(ehey) Gelin okuyalım yemek listesin
Canı çeken ne isterse istesin
Taze somun yufka ekmek üstesin
Yiyen ahbaplara afiyet olsun (yekte)
Yekte yavrum yekte
Bastırmalar yükte
..
Yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem
Ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı
..
Bana biricik gıda, aç ve susuz düşünmek;
Sizinse düşünceniz, yemek, yatmak, eşinmek!
1974
..
Haramsız mal azaldı, haramzade çoğaldı
Bu çağda helâl yemek büyük cesaret ister
İnsanı sıfatıyla anmak geride kaldı
Domuza domuz demek büyük cesaret ister..
29 Ekim 2005
..
Masallarda adı geçen yemek
Bol soğanlı börülce
Yarın da ondan pişirsek
..
Felâketimizi başka biriyle taksim etmek saadettir, fakat annelerle değil, annelerle değil. Annelere anlatılan kederler taksim değil, zarbedilmiş olur: Çocuklarının felâketini iki kat şiddetle hisseden anneler, bu ıstıraplarım çocuklarına fazlasıyla iade ederler; böylece keder anadan çocuğa ve çocuktan anaya her intikal edişinde büyüdükçe büyür.
Birbirine ufunetli adaleler gibi geçmiş, yaslanmış tahta evler. Her yağmurda, her küçük fırtınada sancılanan ve biraz daha eğrilip büğrülen bu evlerin önünden her geçişimde, çoğunun ayrı ayrı maceralarını takip ederdim. Kiminin kaplamaları biraz daha kararmıştır, kiminin şahnişini biraz daha yumrulmuştur, kimi biraz daha öne eğilmiş, kimi biraz daha çömelmiştir; ve hepsi hastadır, onları seviyorum; çünkü onlarda kendimi buluyorum; ve hepsi iki üç senede bir ameliyat olmadıkça yaşayamazlar, onları çok seviyorum; ve hepsi, rüzgârdan sancılandıkça ne kadar inilderler ve içlerinde ne aziz şeyler saklarlar, onları çok... çok seviyorum. Eşiklerinde soluk yüzlü, çıplak ayaklı, ürkek ve sessiz çocukların, ellerinde ekmek kabuğiyle ve çerden çöpden yapılmış oyuncaklarla, ağır ağır, düşünerek ve gülmeden oynadıkları bu evlerin arasında kendi evimi ararım ve âdeta güç bulurum, çünkü bunların hepsi benim evim gibidirler.
Evde kimse yoktu; kapıyı anahtarımla açtım, girdim ve her zamanki âdetimle alt kat sofada epeyce durarak, hareketsiz etrafıma bakındım. Bu sofa yaşlı bir insan yüzü gibidir: Evimizin bütün ruhu, kederleri ve neş'esi orada görünür, her günün hâdiseleri tavana, duvarlara, döşemeye bir leke, bir çizgi, bir buruşuk ve bazan da ancak bizim görebileceğimiz gizli bir işaret ilâve eder. Bu sofa canlıdır: Bizimle beraber kımıldar, değişir, bizimle beraber dağılır, toplanır, bizimle beraber uyur uyanır; bu sofa aramızda sanki üçüncü bir simadır ve güldüğü, ağladığı bile olur. Bu sofa dört köşedir: Ortada sokak kapısı, iki yanında birer pencere. Pencerenin
yanında bir ot minderi. Minderin yanında yemek masası. Masanın yanında iki sandalye. Bu sofada oturulur, yemek yenir, misafir kabul edilir. Benim her girişimde, orada, hareketsiz duruşum, beni bana gösteren bu çehreye bakmak içindir.
..
Birazdan ılık, tatlı uykular sarar bakarsın,
bakarsın sırtıma bir sıcaklık gelir,
birdenbire bakarsın,
karanlıklar ortas›nda başlar tutuşmaya
benim anadan doğma insan tabiatım.
Birazdan ılık, tatlı uykular sarar bakarsın,
..
Ben hepsini biliyorum
yapı kalfası yüzünü bu dünyanın
tabak tuttuklarına üç kap yemek veren
tuzluklarda beyaz inci öğütler
karlarla beslenen kışları
sel baskınını öğreten, içtiği bir bardak suda
..
– Sabah ezanı okundu. Kalk yavrum, işe geç kalacaksın.
