Aslında dağıtmışım sevgimi tesbih taneleri gibi
Yüzüne ve gönlünün derinliklerine doğru
Şarkılar söylerken güzel güzel ay ve yıldızlar
Erişilmez sandığımız o kutsal anın yakınına
Gül kokuları eşliğinde sokuluyorum yanına
Ürperiyor bir bir yarına kötümser anılarım
Kar taneleri arasında
Yitirmiştim rengimi
Beyaz hayallerim vardı
Çocukluğumdan kalma
Başı göğe kaldırınca
Bulutlar almıştı yerini
Bandırma limanında bir gemi, içinde bedeni,
Aldırmaz hiçbir şeye izler geleni geçeni.
Dalgalar sıklaştığında, sıkar küskün dişlerini,
Es rüzgar yine es, sen zor kımıldatırsın yerini!
Tüm duygular şaha kalktığında bile,
Uğursuz kaderle baş edemiyorum.
Bu acılar için isyan ediyorum,
Ama ne sen varsın ne de tek bir duya;
Mırıldanmam oysaki feryadım doğar!
Sensiz yeni yaşama alışamadım…
yaşayın bakalım
.........................yaşayın
......alın ardınıza tüm
.......................kötülükleri
çiğneyin tüm iyilikleri
......................ve yaşayın
Benim gönlüm ikibinsekiz kere sekmeli bölümden oluşur
Her birinde dışa acı sunan ayrı bir ölüm
......Ravalpindi, Bağdat ve atardamarlarımın bir ucundan
Tarihin baskın yemiş sayfalarına damlar durur
.................Dururum işte o zaman saat tam on iki vurduğunda
Düşlerimde umutlar kara kaplı duvarlar arasında
Tik tak tik tak
Dakikalar geçip gidiyor
Tik tak tik tak
Dön de arkana bak
Gölgenden başka kim geliyor
Umutların hezeyan
Saat onikiye yaklaşıyordu. Ve oturma odasının içine süzülen güneş ışığı şiddetini artırıp, odayı daha aydınlık yapıyordu. Oturma odasının büyüklüğüne baktığımızda zengin bir ailede olduğumuzu hemen anlardık.üç tek, bir üçlük, lacivert üstüne kırmızı çizgili koltuk takımı,bir kanepe,bir büyük ekran tv, odanın bir köşesinde bir yemek masası,çevresinde 8-9 sandalye, duvarda
resimler ve yerde iki çin işi halı ile odanın içinde yerini almıştı.Ama odanın içi hâla boş sayılırdı.Eve gelen çocuklar rahatlıkla yakalamacılık oynayabilirdi.
Odanın bir köşesinde, önünde ütü masası, saçlarında beyaz çizgilerle yaşlı bir kadın vardı. Diğer bir köşesinde de, sabah işten dönerken aldığı gazete ile kanepeye uzanan ve orada uykuya dalan genç bir adam, yani Ferit.. Ferit, genç ve başarılı bir komiser, emniyetin gözbebeği..Ve ailenin iki evladından büyük olanıydı. Diğer kardeş Feride, henüz bir üniversite öğrencisi. Aynı zamanda iyi bir balerin idi.
Güneşin dönmesiyle gözüne gelen güneş ışınları sayesinde uyanan Ferit, oturduğu yerden kalkarak gazetenin üçüncü sayfasından okumaya devam etti. Gazetenin hemen başında gözüne bir haber çarptı; 'ÇUVALDIZLI KATİL DEHŞET SAÇMAYA DEVAM EDİYOR! ' Haberin resminde bir fotoğrafçının kendi işyerinde yerde yatarken, çenesinden girip gözünden çıkan çuvaldızı parlıyordu. Haberi bilhassa aynı şehirde yaşanması sebebiyle annesine seslice okuyan Ferit, annesine 'ne zaman yakalanacak bu çuvaldızlı katil' diye söylenmeyi ihmal etmedi.
Çinkoya düşüyordu yağmur taneleri.. Tik-tak tik-tak.. Tek tek düşüyordu özlemler, acılar, düşler..Yağmur dolu bulutların kapattığı gökyüzünün karamsarlığıyla örttüğü yatağından doğrulmaya başlar başlamaz, karanlık duvarlar, duvar saati, dolap da üstüne üstüne gelmeye başladı.. Önünde hayati önem taşıyan ÖSS sınavının yanında bir takım ailevi sorunları da vardı.. Çok çalışıp iyi bir üniversiteye yerleşmesi gerekiyordu.Bunun için de gece gündüz demeden ders çalışıyor, testler çözüyordu. Fakat, kafası diğer sorunlara da gitmeden edemiyordu.
