Karadeniz rüzgarı esti güncemin yapraklarına
Günceme düşenler; düne tarih, güne coğrafya, yaşanacak anlara anı... Yüreğimden çıkıp akmak için yol bulan incecik bir su boyu... Evrenin kumla dolu upuzun sahilinde, 'kumdan bir zerrenin' gün düşümü birleştirmeleri sadece...
yorgunum
tabiat ana
bir yudum şiir sun
adı sonbahar olsun
canlansın renklerimiz
coşalım kıvançla...
**
Yaşam bekletmeye gelmez değil mi? Hüzünlüdür çünkü bekleyen her şey... İçimizde koca bir kar kaplanı, dışarıya atlamak için fırsat kollar hep... Enerjidir bu, güçtür, onurdur... Neden duralım öyleyse? Yaşamımız boyunca çocuksuluklarımızı öldürmeyen, birşeyler üretmemize yarayan, hayallerimizden vazgeçirmeyen, bize sevinç çığlıkları attıran o 'kaplan'ı salıverin gitsin ara sıra... İnsanları genç tutan da salt kasları değil, ruhunun gücü değil midir? ... Ruhumuz ne kadar güçlüyse, yaşama tutunabilme nedenlerimiz ne kadar çoksa, o kadar genç düşünür, genç yaşarız...
Onca iş yorgunluğuma rağmen özlemimin yoğunlaştığı bir anda karar veriyorum; oğlumu ve gelinimi görmek için gideceğim Kastamonu'ya.. Ruhumun gücü yönlendiriyor beni...
Ankara üzerinden aktarmalı gideceğim... Hafta sonu.. Yarım günlük mesai çıkışımda kızım bindiriyor beni otobüse 'kimseyi düşünme.. rahatına bak ve ruhunu dinlendir, gel' diyor...
Yol boyunca kendimle içtenlik yaşayabileceğim... Özgürüm...
Nedir ki özgürlük?
Düşünme gücüdür.. Düş'ün gücüdür bence... Düşünebiliyorsanız, hele de hayal kurabiliyorsanız ve hayallerinizi yaşama geçirebilmek için çabalıyorsanız özgürsünüz işte... Ha! bir de vicdan rahatlığıdır özgürlük bence...
***
Gökyüzü pırıl pırıl.. Hava serin ve manzara coşkulu...
***
Gölbaşı'na gelmişiz... Yol boyu kitap okumaya çalıştım... Ayşe Kulin'in 'Bir Gün' romanı... Okuyanlar bilir; ilk bölümün sonunda sarılıp birbirlerine, ağlaşıyorlar Nevra (Nevo) ve Zelha (Zelo) ... Aslında ağlaşan üç kişi o anda; zelo, nevo ve reyo...
'Biz, iç içe büyüyen, iç içe yaşayan, birbirine benzeyen, kavgacı, hırçın ve inatçı, şefkatli, sevecen ve yürekli, sonsuz verici ve can alıcı, gözü kara, kurnaz, hain, aynı anda çileli, masum ve çocuksu biz! Biz, aynı toprağın çocukları...' diyor kitap kapağında..
Olayları içinde yaşamak, ayrı bir dünyada yaşamaktır... Ayrı bir dünyada yaşıyorum o an..
***
Otobüste, ön koltuktayım ve cama düşen yansımaları izliyorum...Yolun karşı tarafındaki binalar, ağaçlar, bulutlar başımı yasladığım camda aksediyor... Aynı anda, oturduğum taraftaki manzarayı tarıyorum gözlerimle ve belleğimle... Kendimi üç boyutlu tabloların sergilendiği bir resim atölyesinde hissediyorum... Göl kıyısında, birbiri içine girmiş sazlıklar, yolun yamacına değin taşıyor... Bu da usumu, Neruda'nın şiirlerine sürüklüyor...
Gölbaşı'nda bir restoranda 'mola' diyoruz...
***
.. ve Ankara... Tarihimizin gözbebeği... Kültür merkezi... Yerli ve yabancı gezginlerin uğrak yeri... Yurdumun odak noktası.. merhaba! ...