Ali nihayet iş bulmuştu. Bir haftadır fabrikaya gidiyordu. Anası memnundu. Namazını kılmış, duasını yapmıştı. İçindeki Cenabı Hak’la beraber oğlunun odasına girince uzun boyu, geniş vücudu ve çok genç çehresi ile rüyasında makineler, elektirik pilleri, ampuller gören, makine yağları sürünen ve bir dizel motoru homurtusu işiten oğlunu evvela uyandırmaya kıyamadı. Ali işten çıkmış gibi terli ve pembe idi.
Halıcıoğlundaki fabrikanın bacası kafasını kaldırmış, bir horoz vekarıya sabaha, Kağıthane sırtlarında beliren fecri-kazibe bakıyordu. Neredeyse ölecekti.
Ali nihayet uyandı. Anasını kucakladı. Her sabah yaptığı gibi yorganı kafasına büsbütün çekti. Anası yorgandan dışarıda kalan ayaklarını gıdıkladı. Yataktan bir hamlede fırlayan oğluyla beraber tekrar yatağa düştükleri zaman bir genç kız kahkahasıyla gülen kadın mesut sayılabilirdi. Mesutları çok az bir mahallenin çocukları değil miydiler? Anasının çocuğundan, çocuğun anasından başka gelirleri var mıydı? Yemek odasına kucak kucağa geçtiler.Odanın içini kızarmış bir ekmek kokusu doldurmuştu. Semaver ne güzel kaynardı. Ali semaveri, içinde ne ıstırap, ne grev, ne de kaza olan bir fabrikaya benzetirdi. Ondan yalnız koku, buhar ve sabahın saadeti istihsal edilirdi.
..
İşsizlik kötü şey vesselam. İşsizliğin kötü olduğunu da yalnız aç kaldığım zamanlar, düşünüyorum. Can sıkıntısından bunaldığım sıralarda da düşünsem ya. Olmuyor. Bu bahçeye de hep böyle zamanlarımda gelirim. Neden acaba? Etraftakilerin de çoğu işsiz.
Bu bahçe sadece kaderleri bu yolda ortak olanları mı çekiyor dersiniz. Olabilir. Vakit öğleyi geçiyor. Açlıktan bahsettim ama pek de aç değilim. Bununla beraber, neden bilmem, etrafımdakilerden utanıyorum. Herkesin yemeğe gittiği bir saatte benim, parasız pulsuz buralarda dolaşmam bir suçmuş gibi geliyor bana. Boş sıralardan birine oturdum; düşünmeye başladım. Bereket versin sigaram var. O da olmasa felaket.
Bilmem ne dağındaki petrol arama kampında bir iş teklifi etmişlerdi. Gitseydim kötü mü olurdu sanki. Enayilik işte, parayla pulla değil ki. Bir odam olurdu, hiç olmazsa; ev kirası düşünmezdim. Sabahları acı kahvemi içebilir, öğle, akşam yemeklerini kampın tabldotundan yiyebilirdim. Tabldotu düşünür düşünmez karnım guruldamaya başladı, demek acıkmıştım. Şu yemek denilen şey de tuhaf bir şey. İnsanlar neler icat etmişler! Düpedüz ot yemek, yahut çiğ çiğ et yemek dururken, neler çıkarmışlar ortaya! Balığı denizden tutacaksın. Başka çeşidi olursa olmaz, levrek olacak. Ateşi yakacaksın, suyu kaynatacaksın, levreği içine atacaksın, haşlandıktan sonra çıkaracaksın, bir tabağa koyacaksın, soğutacaksın, başka bir kabın içine tavuktan çıkan yumurtayı kıracaksın, başlayacaksın çalkalamaya, yumurta hep aynı tarafa doğru çalkalanacak, bir yandan ince ince zeytinyağı dökeceksin, zeytinyağı iplik gibi dökülecek. Zeytinyağının da hikâyesi ayrı Zeytini daldan koparacaksın, ezeceksin, yağını alacaksın. Mutlaka zeytin olacak. Fındık olsa olmaz, susam olsa olmaz, pamuk olsa olmaz, zeytin. Zeytinyağı iplik gibi dökülecek. Yumurtayla zeytinyağı kıvamını bulunca bir kaşıkla onu soğumuş levreğin üstüne gezdireceksin. Oldu mu sana mayonezli levrek? Kim bilir belki de olmadı. Olmazsa olmasın, ahçı değilim ya.
..
Şu haline bak da utan!
Ne okuma bilirsin ne sayı,
Ne üstünde var ne başında,
Ne midende ne kursağında,
Bari gel de görgünü arttır
Medeniyet öğren ayı.
Yemek masası nedir, peçete nedir,
..