Yatağından kalktıktan sonra üstünü giyindi ve kahvaltı masasına oturdu. Kahvaltı masasında dedesi ve lise bire giden kardeşi vardı. Kahvaltılarını ettikten sonra, dedeleri işyerine gitmeden torunlarını okula bıraktı. Öğrenciler ve öğretmenler her zamanki gibi okula yaklaşan arabaya ve içinden çıkan öğrencilere hasetlikle baktı. Bu soğuk havada onların çoğu yürüyerek veya dolmuşta tıklım tıklım okula giderken, bizimkiler klimalı arabada okula gidiyordu. Eh, doğrusu kıskanmakta biraz haklıydılar. Onlar onlara bakadursun, bizimkiler de salına salına kendi sınıflarının kuyruklarına sokuldular. Ve sonra derse girdiler.
İlk beş ders bittikten sonra öğle arası zili çaldı. O, herkes çıktıktan sonra sınıftan dışarı adımını attı.Ve yalnız olarak merdivenlerden aşağı inmeye başladı. Arkadaş çevresi çok olmasına rağmen, yanında pek fazla kişi gezdirmekten hoşlanmazdı. Güvenmezdi onlara, gerçek arkadaşlık hissiyle ona yaklaşmayacaklarını düşünüyordu. Aşk, sevgi ve arkadaşlık duygularını hep çıkar temeli üstüne oturtmuştu. Belki de yanılıyordu kimilerinin hakkında, sonuçta daha toy sayılırdı. Ufak bir şehirde ne kadar geliştirebilirdi ki kendisini? ..
Akşam okuldan eve geldiğinde, babası tv başında günün haberlerini takip ediyor, annesi yemek masasını hazırlıyor, kız kardeşi ise duştan yeni çıkmış, üstünde bornozla saçlarını kuruluyordu. Onun ise ne tv seyretmek, ne yemek yemek, ne de duşa girmek umrundaydı. Şuanda tek yapmak istediği şey, biraz uyumak ve sonra kalkıp derslerine çalışmaktı. Bugünkü sınavı da çok şükür atlatmıştı atlatmasına ya, önünde günde iki sınav olmak üzere altı sınav daha vardı.Üst katın anahtarını alıp, kapıyı açtıktan sonra doğruca odasına gitti. Kravatını ve ceketini çıkartıp bir köşeye attıktan sonra, beyaz gömleği ve gri okul pantolonuyla yatağına uzandı.
Planı 3-4 saat kestirip gece kalkıp ders çalışmak olmasına rağmen gözünü açtığında gün ışığı gözüne vuruyordu. Yansıyan ışığa göre havanın bulutlu olduğunu sezdi ve bir yandan geç kalkmasına bir yandan da havanın karanlık olmasına söylene söylene yatağından kalktı.Hava karanlık olduğu zamanlarda içi de kararır, sınavlardan pek hoş not aldığı olmazdı..Adımını sağa attı, yedi sekiz adım atıp biraz sallanır gibi olduktan sonra sola döndü.. On-onbeş adım sonra sağ yapıp tuvalete girdi. Tuvalete girip çıktıktan sonra elini yüzünü yıkadı. Biraz kendine gelir gibi olduktan sonra aynada yüzünü seyretti. Her geçen gün ne kadar geliştiğini ve alnında yer alan parlaklığın ne kadar arttığını hissetti. Bu arada hiç beklenmedik bir şey daha hissetti..
Sanki burnuna, bir binanın yıkımı sonucu oluşan toz kokuları ve çığrışan insan, uluyan köpek ve kedilerin cırtlak sesleri geliyordu.. Korkar adımlarla odasından balkona çıktı. Dışarıya baktığında ise hayretler içinde kaldı. Sağına baktı,soluna baktı,ve çevrede bulunan binaların teker teker yıkıldığını gördü. Tıpkı uzaklarda bulunan dağlar gibi.. Dağlar da yavaş yavaş bir buzdağı gibi erimeye başlamıştı.. Bu sırada aşağıya baktığında annesinin sesini duydu, ona dışarı çıkmasını söylüyordu. Ve bu sesle birlikte içinde bulunduğu şaşkınlıktan bir an olsun kurtulup kendine geldi. Kendi evleri de çökmeden, üstündeki kıvrışmış pantolon ve beyaz gömlekle kendisini apartman dairesinden dışarı attı. Asansöre bakmadan merdivenlerden koşar adım inmeye başladı.
Ahmet gerçekten mi? Sen artık yok musun? Paydos mu dedin bu dünyaya... Bak bunları ağlayarak yazıyorum umarım bu bir şakadır...