Ankara'dan Kastamonu'ya gideceğim artık.. 19:00'da otobüs var. 'bu arada lavaboya gidip suyla kucaklaştırırım elimi yüzümü ve bir de sigara içerim, biletimi alırım, telefon görüşmelerimi yaparım' düşüncesiyle yürüyorum oto garda.. 'beşbuçuk.. beşbuçuk.. Kastamonu! ' diye ünlüyor muavin... Üç buçuk saatte gelmişiz Konya'dan Ankara'ya; yolların tenha ve şoförün usta sürücülüğüyle.. Muavinden yardım istiyorum; o, biletimi alıyor, ben hemen telefona sarılıp haber veriyorum eşime ve çocuklarıma.. ve alelacele bir sigara içimi dolaşıyorum Huzur Şirketine ait otobüsün çevresinde, yolculuğun huzurlu sürmesi dileği dudaklarımda...
***
Bazıları üçyüz altmış derecelik dönüşleri olan üst geçitlerden geçiyoruz... Bu arada, büyükçe bir alanı kaplayan, taş duvarla çevrili bir mezarlığa takılıyor gözlerim... Yerleşim yerlerinin uzağına kurulsa da mezarlıklar, bir süre sonra, nüfus artışıyla çoğalan binaların orta yerinde kalıveriyor...
Taş duvarın bir bölümü kıpkızıl yağlıboya... Buruk bir gülümseme yayılıyor dudaklarıma; geçmiş günleri düşünüyorum bir an... Öğrencilik yıllarımızda, duvarlara yazılan yazılar gelip dikiliyor gözlerimin önüne memleket sevdasını yansıtan... ve görevlilerce, izüstü siyah, beyaz ya da kırmızı yağlıboyayla yazıları kapatmaları... Biçimsiz görüntü kirlilikleri...
Gözlerim doluyor... Hüzün! .. Hüzün! ... Sorgulanmalara, tutuklanmalara yol açan o yazıları yazan gençlik ya da yazboz tahtası gibi yazıları boyayla kapatan görevliler... Kaçı yatıyor şu toprağın altında; komşu komşu? ...
hep birbirine benzer mezarlıklar
çitle çevrilidir köylerimde,
kentimde taş duvarlar
kimler.. kimler yok ki yatan toprak altında...
Düşüncelerimi eski günlere götüren kırmızı yağlıboya görüntüsü, doğanın kendi boyasıymış meğer. Yaklaştıkça gördüm ki; duvar sarmaşıkları kaplamış mezarlığın taş duvarlarını...
ardına bakmadan gitmiş
dönüp baksa ne görecek
ıssız yolda bir başına
el sallıyor nazlı çiçek
Yükseltimiz arttı... Ankara kanatlarımızın altında sanki..
Son virajı da döndüğümüz an, 'aman allahım! ' diyorum; yolun karşısına alevden dev bir gülle düşüyor... Evrenin kızıl çiçeği... Güneş...
Bir yanda yağmurun çiseltisi camlarda iz bırakıyor ve içerde ağır, harika bir müzik çalıyor... Öte yanda kolkola girmiş bulutlarla dağlar arasından gün veda ediyor... Kendimle başbaşayım...
Sağanak yağış var yer yer.. Bir böceğin duyargaları gibi salınıyor cam üstünde silgeçler... Çankırı'da iftar molası.. Yemiyorum birşey, kendime bile belli etmiyorum üşümekten sarsıntı geçirdiğimi.. İçtiğim çaylar iyi geliyor; kokusuyla, buğusuyla sımsıcacık...
'gümüş çağlayanlardan akarız
beyaz köpük salkımlarınca çay çiçeğinin
biraz sen, biraz ben kokusunda
demleniriz aşka' (sonrenk adlı şiir kitabımdan)
**
yağmuru soludum
doyasıya
bir ağaçtım
onlarca kuş...
***
Ilgaz... 'Anadolumun sen yüce bir dağısın' (aslında Anadolu'nun olarak geçer çocuk şarkısında) ...