Nedir bu benim çilem!
Hesap bilmem
Muhasebede memurum.
En sevdiğim yemek imambayıldı
Dokunur.
Bir kız tanırım çilli
Ben onu severim
..
Amerika Birleşik Devletleri’ndeki bir çok şehirde, anarşistler “Bomba Değil Yemek” etkinliklerini örgütlemektedir. Bu projelerin örgütleyicileri, hiç kimsenin aç kalmaması gerektiği için yiyeceğin beleş olması gerektiğini anlatacaklardır. Kuşkusuz güzel bir histir...ve öyle bir fikirdir ki, anarşistler hayırseverliğe başlayarak Hıristiyanlar, hippiler veya solcu liberaller gibi yanıt verirler.
“Bomba Değil Yemek” bununla birlikte farklıysa ne söylenecektir: Örgütleyicileri tarafından kullanılan karar verme aşaması hiyerarşisizdir. Hükümet veya şirket ödenekleri almazlar. Bir çok şehirde, yemeklerini tutuklanma riski taşıyan bir sivil itaatsizlik eylemi olarak dağıtırlar. Açıkça, 'Bomba Değil Yemek' büyük ölçekli hayırsever bir bürokrasi değildir; aslında, çoğu kez “kayan bir ayakkabı” uğraşıdır...ama bu hayırseverliktir – ve bu kendi anarşist örgütleyiileri tarafından asla sorgulanmamaktadır.
Hayırseverlikler her hangi bir ekonomik sosyal sistemin zorunlu bir parçasıdır. Ekonomi tarafından empoze edilen kıtlık bazı insanların en emel ihtiyaçlarını normal kanlar yoluyla karşılayamadığı bir durum yaratır. Yüksek bir biçimde gelişmiş sosyal refah programları olan uluslarda bile, sistem içindeki çatlakların peşinde düşenler vardır. Hayırseverlikler, devletin refah programının yarımcı olamayacak şekilde “halatı boşa alırlar”. “Bomba Değil Yemek” benzeri gruplar, bu nedenle fakirin kendi yaratımları olmayan programların üzerindeki bağımlılıklarını sağlamlaştırarak sosyal düzeni sürdürmeye yardımcı olan gönüllü bir işgücüdür.
İlişki ile kullanılan karar verme aşamasının ne kadar hiyerarşisiz olursa olsun her zaman otoriterdir. Programın örgütleyicileri Hayırseverlikten yararlananların insafındadırlar, böylelikle bu ilişkide kendi terimleriyle hareket etmekte özgür değildirler. Bu birinin hayırseverliği kabul etmek zorunda olduğu gibi küçük düşüren bir biçimde görülebilir. “Bomba Değil Yemek” gibi hayırsever yemekleri, herkesin adil bir pay aldığından emin olmak isteyen bazı gönüllüler tarafından dağıtılan nicelikte kendi seçimleri dışında yemekler için zamanında o yerde varmak ve sırada durmak amacıyla bundan yararlananlara gereksinim duyar. Elbette, bu, aç kalmaktan iyidir, fakat utandırma durumu en azından birinin istediği zaman yiyeceği yemek için bir bakkalda para ödeme sırasını beklemek kadar büyüktür. Böyle bir utanmayla geliştirdiğimiz uyuşukluk –bazı anarşistlerin sanki başka seçenekleri yokmuşçasına, yiyeceğe ödemekten kaçınmak amacıyla her gün hayır sever yemek yardımlarında yemeyi seçecekleri durum vasıtasıyla açığa vurulmakta olan uyuşma – toplumumuzun böyle utandıran etkileşimlerle nüfuz ettiği boyutu göstermektedir. Hala, birileri, anarşistlerin böyle etkileşimleri, toplum tarafından empoze edilmiş utanma duygusunu yok etmek için farklı türde etkileşimler yaratmaya çabalayacaklarını ve böyle yapmak için kendi güçleri içerisinde yattığı kadarıyla reddedebileceklerini düşünebilir. Aksine, bir çoğu bu utanma duygusunu sağlamlaştıran programları yaratır.
..
YEMEK YEMEYEN DURU
Duru Ada hiç yemek yemiyormuş, üstelik yemekleri de beğenmiyormuş. Annesi de bu duruma çok mu çok üzülüyormuş.
Annesi Duru Ada yı yemek yememesine çare bulur diye bir gün yengesinin evine götürmüş.
