Yazılmamış günlük.... Yağmurda Islanmak

Ali Akar
317

ŞİİR


6

TAKİPÇİ

Yazılmamış günlük.... Yağmurda Islanmak

21 ARALIK 1976

Günün ışığıyla ilk tanışmasıydı Ercan'ın
Merhabayı ilk duyuşu....

Kader eline kalemi almış
Açtığı bu yeni sayfaya
Alalı beleli bir çizgi çizmeye çoktan başlamıştı bile

Hayat normal seyrinde
Ercan bundan habersiz
Oyunla dolu çocukluk günlerinde
Tozlu bir sokağın hiç kimsenin uğramadığı köşesinde
Soru sormaktan bile kaçardı
Yağmurlu günlerin akşamlarında
Eve geç kalmadan
Yağmurda ıslanmadan yaşardı...

Bir çoğuna olduğu gibi
Başta bana da bir yabancıydı Ercan
Şart değildi elbet tanışmak
Ve ortada özel bir çaba da yoktu
Hem ne gerek ti
Aynı dumanlı havayı
İki nefes solumak bize fazlasıyla yetti...

Ayı ile günü yer etmemiş aklımda
On bir on iki yıl evvel olması lazım
Tuhafa kaçar belki amma
Ben sadece
Göz göze geldiğimi anları hatırlıyorum
O gözlerde ne olduğunun adını
Bir türlü koyamadım ama
Ben o gözlerdeki anlama
Hala usanmadan bakıyorum...
Yağmuru sevmeyişi aklımda, sağanaktan ziyade
Ondan alıştım her halde
Şimdilerde bende
Ne zaman iki damla damlasa gözümün üstüne
Saklanıyor, kaçıyorum...

90'larda

Bir bilardo muhabbetindeydi zamanın devri
Sabahın oluşundan başlardı adanan gün
O kısacık saçıyla gelirdi erkenden
Yana taranmış hani şöyle hafiften
Bir memur edasında ve aceleci haliyle
Sanki işine geç kalırdı
Tabi ceketi de eksik olmaz sırtından
Bir elinde boyu kadar bilardo sopası
Diğerinde tebeşir okul misali
Yana ayırdığı serçe parmağıyla
Ne kadar özenli olsa da
Ceketinin kolları yine maviye boyanırdı
Zaman katık olup sellere
Atılı kahkahalarda olunca içinde
Bir de bakmışsın o koca gün
Kısacık yaşanırdı
Ve işte öylesi bir anda
Aslında; gecenin kör karanlığında
Bizi bile bekleyen bir evin olduğu
Çiyseleyen yağmurla gelirdi akla
Hadi deyip çıkıldığında sokağa
Aynı vedayla biten binlerce geceden sonra
Finalin nasıl olacağını
Her defasında ki tek şahit
Sessizlik bilirdi
Şimdilerde onun yokluğunda
Kimseler sormaz oldu amma
Sigaran varmı diye sorulunca
Yarısından bir fazla
Paylaşılıp gidilirdi...

Ercan her günün sonunda
Eve benimle beraber geç kaldı
Beni üzense
Üzerimize yağan aynı yağmurda
Her seferinde o benden fazla ıslandı...

4 Eylül 1995

Günün biriydi bana diğerlerinden farksız
Güneş her zaman ki yerindeydi en azından
Farklı olan Ercan£dı tuhaf bir telaşla
O sırada
Ayaklarımızın her gün gittiği kafedeydik bir daha
Ufak ve sıcak bir ortamdı bizimle beraber
İşte; Tam o güne kadar
Ercanda tıpkı benim gibiydi
Aşktan habersiz kalbiyle benim dışımda
Yalnızın biriydi
Yinede güleçti yüzü, hem kahkahası da vardı
Onu gözünde yaşla hiç görmedim
Sene doksan beş, eylülün dördüydü
Bu Ercan’ın en mutlu günüydü
O etli ve oval yüzündeki gülüşün
Basit bir sevecenlikten olmadığı
Ve bunun nedense hiç yarım kalmadığı
Ayan beyan belliydi ama
Biz bunu ona hiç soramayacaktık
Yalnız adamdı benden gayrı
Vardım hep yanında ama yetmezdim
Anahtar onun gönlüne gerekti
Uymazdım oraya istesem de girmezdim...