Ortaokul çocukluğum... Ellerime bakıp gülüyorum; küt ve kalın parmaklar... Tütün sarısı... Ortaokuldayken almışlardı annemle babam, çalmayı çok istediğim kemanı... Müzik hocam özel ders verirken, yayda şekillenemeyen ellerim için 'odun gibi' demişti de çok sevdiğim kemanımı öpüp geri göndermiştim içim sızlayarak... Odunun özü ağaç değil midir? .. Usta eller değil midir odunu türküye dönüştüren? ... Odunun en şanslıları; sevdanın ve özlemin sesine dönüşebilenler değil midir usta eller aracılığıyla? ... Parmaklarımın bu şansı yakalayamadığından ezinç duyuyorum...
***
Başımı kaldırıyorum aniden; bir yavru maymun yatıyor gülümseyerek, pembemsi bulutlarda... Gülümsüyorum,
indiriyorum bakışlarımı... Aniden tekrar kaldırıyorum; bu kez pamuk çiçekleri arasında kucak kucağa oturmuş yaşlı bir çift görüyorum.. Yanakları değiyor birbirine, gülümsüyorlar... Gülümsüyorum...
Oyun oynuyor ani bakışlarım bulut kümeleriyle...
bulutlar
kardan kale duvarı
onbinlerce yükseklikte
ellerimde yağmur
ağır ağır çıkıyorum merdivenleri
'ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden
eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak ' demiyor mu Ahmed Haşim?
***
Kemençe-tulum... Karadeniz çırpınıyor sesinde Kazım Koyuncu'nun.... Kalemim horon tepiyor, sonra aniden hüzün çöküyor yine...
Yağmurda ılgımlı sesinin buğusuyla Sezen Aksu okşuyor kulaklarımızı bu kez... Cama yaslıyorum başımı... Ateş böceklerinin sarmaladığı çubuk direkler sıralı yolun iki yanında, rehber.. Yol, parke taşlardan yapılmış. Öğreniyorum ki; 'heyelan bölgesi olduğu için asfaltı tutmuyormuş yol, atıyormuş'.. Tekerlerle örtüşüyor parke taşlar...
yol boyu kedi gözleri
kızılay çadırı gibi sıralanmış
yardım eli..
***
panik atak bir ejderin
çakmak çakan gözleri
bir çift ışık parlıldıyor karşı dağda...
***
rengarenk yanan
palmiye ağacı
ah! beni yanıltan
izafi ışık kümesi...
Etraf iyiden iyiye karardı.. Otobüsün farları aydınlatıyor yolu... Tam karşımıza düşen yükseltilerde yıldız bulutları gibi ışık kümeleri var...
***
Hostes hanım çok şeker bir bayan... Kadınlarımızı değişik iş kollarında görmek ne güzel! ... Konyada bir dönem, yerel bir televizyonda yaptığım 'elinin hamuruyla' adlı programım düşüyor usuma bu kez... Kimler yoktu ki programımda... Yaptıkları işleri başarıyla sürdüren; iç mimar, sünnetçi, muhtar, üst düzey yöneticiler, doktor, yazar, daha kimler...
**
'bağa söylüyo abi'
'angaraya gada bişey dimedü'
'siz de oraya gada gidün'
Kastamonu otogarına girdiğimizde hostes bayan birden şive değiştiriyor.. Şaşırıyorum...
***
'Kastamonu kültürel zenginliği ve doğal güzellikleri ile ünlü, Karadeniz Bölgesinin en önemli illerinden biridir.İlimiz 7000 yıllık tarihi geçmişe sahip bir müze şehir görünümündedir. Dünyanın en güzel köşelerinden biri olan Kas-tamonu, büyük şehirlerin yoğun temposundan kaçmak isteyenlerin dört mevsim sığınabilecekleri bir huzur bölgesi; dağları, kanyonları, göl ve akarsuları, denizi ve yemyeşil ormanlarıyla bir çok alternatifler sunan bir tatil bölgesidir. Kalesi, saat kulesi, camileri, medreseleri, han, hamam, şadırvanları, bedestenleri, külliyeleri ve geleneksel Türk evi ve Osmanlı mimarisi örneklerinin yoğun olarak bulunduğu ender illerdendir. Ilgaz Dağı Milli Parkı, dağcılık ve kış sporları için mükemmel bir merkezdir. Zengin orman örtüsü, çeşitli yaban hayvanları, piknik yerleri ile görenlerin unutamayacağı güzelliklere sahiptir. Kastamonu'yu mutlaka görünüz. ' diyor vali Mustafa KARA.
