Yolcu düşer sonsuz bilinmezliğe,
Toprak zindan, gökyüzü buzdan ırak.
Yüreğin ta dibinde o ince sıla sesi,
Her an, kahrolası bir çağrı yaparak.
Kanar ruh o gözü bağlı bildik yere,
Sanırsın ki kor diner, yara kapanır.
Ama ruhun kırılmış bir yanı yine,
Ömrünce 'gurbet' diye fısıldanır.
Ne tam orada, ne tam burada, kaybolmuş,
Savrulursun iki yakanın o çaresiz ortasında.
İki büyük sevda, iki sızlayan gözyaşı;
Her gidiş, her dönüşün koyun koyuna arasında.
İki Yüzlü Hasretin Düğümü
Yüzün güler, elin sahte bir neşeyle uzanır,
Dost meclisinde yutkunulmuş sıcak bir nefes...
Lakin gece, o lanetli yorgan altında,
Boğazı yırtan sessiz çığlık, kimsesiz bir ses.
Sıla haykırır: "Yalvarırım, burada kal artık!"
Gurbet pençeler: "Koş! O yollar seni bekler!"
Ruh, çarmıha gerilmiş ikiye bölünmüş salıncak;
Ne varılan, ne terk edilen lanet bir yer güler.
Bütün köprüler atılmış, bütün sular çekilmiş,
Sen ebediyen yarım kalan bir garip misafir...
İki diyarın da yitik ve kimliksiz yabancısı,
Ne bir hasret nefesi biter, ne bu kahpe ömür kâfi.
Oysa çare yok, bilirim ki yoktur asla bir çözüm!
Ne sıladan vazgeçilir, ne o zalim gurbetten.
İki yanık aşk da kavurur, derin iz bırakır;
Tek teselli, bu çaresiz, yakan hicran hasletten...
Kayıt Tarihi : 10.10.2025 17:39:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!