Nasıl olduğunu anlamadı Ercan
Ansızın girivermişti kanına
Necla, kınalı bir kuzu
Necla, gönül arzusu
Varsa necla! Kahkahanın nedeni
Yoksa necla! Hasretliğin bedeli
Çıktığı bu ilk ve belki de son seferinde
Saatine bakmak bile gelmiyordu aklına
Yüreğinde ki sıcacık nefes
Onu her geçen anda hepten kuşatıyordu
Öyle ki; Aklının bir köşesinde saklı tuttuğu
Her birinin anlamını dört eylülde unuttuğu
Mantığını mahkum eden duygular artık
Her hücresinde dolaşıyordu...

O güne kadar
Hesap sorarcasına üstüne gelen yüzleri
Bir bir ortaya çıkaran gün ışığının
A aynı büyüklükteki ürpertisinden
Sıcacık yorganıyla saklayan geceyi
Tadını çıkara çıkara yaşamaktan ziyade
Yarını bu günden sabırsız
Sabahı beklerken yaşanan gece
Bir öncesinden daha da zorlaşıyordu...
Artık bir necla vardı
Sarı saçlarıyla akılda kaldı
Ve o akşam
Ercan'ın yüzünde tuhaf bir tebessüm vardı
O akşam Ercan ilk defa
Bir yağmurda bensiz ıslandı...

21 Ağustos 1996

Doğum günümden bir gün önce
Askere gitmeme iki gün kalaydı
Bu ufak eğlenceli büyük günde
Yaş pastadan oyun havasına kadar
Ercan dahil her şey vardı
On beş yirmi kişiydik topluca
Aramızda bir tek Turan yoktu
Mutluydu ama herkes yüzler gülüyordu
Ayşe’m vardı benim yanımda
Necla Ercan’ın yanında
Necla Ercan’ın kolunda
Sarı saçı uzun ve hafif dalgalı
O da Ercan gibi aşık
Ercan gibi sevdalı...
Sonra! ..
Güzel bir şarkı başladı kasetten
Dansa kalkıldı hep beraber
Dudaklar durdu
Şarkı içten söylendi
Kollar boyna dolanık
Kollar sarmış bedenleri
Kulakta aşkın şarkısı
Kulakta bir iltifat gibi
Dudaklarda duyulmadık sevda sözleri...
Masanın üstü bir dolu hediye
Ve buruk bir sevinç yürekte
Küçük bir buse yanaktan yanağa gezerken
Bir ona bir diğerine dilediğince konarken
Dünya kadar büyümüştü yüreğim
Umut dolu nefesimle mumları üflerken
Onları benden de mutlu görmekti dileğim...
Kısa süren sessizliğin ardından
Kapadığım gözlerimi yavaşça aralarken
Ercan’ın gözlerinde görünen
Hep düşlediğim sondu
Diken diken oldu tüylerim
Ve kızdım birden bire
-Hey be!
-Çatık kaşlarla gülmesini bilmeyen dünya
-O kaşlarla bile güldüren var
-Dön de bir bak istersen cahilliğinden
-Bizde ki kahkaha ne kadar
-Ama deme nasıl, bahane arama
-Sorgular ürkütür kaçırır Ercan’ı
-Öksüz kalırız sonra gülemezsin
-Ercan’dandı bu neşe ve o giderse
-Boş yere uyanırsın kabustan
-İnan bana onsuz
-Palyaço olsan gülemezsin