Taşköprü'ye doğru devam ediyoruz... Otobüsün ilk sıralarında dört kişiyiz; şoför, muavini, hostes bayan ve ben... Arka sıralarda iki kişi daha var... Hostesin sigara ve kahve ikramına teşekkür ediyorum...
Taşköprü ilçesi, adını Gökırmak üzerinde Çobanoğulları zamanında yapılmış olan yedi gözlü 68 metre uzunluğundaki Taşköprü'den alan büyük bir ilçe. Kastamonu il merkezine 42 km. uzaklıkta bulunan ilçenin eski adı Ponpeiopolis'miş... Irmağın ovaya verdiği hayat ve zenginlikle eski çağlardan beri değişik kültürlere ev sahipliği yapmış, tarihi ve doğal güzellikleri ile bu gün de kendine has kültür dokusu ile albenisini koruyor.
BUGÜN PAZAR
Bugün pazar
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün
bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldamadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben...
Bahtiyarım...
diyor Nazım HİKMET
***
iyi ki çıkmışım yola
kendimle başbaşa
ve ne çok insan aklımda...
***
Ağustos- Eylül şenliklerine gidememiştim...
Oğlum karşılıyor gecenin bir vakti beni...
Festivallerden de sözetmeliyim;
19.ULUSLARARASI TAŞKÖPRÜ KÜLTÜR VE SARIMSAK FESTİVALİ (01-04 Eylül 2005)
Baharatı, aroması ve dayanıklılığı bakımından dünyanın en üstün nitelikli sarmısağı Taşköprü'de yetişirmiş...
Türk Edebiyatı'nın Koca Çınar'ı Rıfat Ilgaz memleketi Cide'de 8-9-10 Temmuz tarihlerinde düzenlenen '10. Cide Rıfat Ilgaz Sarıyazma Kültür ve Sanat festivali'inde anıldı.
'Cide, doğduğum eşsiz, benzersiz memleket... Ne iyi etmiş de anam beni bu cana yakın memlekette doğurmuş! .. Her şeyimi yitirdiğim günlerde Cide'nin belleğimin duvarlarına yansıyan görünümü ile dirilir, yaşama gücümü tazelerdim.' der Sarıyazma adlı romanında R.Ilgaz...
En çok 'Hababam Sınıfı' adlı romanıyla tanınan şair, yazar, eğitimci Rıfat Ilgaz için doğum yeri olan Cide'de düzenlenen festival 10 yaşına bastı.
***
Çatalzeytin
Çok eski zamanlarda fırtınaya yakalanan gemiciler, bir çok zayiatla buraya gelirlermiş... Yine böyle bir günde etrafta tutunacak birşeyler ararlar, bakarlar ki bir zeytin ağacı... Çatal... Halatı atıp canlarını kurtaranlar, burdan Çatal zeytin ağacının olduğu yer diye sözetmişler... Can kurtaran çatal zeytin...
Son zamanlara kadar bu ağaç varmış, şimdi de meyva vermese de dağlarda zeytin ağaçları mevcutmuş...
***
Taşköprülü şair Bahri Karaduman bakın ne diyor 'Sevdanın Rengi Ne' adlı şiir kitabında
Belki Bir Yerlerde
uçları nakışlı kıvrımlarda mı anlam
ceylan renginin en bilinmezinde mi
'bardağımdaki şarap
bir alev gibi titriyor' diyebilmekte belki
belki de
ceylan rengini hiç bilmemekte
sıra dışı bulutlar çok uzaklarda yine
ayakta ölümü beklemesi kolay mı ağaçların
ya da beyaz güllerin hiç ağlamaması
bardakta şarabın olmaması
alev gibi titreyememesi
kolay mı
anlam bilinmezde
anlam ölüm sonrasını bilmemekte belki
belki de gerçeğin masal
masalın gerçek olması
ya da
sevdanın anka kuşunun kanadında
masallara uçması
anlam gizli bir yerlerde...
