Gözlerimdin bir zamanlar ne oldu
Coşkun yüreğine sitem mi doldu
Koşar idik yaşam denen gönülde
Neden acep canan soldu, can soldu
Camdan idi kalbin ile ellerin
Niçin koptu, neden azdı?
Canım gençlik elde sazdı
Tarihler hep onu yazdı
Anlı şanlı gençlik nerde?
Sıkı isen gençliği çöz
Kasaba, köyde, şehirde
Uğraşırız, didiniriz.
Sokakta, evde, okulda
Uğraşırız, didiniriz.
Masada, tahta sırada
Yası matem ayı muharremin en önemli bölümünü oluşturan muharrem orucu ile birlikte bir aşure daha sona erdi.
İslamın, Alevi/Bektaşi yorumuna, kültürüne, gidişatına, koluna mensup insanlar Hz. Hüseyin’ in Kerbela’ da şahadeti nedeniyle on beş gün yas orucu tuttular. Her yıl olduğu gibi kurban bayramından on yedi gün sonra başlayan, on beş yas orucunun ilk üç gününde Emir Müslim’ in (Müslim-i Akil, Hz. Hüseyin’ in musahibi) iki kölesi ve iki çocuğu ile birlikte Kerbela faciası öncesi katledilişinin aşkına niyet edildi. Kalan on iki günde ise Kerbela çölünde şehit edilen Hz. Muhammed’ in sevgili torunu Hz. Hüseyin’ in ruhu için eller semaya açıldı.
Kerbela vahşetinde Hz. Hüseyin ile birlikte ev halkının tamamı aç, susuz bırakılıp eşi, çocukları, yakın akrabaları, sabi sübyanları da şehit edildi. O kıyımdan sadece kundakta bulunan Celal Abbas kaçırılarak kurtarıldı ki, Hz. Hüseyin’ in soyu ondan üreyip devam etti.
İşte bu vahşete duyulan derin ve manalı saygı nedeniyle Alevi/Bektaşi toplumu bu yıl da yas orucunu icra etti.
Allah cümle canın ibadetini, yakarışını kabul ve makbul eyleye…
Bu sene muharrem orucu geçmiş yıllardan daha farklı bir biçimde, oldukça yoğun olarak icra edildi. Medya, yası matem ayına ve muharrem orucuna karşı ilgisiz kalmadı. Gerek Alevi/Bektaşi kültürüne yakın olduğunu iddia eden televizyon, radyo, gazete ve dergiler, gerek devletin resmi yayın organı da olan TRT, gerekse diğer basın yayın kuruluşları konuyu sürekli sıcak ve samimi tuttular.
Akşam geçti, gece bitti gök koyu
Yine yoksun, niye yoksun sevdiğim?
Bekledim yolunu bir ömür boyu
Yine yoksun, niye yoksun sevdiğim?
Mesela bakışın alsa ağrımı
Gözlerinden gülüşün
köy uykusu keyfinde
köy uykusu gibi bitirim
Gözlerinden gülüşün
sultan iğdesi gibi gevrek
Aş yerine hergün taş yiye yiye
Çürüttük yılları “CAN” dedin diye
Aşkın ateşine düştüysen niye
Şeytana avukat durdu gözlerin.
Sabır sabır dedik çatlattın taşı
gökyüzünün rengiydi uçurtmalar
güneşin kızı gibi
balaban, heybetli, gür
uçurtmaların dengiydi kırlangıçlar
ozanın sazı gibi
Tutunamadım
olmadı işte
sonsuzluğun sahibi
Dinlenmek istiyorum artık
al beni
Hepimizin içinde, yüreğinde, gönlünde el değmemiş, pamuk yığınını andıran, su güzelliğinde dev gibi ancak uysal, kükremiş bir vaziyette bekleyen ama parçalama, yırtma, yok etme özelliğini yok etmiş, çocuk masumluğunda, biraz insana benzeyen, biraz gök kuşağı rengârenkliğini içinde taşıyan bir aslan vardır.
O aslan kimi zaman aşkın, sevdanın; kimi zaman hovardaca geçen saniyelere atılan şamarın; bazen çılgınlığın, umarsız yaşamın, bazen yere, göğe takılan gerdanlığın; kiminde tutan el, gören gözün, kiminde ise esirgeyen, bağışlayan, koruyup, gözeten yüce yaradanın adı, sanıdır bilir misiniz?
Bazen Türkmen düğününün damaklarda bıraktığı tat, mistik bir havanın insana verdiği hüzün, bazen kocaman bir yalnızlıktır.
Ağıt olur dökülür dillerden zamanlı zamansız, türkü olur inletir dağı taşı. Delip geçtiği yüreğin en onulmaz noktasına büyükçe bir düğüm olur bazen duyar mısınız?
Şairdir o aslında. Yazan, çizen, boyayan, yontandır aynı zamanda. Uzun hava olur belki, kıvraklaşan nağmeyle dans, horon, efe olur kim bilir.
1960 yılında Hançılı Köyümüzde doğan Ali YILDIRIM’ da sözcüğün tam anlamıyla böyle bir güzelliktir. İlkokulu köyünde tamamlamıştır. Çok genç yaşta aramızdan ayrılan ve hakka yürüyeli 22 sene olan babası rahmetli Ali YILDIRIM ile aynı adı taşır. Babası namı değer Kavak Ali, kendisi ise adı vurulandan aldığı miras nedeniyle Topal Ali’ dir.
Sadece benim abim olması bile yetmez mi? Ama kocaman bir yürek başka ne yazılabilir ki? Bütün yolların gibi şiir yolun da açık olsun abi...Sevgi ve saygılar