-Duru’nun yengesine demiş ki, bak Gülsüm yengesi Duru Ada yemek yemiyor. Sen Duru yu, Duru da seni çok seviyor, Duru senin dedikleri yapar belki sizin evde yemek ayırmadan yemek yer, onun için Duru yu sizin eve bırakıyorum Duru sana emanet demiş, Duru Ada yı yengesinin evine bırakıp gitmişşş..
Annesinin yemek yediremediği Duru ya yengesi nasıl yemek yedireceğim diye kara kara düşünürken, mutfakta ki eşyalar tabaklar, çatallar, kaşıklar, hatta ta kepçe bile birden bire dile gelmiş, Duru Ada nın yengesine, biz Duru ile hem oyun oynar hem de yemek yediririz demişler.
..
146.
Eskiden sevmediğim bir şeyi sevmeye başladığımda bunu çok zor kabulleniyorum. Tadının güzel olduğundan emin olduğum ama bir şekilde bir zamanlar hoşlanmadığım bir yemek olabilir bu mesela. Yok lan güzel değil ki bu yemek sevmiyorum ben bunu diyorum. Aylarca yememek için direniyorum, lafı geçerse ya da bir yerde karşıma çıkarsa yok ben sevmem bunu diyorum. Tabii sadece yemek değil, ne bileyim bir insan olabilir, bir oyun olabilir, bir şarkı olabilir her şey için geçerli. Tutucu muyum manyak mıyım neyim anlamadım..
..
Benim derdim Allah’ın rızasını kazanmak emek emek
Senin derdin hapur hupur hiç durmadan yemek,yemek,yemek…
..
Hoş geldin Prenses. İşin çok. İkisini adam etmen, onlara hayatı öğretmen gerekecek. Şu uzun boylusuna "Baba" dersin. Gülümseyen, saçlarını genellikle atkuyruğu yapana "Anne". Onların gece gülüşüp kendi başlarına televizyon karşısında yayılmalarına izin vermemelisin. Bir bahane bul işte. Karnım ağrıyor de bağır. Gazım var beni gezdirin de ağla bul işte bi şeyler. Yemek sırasında hele yemek yaparken o anne dediğinin elini ayağına dolaştırman lazım Mama saatim geldi de olmazsa çişim geldi de.. de ki uzun boylu baba dediğin eve geldiğinde yemek bulamasın. Olsun Çiğdem ben akşamki fasulyeyi ısıtırım sen çocuğa bak desin. Ne akşamı... yoksa akşam gezmeğe mi çıkacaklar? ne gezmesi? sen varken... hem de anneannene bırakacaklarmış seni. Hemen bir şeyler bulmalısın. Bu gezme de onların burunlarından gelmesi lazım. Yoo yok olmaz öyle şey. Ne demek el ele Karşıyaka'da gezeceklermiş. Hıh tamam oldu gözlerim doldu. Göster kendini bebek göster onlara sensiz gezmeği. Anneanneye öyle ağla ki kadıncağız yarım saat sonra telefon edip çağırsın Yavrum çok ağlıyor hani gezmeyi kısa kesip gelseniz. Hastaneye götürsek bir desin. Ne hastanesi... onlar gelince bir gülücük hopp mışıl mışıl uykulara. Siz geldiniz ya gönlüm rahat uyuyabilirim artık. Sabahları şu anne dediğin uykuyu çok sever onu o çok tatlı uykusundan uyandırıp gazım var arkasından çişim var arkasından karnım acıktı arkasından canım sıkıldı ağlamalarıyla onun sabahlarını sabah uykularını sabah keyiflerini bozmalısın. Bozmalısın ki her sabah okula geç kalsın. Baba dediğin uzun boylu giyinirken işe gideceğini anladığında basmalısın yaygarayı ki o sen uyanmayasın diye parmaklarının ucunda dolaşsın evde. Tek pabucunu giymeden teki elinde çıksın dışarıya hatta traşını işte de yapabilir arabada giderken de yapabilir. Araba dedim de ahhh bir tek arabada ağlamamalısın. Arabaya binince camdan bakınmalısın. Attalara giderken ağlamak yok. Ohh al emziği ağzına keyfine bak. Biberon da çantada. Arabadan inince ağla eve gelince. Bir tek parkta uslu. Akşam parka götürün beni diye tuttur. Salıncağa binince hani salıncak sallanınca yüreği