27 Kasım 1997

Yol vardı ufukta
Mehmetçik olacak, gidecekti askere
Boğazına takılı kalmışken içine sığmayan ayrılık
Gözündeki buğunun yanında
Ufak bir çiğ tanesi olduğu halde
Aralandı dudakları...
Dün dedi
Esprisi yapıldı gitmelerin
Hem dendi yakındı nasılsa
Bir iki dağ var aşılacak
Bir iki düzlükte koşulacak
Ve bir süre sonra bakılınca geriye
Zaman nasılda geçmiş şaşılacak
Tanıdık olmalıymış hasret
Daha evvelde geçtin dendi bu yoldan
Hani dediler
Yüz metre ilerdeydi
Dönülüyormuş ya soldan
Sustu sonra
Kafasını kaldırıp on dakika
Öylece yıldızlara baktığını bilirim
Belki de hayatımda ilk defa beni unutup
Akla gelmeyen soruyu, yıldızlara sorduğuna sevinirim

İnattı kara geceye
Esmerdi
Kara gözlerinde hüzün
Kara gözlerinde tuhaf bir hıçkırık
Dünden çıkmıştı yola
Gideceğini duydu yıldızlar
Döküldü her biri eteğine
Kara gözlerinde tuhaf bir sevinç
Kara gözlerinde sevda
Ve bir de ben vardım
Ölmüştüm yıllar evvel ama
Ben o gözlerde yaşardım
Onun yokluğundaki her yağmurda
Kendimi onun yerine de ıslardım

Ekim 1998

Koca bir vedaydı sevdaya
Terk-i gönül edip ayrılmayandı yinede
Zaman perdesini savuran
Delice esen rüzgara kapılmadan
Açılan her kapının ardında bulduklarıyla
Vefasızlığa ortak olmayandı
Koluna kelepçeliydi sevda
Anahtarı yoktu açmaya
Yanlızlığaydı ihaneti
Sımsıkıydı
Tuttum mu bir kere ucundan bırakmazdı
Kara bir pelerini yoktu
Demir bir maskeye de ihtiyaç duymadan
Adına yazılı sevdanın şövalyesi
Ufka giden selamın kavalyesi
Gönülden merhabanın bir tanesiydi
Yasak değildi
Tuzak değildi
Uzak değildi

Sıfırdı Ercan
Her şeyin başındaydı
Yazılı hikayesinde bir gün
Yirmi beşindeydi o vakit
Gözünden öfke ve
Buğulu bakışlarında sessiz
Dostlar kahvesinin alt köşesinde
İnceden uzayan sokağa yönelmiş
Durduğunu hatırlarım çınara inat
Zamandı Ercan
Elden avuçtan gidendi istemeden
Yolları bilirdi
Unutulmak korkusu değildi içindeki ürperti
Ama yinede uzaklara adım atmaktan çekinirdi
Oysa koşmayı da bilirdi gerekirse kaçmayı da
Hani çare olacağını bilse
Uçmayı da
Yüreğiyle hükümdar rüzgara
Gözünde bir çiğ tanesi
Gözünde nurdan bir parça
Sırasını da bilirdi haykırışın
Susmayı da...

Bir romandı Ercan erkekliğin kitabında
Bir de musikiydi makam-ı hicazında
Sağanak olan hasretti, özlemdi bu defa
Aslında vardı
Elindeydi şemsiyesi
Açmadı inadına
Çekip gidebilirdi istese
Durdu, kaçmadı
Sevdasını düşündü
İçi geçti o anlarda
Dalıp gitti derinlere binlerce kez
Bir rüya görürdü önce
Sonra terlerdi biraz
Yüzünden okunurdu sancısı
Gece boyunca bir sağa bir sola döner
Dudağında bir sayıklamayken kelimeler
Benimkinde dua vardı
Sıra acı çekmeye gelince
Bu kez ben geç kaldım
O kıvranırken acıyla
Ben kendi sağanağımda ıslandım