***
Gökırmak
Kastamonu'dan çıkar. Daday'da Ballıdağ eteklerinden inen sular, Daday çayını oluşturur. Bu çay Taşköprü'nün Gülveren kesiminde Kastamonu'nun içinden geçen bir suyla birleşerek Gökırmak adını alır. Gökırmak, önce Taşköprü ovasını,sonra Boyabat ovasını sular. Doğuda Kızılırmak'a karışır. Gökırmak'ı küçük çaylar besler...
Yörede gerçekleştirilen sınırlı kazı çalışmalarında ortaya çıkarılan kalıntıların bir kısmı halen Kastamonu müzesinde korunmaktadır. Taşköprü biri 1308, diğeri 1927 de olmak üzere iki defa yanmış ve birçok tarihi eser yok olmuştur. İlçe merkezi 25 Ağustos 1925'de Atatürk tarafından ziyaret edilmiştir. Taşköprüde 1927 yılındaki büyük yangından sonra ilçede Kadastro uygulanmış geniş caddeler açılmış ve modern yapılar yapılmıştır. Taşköprü Belediyesi Cumhuriyetten önce kurulmuştur.
***
Bir şiir sitesinde tanıştığım ve bu tanışıklığı gerçek yaşamda da sürdürdüğümüz ekinsu (Sümbül) dostumuz, aiesiyle birlikte geldiler ertesi gün oğlumun evine... Bir sonraki gün de ben onlara gittim... yaşamdan konuştuk... Çevre ve doğa güzelliklerinden sözettik... İlle de şiir, daha geniş yer aldı konuşmalarımızın içinde...Yeni bir şiir sitesini önerdi, hemen üye oldum... Dostluklarının sıcaklığıyla, dostluğumuzda hep yerleri olacak bu ailenin...
Sümbül dostların ve çocuklarımın tanışmasından da mutlu oldum; gözüm arkada kalmayacak...
Görülmeye değer yerler gördüm, yaşamaya değer anlar yaşadım... Ne iyi ettim de kısa ama hoş bir tatil yaptım... Keşke sık sık böyle zamanlar yaratabilsek.. gelin görün ki, şairin de dediği gibi;
tek başıma olsam
şeyhe sultana kul olmam
viran olası hanede
evlad u iyal var
***
Güncemdeydi Kastamonu yolları
Gidilen her yol, az öteyi nişanlıyor...Biliyorum, geçilen her yerde bir şair yaşıyor.. Belki de onlarcası... Yurdumun her yanı, söylenmesi gereken, okunması gereken sayısız şiirle doluyken, elbette şiir yürekli şairleri de çok olacak...
***
Bu yıl festivalleri kaçırdım ama umuyorum önümüzdeki yıl gideceğim ailemle birlikte...
'Bu sabah uyandığım zaman içimde güzel bir rüyanın keyfini duydum; zihnimde bir alaimisema açılmış gibiydi; peri masalı dinlemiş bir çocuk kafası nasıl renk, ışık, hayal ile dolu ise benim yaşlı başım da öyleydi, batan ve çıkan al güneşlerle, kayıp giden mor sularla, kucağında ay yüzdüren havuzlarla, silkindikçe yaprak yerine yıldız serpen ağaçlarla süslü idi...'
Refik Halit Karay bir boğaziçi gezisi sonrası gördüğü rüyayı böyle anlatmış bir yazısında...
Ben öylesi güzel anlatamadım ama, duygularımı paylaştım en azından...
***
Eşime, çocuklarıma, dostlarıma, doğaya ve yaşama teşekkür ve sevgilerimle...
Reyhan SurKayıt Tarihi : 6.11.2005 14:10:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

gelmeeezzzzz.....
TÜM YORUMLAR (3)