bedenimde güzel anıtların çıkar…
Sevilen olmayınca sembolleri girmez mi devreye… İşte sembollerini yarattım Nazende… Kişisel bir medeniyetin seninle kaplı bedenimde kurulmuş vakur egemenliğinde…Oysa Nazende,oysa senin açık olmana gerek yok Meryem gibi, Afrodit gibi bulvarlar boyunca. Çünkü sen seçiksin Nazende…
..
Ayağa kalk!
Gecede çözülür,
Kaskatı akıl!
Kalp ışığını yak!
Karanlıkta,
Aydınlanır akıl!
..
Bu nedenle halkın aynı tip nostaljik bakış açısı, aynı tip geçmiş kulvarın(seçme ayıklama) kavrayışı; şimdiki yeni olanı, gelişme olanı, farklıyı dışlayacaktır. Ancak halk, kendi gibi olanları da baş tacı edişle; ölümüne onaylarlar! Bu bir müridin, şeyhini tasdikleşmesi gibidir. Veya bir şeyhin müridine ben şeyh değil miyim? Deyip de; müridinin de ona: “evet sen şeyhsin! ” demesi gibi kavlidir. Ya da müritlerin, kendi içlerindeki; “körler sağırlar, birbirini ağırlar” kabilindeki aşkı muhabbetle, biri birine telkinle, şeyhlerini onaylamaları gibi, sübjektif bir tavırdır. Yani, şıracının şahidinin, bozacı olmasıdır.
Halkın en büyük tüketimi ve kullanımı ve hatta üretimi; sanat alanları olabilecekken, sanat alanı geniş kesimlerin halkçı özentili, benimsenirliği içinde değildir. Sanat yapamayan geniş halk kesimleri ya sanatın kendisine yansıyış ve yansıtılışları, halka öğüt düzeyli eğilimcelerle yansınır. Ya da halk, inançsal olarak fosilden motif taşıyan çağrıştırıcı çekilimleyicilere; pervane böceğinin ışığa çekimlendiği gibi tam da oraya, fosil sosyal soyut bilince odaklandırılırlar. Bu da, bir çeşit halkın bilmezliğine, havuç gösterilmesidir. Halk atadan görmenin, toplum akıl bilim ve pratikten görmenin farkıdır.
Halk için cazibeler yaratmanın bir yolu da, halkı eğitimsiz kılan bencil siyasetlerdir. Örneğin, halkımızın okuryazar olabilir durumda olup da, okuryazar olmayan 7,5 milyon kişisi vardır. Buna birde sadece bir şekilde okuryazar oluşta, bir o kadarı da, düzeyci eğitimli olmamalarını ekleyin. Eder 15 milyon. İşte bu milyonların cazibe odağı bambaşkadır. Ve oldukça sanal, inançsal, geleneksel, bilmezliklerde birlik yapıcıdır. Adeta oğul vermiş, arı oğulu küme yığılması gibi, seçememelik egemenliği olacaktır.
Bu yüzdendir ki halk, hep bu çekimleşmelerden; hükümetlerin başlangıçta, nüfus başına olan milli geliri, 2000 dolarlardan alıp, hükümetlerinin görev bitimlerinde aldıkları baremi 1500 dolarlara düşüren siyasi politikalarını seçmiştir. Bu hükümetler yıllarca, hiçbir akıl fikir sağlamayan; “Halka hizmet, hakka hizmet “ diyen, duygu sağlayan, parola ile iktidar olmuşlardır. Halk çok duygusaldır.
..
Sinan Karakaş
ÇI BIKIM - NE YAPAYIM
Reviye bı nasım, dımeşım her gaw,.........Tanınmayan bir yolcuyum, her an yoldayım.
Riyamı venda bu, bêjın çı bıkım,..............Yolum kayboldu, deyin ne yapayım.
Jımıra mebıjın, tu buye bı naw,...............Bana demeyin isimsiz kaldın,
... Akıl serımı çu, bêjın çı bıkım....................Akıl başımdan gitti, deyin ne yapayım.
..
(Deneme )
Bırakıp gitmek çözüm olsaydı gidenlerin hepsi ihya olurdu.Oysa ne gidenler kaybolup gitti bu coğrafyada,ne kalanların gönlündeki fırtınalar dindi.Özlemler,hasretler ve acı dolu günler bir birini kovaladı .Gözyaşları akıp gitti öylece.Gitmek kimsenin işine yaramadı.