Bir gün!
-Yok; dedi Ercan
-Bu aşkın her anı doyasıya yaşandı
-Bu aşkta en çok mutluluk vardı
-Şimdi susma zamanı
-Her şeyden sonra bana
-Efkarı dağıtacak bi duman sigara
-Ruhumu açacak bi yudum rakı
-Bir de iki laflık muhabbet kaldı
-Özlemi bilirdik elbet bundan evvel
-Bile bile girdik içine denizin
-Dalgasını sevdik en çok
-Kumsalını istemedik
-Ona aşkı çizmedik
-Sende biliyorsun; dedi sonra
-Çok uzaklarda kaldı şehrin ışıkları
-O da yok
-Hasret başıma bir bela sardı
-Nereye baksam o var
-Yıldızlar kadar çok
-Of; dedi kısasından
İç geçirip ufaktan
Sonra!
-Onu seveli çok oldu
-Dün değildi kalp ağrımın başlaması
-Yıllardır haykırıyorum kendime ama
-Yinede geç kalmışsam
-Aşkı ona bırakmışsam
-Sevgimi yok mu sayayım? ...
Susma sırası bendeydi
Bende sustum! .......

Koşardı Ercan!
Ama başını öne eğmezdi
Aksine kaldırıp kafasını
Bakardı yolun nereye gittiğine
Farkındaydı dağların
Üste çıkmaya çalışmadı
Onlara meydan okumadı
Yüreğiydi elinde tuttuğu
Umudu vardı
Elinden geleni ardına koymadı
Unutmadıklarıyla inattı
Anlayamazdın
Hadi ya! Görmüyormusun
Bak unutmuş işte derdin
Kavrayamazdın
Acı avuçlar dolusuydu
Hüzün iki çorba kaşığı
Bir tutam sitem
Kalp ocağında yıllarca kaynatıldı
Bir masal oldu ondaki hikaye
Her gece uyumadan önce
Rüzgarında eşliğinde sessizce
Sevdayı görmeyene
Görüp de bilmeyene
Sarı saçlarıyla suçlanmadan
Tekrar tekrar anlatıldı

Aklıma geliyor da
Ercan belki de en çok
Beklemeyi bilirdi
Yıllardır gidişte dönmeyenler vardı diyarında
Ercan! Küçücük umudu ve koca sabrıyla
Çıkmaz sokağın başında dönüşleri özlerdi
Hele hele bir seferinde
Geleceklerin arasındaydım bende
Flamingo yolunun üstünde
Havuzun başında bekliyordu Ercan
Zaten geçmeyen saatlere birde
Usul usul esen rüzgarında soğuğu eklenince
Çöp tenekesine doğru atıp
İçine girmeyen her sigaraya
Belki bu sefer deyip
Bir yenisini ekliyordu
O sırada bende kurstan çıkmış
Ercan’ olduğu sandığım yere doğru
Düşmüştüm yollara
Hızlı adımlarla giderken
Baktığımda saatime
Ercan’a verdiğim söze beş dakika kalmıştı
İşte tam o sıralarda yine flamingo yolu üstünde
Sıralı apartmanlardan birinin penceresinden
Köşe başına çömelmiş Ercan’ı gören biri
Bak bu da dünküler gibi
Yolunu şaşırmış bir serseri deyip
Açıp karakola telefonu
Basmış şikayeti
Ve bu ihbar üzerine
Olmayan olayın mahalline
İki sivil hani; beyaz taksi içinde
Köşe başından Ercan’ı almış
Ercan şaşkınlık içinde
Dil döndükçe sorguya cevap
Ve başına gelene sebep bulmaya çalışmış
Az sonra kütüphaneden gelecek
Bir arkadaşı olduğunu
İnanmayacaklarını bile bile yinede anlatmış
Bu saatte ne kütüphanesi diyen polise
Folklor çalışması vardı dediğinde
Kızıp küfreden polise
-Yalan mı söylüyoruz; deyip
O bilindik isyanını onlara da patlatmış
-Yürü gidiyoruz; dendiğinde bu kez
-Durun hele gelir şimdi; deyip
Zar zor beklemeye ikna etmiş
O sıra da bende
Yolun yarısına geldiğimde
-Ali! Diye bir sesle çağrılıp
İçinde iki kişi beyaz renoda
Bir de Ercan’ı görünce
Bir merak bin telaş ve biraz da öfke
-Bula bula bu adamımı aldınız
-Hadi ben olsam neyse
-Siz Ercan’ı mı serseri sandınız; dedim ama
Sorunun cevabıyla beraber aldığımız
Bir dolu nasihatin sonunda
Saat dokuz buçuktu
Ercan sinirden kaskatı
Ercan isyanı alabildiğine gözlerinde
Salı verildi şahitliğimde
Ve dilinden dökülen ilk kelime
-Siktir et ulan polistir işte! Oldu
Ercan susuyor önce
Kıpır kıpır hallerin sonunda dayanamayıp
On dakika boyunca art arda sıralı
Ve her biri binlerce küfrün ardından
Patlattım kahkahayı
Belki üç beş ay sürdü dalgası
Ama şans yoktu ki adamda geldi arkası
Aynı saatlerinde aynı gecelerin
Birkaç kere daha
Aynı beyaz taksinin içindeki
Aynı sivillerin yanından aldım Ercan’ı
O günden evvelde beraberdik eve giden yolda
Ondan sonra da eksik olmadım yanından
Kiminde köpekler, kiminde polisler vardı
Ama bunca şanssızlığına rağmen
Her gece eve benimle beraber geç kaldı
Beni üzen tek şey
Her yağmurda o benden fazla ıslandı