hop eder ya insanın orada gül işte alabildiğine. Park dönüşü at kendini yerlere ne kadar eziyetin varsa yap ağla ben eve gitmeyeceğim diye mızmızlan, mızmızlan ki Ah iyi ki geldin Fehmi sen çocuğu al parka götür de ben yemeğin soğanını bir kavurayım yemek yaptırmadı bu çocuk desin. Sen de babayla parka.... Parktan dönüşte balon aldırmayı unutma. Ne kadar uyduruk şey aklına geliyorsa hepsini iste.. çikolata de ama meyve ağzına koyma rendelerse de yutma tükür arada hatta en olmaz yerde kusabilirsin.. Çikolatayı yeni alınan cicilerine sür ağzına olmazsa hııh tamam buldum babanın o bilmem kaç bin liraya aldığı arabaya koltuklara sür o arabayı sürerken olmazsa yemezsin tükürürsün, gofret aldır üstüne başına dök kırıntılarını beğenmedim bunun muzlusu yok muydu ben onu severdim niye bunu aldınız ki deyip bas ağlamayı emziğini oraya buraya at. at ki attığın yeri bulamasınlar ellerinde fener arasınlar dursunlar senin Amerikadan gelen emziğini. Bulamazsanız saat gece ikiye kadar ağlarım bak de.. Başlıyorum de...A bak yanına mutlaka bir tavşan kedi köpek işte bir oyuncağını al.O olmazsa uyuyamam de. Bu benim kuralım de. Siz ikiniz beni uydurduğum kurallara uymak zorundasınız de. Onları yere at bulaştır kumlara çamurlara sonra tuttur onu bulun de.. yıkayın de çabuk kurutun de.. de ki elleri ayaklarına dolansın Saçlarını at kuyruğu yapan tüm çektirdiklerine rağmen hala gülümsemeye devam eden anne dediğin su verirse ağla.. ağla ki su değil mama istediğini sansın hemen mutfağa koşsun sana mama hazırlasın. Mamayı hazırladığında ağzına alma mama saatim değil ki ağlamasına başla.. başla ki eli ayağına dolaşsın. seni sallamaya başlasın sallama şeklini beğenme. ayakta sallarsa olmaz de midem bulanıyor battaniyeyi denediğinde olmaz de başıma dönüyor beşikte sallarsa yine olmaz de bu şekilde bana uymadı yok mu bunun başka şekli diye deli olsun. Akşam yemeğinde onlar tam yemek yerken ağlamaya başla ki yemek de yiyemesinler. Banyo yaparken seni haşlıyorlarmış gibi bağır uyuyasın diye sallarken işkence ediyorlarmış gibi. Yemek seçmeyi unutma. Bak peynir yeme, sütü tükür, zeytini ağzına sokma, bala elini batırıp sofraya yapıştır, et çok sert de yoğurda çok yumuşak çorbaya sulu pilava çok katı. Pilav yeyince kabız olmayı unutma şeftali yeyince ishal. Kapının anahtar deliğinden grip olup hapşır kı o saçını atkuyruğu yapan tüm gece başında beklesin sabah da şiş gözlerle okula gitsin. Denize götürdükleri vakit denizin ya da havuzun önce suyundan kulağım ağrıdı de sonra güneş geçti başıma. Bunları unutma yoksa denize gittikleri günden mutlu şekilde dönebilirler. Senin görevin büyük.. Dümdüz yolda paytak paytak yürürken şap diye düşüp kafanda bir şişlikle dolaş ki annen hemen ekmeği çiğneyip alnına yapıştırsın annesinden gördüğü ilk pansuman şeklini uygulasın kafanda. Şişlikler çoğalınca o uzun boylusu kızacak şimdi deyip yüreği hop etsin sen her düştüğünde. Yumuşacık halı üzerinde otururken küt diye arkaya düşüp yine bas yaygarayı. Bunlar olmazsa bir bahane bul işte bunlara hayatı senle yaşamanın ne kadar zor olduğunu anlatmak için. Senle yaşamanın ne kadar değerli olduğunu anlasınlar ve tüm bunları yapmana rağmen sana sarılsınlar "Ne kadar şanslıyız. Senin gibi bir çocuğumuz var desinler ve seni ömürleri boyunca çoook sevsinler. Hadi göreyim seni bebek.
22 Mart 2015.
..