Düşünüyorum da ,gitmene sebep olacak ne yaptım diye.İnanki aklıma bir sebep gelmedi.Hani hep derdin ya “ sen de akıl olsaydı..” diye.Doğru söylüyorsun,bende akıl olsaydı ben bu durumlara düşecek adam olur muydum ? Hiç bu kadar avaz avaz haykırır mıydım ? Kendime yaptım ne yaptıysam.Sevdim,hem de çok sevdim.Sensiz geçen saniyelere tahammülüm yokken,şimdi büsbütün yoksun.Burnumun direği sızlıyor,içim kan ağlıyor.Kendi gölgem bile bana ar geliyor.Ne yaşadığım günler umurumda,ne geçen günler heybemde bir yer işgal ediyor.Bir avuç pişmanlığım olsun isterdim.Sevdiğime,bu kadar bağlandığıma,bu kadar yandığıma pişman olmayı ne kadar çok isterdim.Ama yok,yok işte.Seni seviyorum ve ömrümün sonuna kadar da sevmeye devam edeceğim.Gönlümde sana ayırdığım yerini hiç kimseye vermeyeceğim.Sen benim başımın tacı,yüreğimin tek sahibisin.Bırakıp gitmekle sadece hayatımda olmayacaksın.Ama büsbütün benimsin zaten.Sana dokunamasam da,kokunu alamasam da,başını göğsüme yaslayıp uyumasan da benimsin.Her anım,her saniyem seninle dolu.Belki karşıma çıkmasaydın sevmenin bu kadar güzel olduğunu bilmeyecektim.Romanlarda okurdum sevenin acı çektiğini,sevilenin acı verdiğini.Her acıya rağmen sevmekten vazgeçmeyenlerin budala olduğunu düşünürdüm.Romandır işte deyip,sonunu merak ederdim.Daha yarıya gelmeden sevilenin bir hiç uğruna sevenini yok saydığını okudukça,içimden nefret beslerdim ve isterdim ki romanın sonunda sevilen sevene gelsin,bütün pişmanlığıyla kapıya dayansın.Ama hiç böyle bitmedi okuduğum romanlar.Seven her zaman acı içinde kaldı ve sevilen hayatını bir başkasıyla yaşadı.
Sonumuz böyle olur mu bilmiyorum,ancak eğer böyle olursa da sana kırılmam.Sen mutlu olursan bana yetiyor zaten.Hem gayem seni mutlu etmek değil miydi ? Mutluluğu beraber yaşamak elbette tek arzumdur ama,eğer benimle mutlu olamayacaksan ben buna alınmam.Ben,seninle hiç karşılaşma ihtimalimin olmamasına rağmen sevdim.Yıllardır geleceğin günü bekliyorum,hiç gelmeyeceğini bile bile.Galiba hayatımın en acı tarafı da bu.Beni sevdiğini biliyorum,ya da ben öyle zannediyorum.Yoksa ne diye bunca senedir benimle zaman kaybı yaşayasın ki ? Gecelerin büyük bir kısmını bana ayırdın,benimle yazıştın.Gün oldu beraber güldük,gün oldu beraber ağladık.Gün oldu,her ikimiz de ağlamamıza rağmen bunu bir birimizden sakladık.Yani her ikimiz de gayet güzel yalan söylüyorduk.Bir birimize inanmamamıza rağmen ,bunu hep yaptık.Şimdi ne alemdesin,nasılsın bilmiyorum.Keşke bir haberin gelse de, nasıl olduğunu bilsem dünyalar benim olurdu. Benim seni merak ettiğimi biliyorsun,uykuyu gözlerime haram kıldığımı da..Buna rağmen bana yokluğunun acısını yaşatıyorsun ya, aklım almıyor.Keşke çıkıp sevmediğini söylesen belki bu kadar acı duymazdım.Kim bilir ,belki de gerçekten de sevmiyorsundur.Aklım gidip geliyor.Gel gitler arasında nefes almak zordur be gülüm.Hangi kitapta yazar, seveni böyle acı içinde bırakmak ? Yarım bırakmak,yaralamak,yârdan atmak.Kör kuyularda can çekişen bir esir gibiyim şimdi.Hangi yana tutunsam elimde kalıyor.Hani kıyıya yanaşsam limansız kalıyor.Benim senden başka düşüncem yok.
Bütün iklimlerden uzak bir mevsimsin gözlerimde.Yıldızsız gecelerde içim kan ağlaya ağlaya sabahlıyorum.Sen,kokusunu bilmediğim bir çiçek,uzanıp tutamadığım bir ömürsün.Güz rüzgârlarında yaktım gurbet türkülerini,her kese aykırıydım,sana tutsak.Sevmenin bu kadar suç olduğunu bilmezdim ....
..
Başta akıl,
Gözde perde,
Yüzde ar,
Varsa;
İşte ona, insan denir…
Yoksa,
..