Yine bir gün, bir seferinde
Yine aynı cadde de
Hatta aynı kaldırımın üstünde
Ufak ufak yağan yağmurla birlikte
Sessizliğe kulak vermiş
Öylece seyrederken ışığı sönük pencereyi
Usulca kalkıp ayağa
Yıldızlara dikti gözlerini
Tuhaftı bu bakışın ardındaki
Perde misali bir buğulanma vardı gözlerinde sanki
Ve o perdede oynayan
Arkasında bırakmayı hiç istemediği anıların filmi
Ercan; Her zaman ki suskunluğundan
Biraz daha farklıydı o gün
Her an bir şeyler dökülecekti sanki
Mührünü zalimin vurduğu dudaklarından
Tuhaftır ki bir çoğunun aksine
Bu kez sabırsız değildim
Hatta öylesine emindim ki ne söyleyeceğinden
Korktum, duymayı istemedim
Tabi yine açamadım ağzımı
Dur söyleme diyemedim
-Belki bir gün
-Neden olmasın; Dedi
Üç beş kelime şekline bürünen umudu
Yılların ezikliğini alıp
Alabildiğine sırtlamıştı işte
Her şey bir yana
O; Koca yıkılmışlığının aksine
Harabeye dönmüş ruhuyla dimdik ayaktaydı
Onda olanı
Ve onda kalanı bir ben bilirdim
İçten içe çağlayan
Ve sadece onu anlayanın kulağında çınlayan
Acı yüklü feryadını benden başka kimse duymadı
İstese de duyamazdı
Bas bas bağırsan megafonla aleme
Ne var derlerdi, kimse anlayamazdı
Ben yine her zaman ki gibi ordaydım
Onun kadar çaresiz, onun kadar zordaydım
Yağmurun sağanak olduğu her vakitte
Hep onun yanında olmayı isterim
Aklıma her gelişinde üşür
Çaresizliğimin ayazında tir tir titrerim...