Uzun zamandan sonra ilk kez tartıldım bugün.. 65 kiloydum şimdi 59a düşmüşüm.. Zaten giydiğim hiç bir pantolonumun artık belimde durmaması gösteriyordu bunu.. Gözlerimin altındaki siyahlıkları kapatmak için örtücü bile kullanmaya başladım.. Herkese iştahım kesildi ondan yiyemiyorum diyorum. Kimse neden yemek yiyemediğimi bilmiyor. Zaten bu hastalık psikolojisi daha çok bozuyor midemi, hiç yiyemiyorum.. Ki 10 gündür 2 veyahut 3 kere yemek yedim. Yemek yemedikçe mide küçülür derdi annem hiç yiyemezsin sonra hasta olursun derdi.. Bir süredir ilk kez dün çok mutluydum.. 1 senedir hayalini kurduğum şey gerçekleşti.. Bir süredir ilk kez o kadar yürüyebildim o sevinçle.. Çok fazla ayakta duramıyorum çünkü, yada çok fazla yürüyemiyorum. Hemen başım dönmeye başlıyor. Kendimi bayılacak gibi hissediyorum kötü oluyorum.. Ne yapsam diyorum.. Ne içsem hangi ilacı kullansam da iştahım açılsa, yemek yiyebilsem.. Dolu dolu tabaklarla yemek yemeyi bile özledim. Açlıktan karnın guruldarken her lokmada gidip kusmak çok kötü birşey. Midemi bulandırmadan yiyebildiğm tek şey cips ve çikolata. Sürekli marketteyim o yüzden.. Doktor bana sigarayı kesinlikle bıkrakacaksın demişti.. Hatta yanında sigara dahi içirtmeyeceksin kimseye, sana çok zararı olur dedi.. Heralde sigarayı bırakmak yerine tekrar başladığımı bilse öldürürdü beni. Zaten diyor böyle giderse hastaneye yatırırım seni diye. Ama ben hastaneye yatmak falan istemiyorum. O kadar insanın arasında kendimi ölecek gibi, daha kötü gibi hissediyorum. Bu yüzden doktora bile yalan söyledim son kontrolümde. Ağrılarımın bir kaç gündür hafiflediğini söyledim. Oysa tam tersi git gide ağrılarım artıyor. Nefes aldıkça ciğerlerime bişey saplanıyor sanki.. Doktor da inanmamış gibiydi gerçi ama neyse.. Biraz daha yatmalıyım sanırım.. Acayip bir halsizlik var üzerimde. Bütün gün uzanmak boş boş televizyon izlemek, istiyorum.. Birde tek dostum dediğimle konuşabilmek...
..
Yaklaşık bir ay kadar önce tatile çıktık eşimle. ” Sen bu ülkenin insanı olarak, yurdumuzda doğru dürüst tatil yapabilir misin hiç! ” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Zavallı ben! Yapabileceğimi sandım. Bir yılın hiç olmazsa birkaç akşamında yemek yapmayacağım, hazır yiyeceğim. Hayallerin bini bir para: Balığı çok sevdiğim için, eşim beni her akşam bir balık lokantasına götürüyor. Şimdi bir sahil lokantasındayız. Geliyor balıklar, gidiyor balıklar; çeşit çeşit salatalar. Ertesi akşam başka bir lokantadayız. Gel keyfim gel.
Ülkemizde turizm de patlamış - duyduğuma göre -. Her yıl patlar zaten. Ne güzel! “ Ah benim güzel yurdum! ” falan diye geçiriyorum içimden. Milli duygularım kabarıyor. İkimiz de emekliyiz. Allaha şükür yan gelirimiz de var. Şöyle onbeş gün dinleneceğiz, eğleneceğiz eşimle. Hatta, tatilde kilo alacağım diye korkuyorum zavallı ben. Bir elim yağda, bir elim balda olacak ya...Yani ben öyle sanıyorum, saf - Anadolu çocuğu olarak.
Uzun ve güzel bir yolculuğun ardından Alanya’ya indik hayal kura kura. Alanya’da bir gece konaklayıp, ertesi sabah yola devam edeceğiz Datça’ya doğru.
Akşam sonrasıydı Alanya’ya vardığımızda. Önce bir balık yiyelim, otele öyle geçelim diye düşündük. Bir yıl boyunca bu tatilin hayaliyle oyalanan eşim, bir sahil lokantasına götürmek istedi beni. Dalgaların sesini dinleyerek balık yiyeceğiz(Ne haddimizeyse!) Masamızda bir mum bile yanabilir diye düşünüyorum. Ilık bir rüzgâr esiyor, sokaklar turist kaynıyor. Her yer ışıl ışıl. Ne hoş!
..
Kesip Atmak Gerek
Olmuyor: Her gün yemek, her gün yemek, her gün yemek!
Bu alışkanlığı oruçla kesip atmak gerek.
Berlin, 31 Temmuz 2007.
..