YOLCU
/ Sevdiklerimin mezarında
yeşeren otlar bile sararmış solmuş.
Gelenler de garib bir dünya telaşı,
gidenler çoktan toprak olmuş …/
…
Adını da sormadım,
adımı da sormadı.
“Bu yolculuk ne kadar sürer ki ?” dedi.
“Bilmem,
belki mezara kadar? “ dedim,
anlamadı.
…
İlk ve son konuşmamız bu oldu.
Başını arka koltuğa yaslayıp uyudu,
uyudu…
Beş saatlik otobüs yolculuğunda,
hiç konuşmadan güzelce anlaştık
yol boyu…
“Yoldaşım” dan
hayır gelmeyince çevirip kafamı
pencere tarafına,
İçinde,
cennet saklayan memleketimin
virane yerlerinden,
bir gurbetçi hüznüyle geçerken,
hem yolla,
hem de kendimle
derin bir sohbete daldım.
…
Hızla yol alan otobüsün
“zaman da” yolculuğunda,
garib bir memleket tadı
damaklarımda…
Yol boyunca
her tabelayı bana yazılmış bir not gibi okumaya başlıyorum.
…
Köy,köy,
şehir,şehir, isim isim…
Baktığım yerlerin yabancısı olsamda
dalıp gittiğim yerlerin anlık misafiriyim.
Bir şehirden geçerken başka bir şehire
çiçekler açıyor yatıştırılmayı
bekleyen kalbimde.
Hatıraların daha biriyle hemhâl olmadan
öbüründen hüzün yağmurlarıyla uğurlanıyorum.
Yaklaştıkça memleketime
İçimdeki özlemi harlayan,
hatıraları ayaklandıran
söz dinlemeyen duygularım,
şımardıkça şımarıyor.
Yüreğe dokunan bir anı’nın
kibritten çok yangın çıkardığı
manevi coğrafyamda,
“bu saatten sonra
ne yazsam şiir ne söylesem şiir sayılır.”
diyorum.
…
Zile’ye,
Tokat’a,
Ankaraya,
Amerika’ya ilk gelişim,
geçmişim,acılarım,endişelerim,
çocukluğum,okul yıllarım, öğrenciliğim
ailem,annem ,babam sevdiklerim
daldıkça;
Uzayıp giden yolun
beyaz kesik çizgileri,
arasına düşüp ziyan olan ufak tefek anılar yerini daha derinlerine bırakıyor.
Mazi içimde yeniden açmaya çalışan
gonca bir kan çiçeği,
asfalt sıcağında
açmadan kavruluyorum.
…
Babam geliyor aklıma,
annem geliyor.
Babamın kapı önünde oturuşu,
bakışı,gülüşü,
yaptığımız sohbetler,
verdiği dersler,
zekası,dürüstlüğü,
gıyabında kendisine
bir daha hayran kalıyorum.
Annemin yüksek sesle namaz kılışı,
her tekbirden sonra içli içli ağlayışı,inancı samimiyeti,
yaz mevsiminde pancar tarlasında,
kış günü bir bayram sabahında
ya da kahvaltı sofrasında,
telaşları,tartışmaları…
Seslerini, yüzlerini,
mimiklerini seçmeye çalışıyorum.
Bizlere yaptıkları,
bizim için çektikleri çileler
geliyor gözümün önüne
acımayla karışık
“Evlat olmanın çiğliğiyle
nasılda ıskalamışız sizleri”
deyip kend kendime hayıflanıyorum,
bir züğürt aymazlığıyla,
“Sizin evladınız olmak
her şeye değerdi değdi de”
deyip, teselli oluyorum.
…
Yolculuğun tanımı,
Onları düşündükçe
değişiyor.
Yolculukta,yollarda güzelleşiyor,
her an’ı terapi oluyor,şifa oluyor,
detaylara girdikçe huzur buluyorum.
…
“Turhal yolcusu kalmasın” diyen
bindiğimizden beri gözüne kestirdiği genç kızlardan başka kimseye servis yapmayan,
covit bahanesiyle canının istemediğine
su bile getirmeyen,
yeni yetme muavinin sesiyle hem ben
hem de yoldaşım uyanıyoruz.
“Geldin” diyerek
yanımda ki gamsız yolcuyu
uğurluyorum.
“Sen?” diyor
bana boş gözlerle bakarak
“Benim yolculuk Zile’ye ” diyorum.
Uykulu gözleriyle boş boş bana bakarken;
“ Turhal’ın kırk kilometre ötesi köyüm.
Bu yolculuğun sonu oraya
Onların mezarına çıkacak” diyorum.
Hâla heyacanıma bir anlam veremiyor.
“Gözümün incileri,
yazamadıklarımı”
Onların mezar taşlarına dökeceğim
acelem var”
diyorum…!!!
Öyüce
Ömer YüceKayıt Tarihi : 7.7.2022 18:34:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!