Şubat 99

Bıraktı haykırmayı
Sustu Barışla beraber
Şarkılara sakladı göz yaşını
Yağmuru çağırdı dağın başına
Seller gibi yağsın istedi
Rüzgarı hissetti önce
Soğuğuyla ürpermedi içi bu kez
Yapraklarda ki seslenişini dinledi biraz
Kaldırdı kafasını
İşte tam o sıra
Ufuktaki kara bulutun üstünde
Tuhaf bir şekil belirdi gözünde
Ne olduğunu merak etmedi bu kez
Geleni biliyordu
Zalimin tohumu yalnızlık
Gidenin ardından bi çabuk nasılda yetişiyordu
Yağmuru çağırdı dağ başında
Ve ıslanmak istedi aşk gibi bir başına
Sarılmak sırılsıklam
Islanmak Barış’la
Zamansızdı Ercan
İnadına beklemedi
Gönülden verilmeliydi sevda
Kimseden istemedi
Adı yoktu sanı yoktu
Ama vardı iki heceydi oydu
Yeterdi çoktu
Bahislere konu olan isimler deldi elbet
Hayattı yaşanmalıydı olsa da tekrardan ibaret
Ali bir deli yürekse
Boyu kadar menziliyle bir kasatura bir tüfekse
Ercan suya durulmaydı
O hiç olmadı ve biz de değildik
Ne kadere ne kedere eğildik
Kum olduk toz olduk rüzgardı atımız
Aklara yoklara aşka giden yollara serildik
Bir geceydik aslında
Sessiz ve serindik
Belki demeden çok çok öte
Cevapsız bir soruyduk

14 şubat 2001

-Allah Allah; dedi Ercan
-Ne iştir bu
-Kaç kere sordum oysa
-Geleceksen gel
-Ya da git hadi sonsuza
-Git hadi bensize
-Gitsene gidebilirsen
-Bak
-İşte yine buradayım
-Takvim de Şubat on dört
-Sevgilinin günündeyim
-Sevgilinin gününde
-Yanlızım bu günde

Bir gün
Nisan on iki günlerden Perşembe
Geceden yağdı yağmur
Gök kubbe de alabildiğine gürledi hani
Ercan bir kere daha yoktu yanımda
Bu kez ıslanmadım yani
Ama!
Sıkıldığımı hissettim uykumda
Yorganla boğuştum bütün gece
Açık bıraktım radyoyu
Yastığıma sarıldım
Adamın biri konuşuyordu
Bir dünya varmış ve
O dünya da ne dünyalar
Koca bir dünyaydı ya Ercan
Getiriyordu akla
Ürperdim nedense
Sindim yorganın altına
Öncesini düşündüm
Ercan;
Yarını bekliyordu bıraktığımda
Şu son üç dört yılda
Bir kere daha ayrıldı yollarımız
Ekmek davası yakamıza yapışıp
Onu İstanbul beni Çanakkale’ye atmıştı
O güne kadar hep bendeydi ilkler ama
Bu kez o benden evvel davranıp topraktan çıkmıştı
Şimdilerde arada beş yüz küsur kilometre
Tam gaz tepilmeyi bekliyor
Arada bir telefondan gelen titrek ses
İçimdeki sızıya hep bir şeyler ekliyor

27 Nisan 2001

Alt tarafı birkaç satırdı Ercan
Öylesi anlatılacak bir hikaye
Ve uyumadan önceki son masaldı
İnanmak vardı sonuna
Bir çoğunun aksine zor değildi tarifi
Sevgi desen yeterdi
Yılların sonunda herkes kendi yoluna
Denmedi bu kez
İnadına unuttuk vedaları
Aklımızı karıştırdık
Sağa sola baktık
Dudağa saçma sapan bir ıslık buladık
Gözleri kapadık
Dayanamadık
Ve ömrümüzün en ince
Ömrümüzün en uzun ve en çaresiz bakışını
Yay gibi gerili kaşlardan fırlattık
Hava bulutluydu o günde
Ama yağmur yağmadı
İnat gibi o da bize
Gözdekini saklamadı
Yalancı çıkardı beni verilmiş sözüme
Bir kere olsun aklamadı
Ama artık eve geç kalmıyor
Ve ben artık üzülmüyorum
Çünkü artık büyüdük ikimizde
Ercan da artık benimle beraber ıslanmıyor.........

Hayatımın her döneminde bana en yakın duran can dostum ARKADAŞIM ERCAN'IM'A Sevgilerle......

Ali Akar
Kayıt Tarihi : 15.8.2006 02:06:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Ali Akar