Kız kulesi kadar ortasında çırılçıplağım denizin.
Yalnızlığıma ortak gördüğüm dalgalar, başkasının çığlıklarını boğan elleriyle omuzumda şimdi.
Fotoğraf karenizde duran sahte gülücüklerimden fazla değil benim mutluluğum.
Siz sadece görebildiğiniz açının "sözde" gülen tarafıyla sohbet ediyorsunuz.
İçerime çarpan köpek balıklarını da, ayaklarıma oturmuş kara suları da bilmiyorsunuz...
Bedeniniz "güzel" kelimesinin tatminliğine aşık sadece.
Yükseklerden, sabah uykusunun sessizliğine düşen huzurun vaktiydi yine birgün. Alelacele fırladım yatağımdan. Sabah ezanının sesinden ayrı bir haz alıyorum inceden inceye kulağıma düşerken. Parmak uçlarım hafif üşümüş, göğsüm, yanan evini seyre durmaktan başka elinden bir şey gelmeyen garip bir adamın yangını kadar ateş içindeydi.
Tam yerinde kaldırmıştı aslında. Biraz daha dalsaydım geçmişin derin izine, günüm aydın olmadan, kan ter içinde uyanacaktım yine. "Bu da rüya olmasın" dediğim günlere nazaran, beyaz kanatlı iyilik meleğim biraz daha erken dürtmüştü o gün beni.
Uzun zamandır çok sıkkındı canım. Canıma da hak vermiyor değilim. En mutlu günlerimde, kahkahalarımın arasına maskeleri düşen yüzlerin, canıma verdiği bıkkınlıktan olsa gerek. Toplamam gerekiyordu artık, kokusu mandallarımda asılı kalan kıyafetleri. Artık başka dallara tutunan korkak ellerimi teselli edip, silkelenmemin vaktiydi. Yerlere düşmüş tomurcuğumdan kendi gövdemi oluşturup, kendi gölgemde, kendime gelmeliydim önce.
Hava biraz serindi. Üstüme hafif bir şeyler alarak çıktım bomboş sokağın sessizliğini fırsat bilerek. Mahallenin bekçisi bile kış uykusuna dalmış, en tatlı rüyalarındaydı. Gün, yüzünü göstermeye hazırlanırken, karanlık ise kabusu olduğu yüreklerden çekilip istirahate geçmek için esniyordu artık. Nereye gideceğimi bilmiyordum. Ama gitmeliydim. Bir şeyler bugün çok uzak tutmalıydı beni bu kadar boğan ellerinin yokluğundan. Parmak uçlarıma kadar tıka basa doldurduğum özlemini üzerime alıp, göğsümün derinliklerine dalıp dalıp çıkan anılarımın kıyısına kadar yol aldım.
Şelalesi vardı şehrimin. Kocaman ışıltısı, huzur dolu sesiyle dünyanın ne kadar acımasız oyunu varsa unutturan o muhteşem tablosu çatıp durdu birden aklıma. Oraya gitmeliydim. Anılarımın çoğu orada yatıyordu. Kimsesizlerdi artık. Sessizlerdi.
Etrafı ağaçlarla çevrili, daracık ve uzunca bir yolu vardı şelalenin. İğne atsan yere düşmezdi. Koca alanda, ağaçların tepelerinden başka gökyüzünü gören yoktu. Gecenin zifiri karanlığında bile, ay ışığı onun saçlarına parça parça düşerdi. Çok özlemiştim burayı. Uzun zamandır yolumu buraya düşürmeyen neydi bilmiyorum ama o gün bir şeyler çekiştiriyordu beni oraya. Davetsiz misafir gibi büyük bir sürprizle attım kendimi o koca dev akıntıların sesine doğru. Üzerimde farklı bir his taşıyordum. Oradaydı sanki. Beni bekliyordu. Geç kalmamalıydım. Zaten hep geç kaldığım için kaybettim çarptığım kapıların anahtarlarını. Nefesime düşen kokusunu çoktan götürmüş olsa da rüzgarlar, ben hala dün gibi soluğumda yaşıyorum...
Nice uçurumlara duvar olmuş bedenimiz. Tıklım tıkış atmışız içimize gelen geçeni.
Kimimiz bir sıcak el beklerken, kimimiz geçtiği sokağın lambasının kaçta söndüğünü bile öğrenmiş sevdiceğinin. Bir kavganın ortasında kalmışız ama çoğumuz kendi yaramızı kendimiz açmışız. Kimimizin bir bahar sabahı çiçeği sökülmüş kökünden, kimimizin de çiçeğine kar kış olmuşlar. Solmuş rengimiz. Yine kimimiz kaşına gözüne çarpılmışız, kimimiz de sesinden sözünden eksiğiz. Karanlık içinde aydınlık umutlar ararken ışığımızı kaybetmişiz. Bir parça daha güzel sevelim dediğimiz, hep bir parça daha fazla gitmiş. Bölünmüş yollarımız. Parantez içinde parça parça kalmışız. Salmışız kendimizi. Kendi dalımızdan kopup, kırık ağaçlara omuz olmuşuz. "Sevda" dır adı bu denksizliğimizin. Dokunan dokunmuş yüreğimize. Giden unutmuş, kalan ölmüş. Koca bir mezarlık içimiz; kime sarsıldıysak, onu gömmüşüz.
Göz ki gerek göze aşık,
Gözü göze değdiren güzeldir.
Söz ki gerek söze sadık,
Sözü göze söyleten güzeldir.
Sonra sen de gittin...
Kaç şiir boğazımda boğuldu, kaç yıldız koptu göğümden. Kaç gece alnının sıcaklığını katledip, ayazını örttü üstüme. Kaç nefes yarım çektim adını içerime.
Söyleyemedim.
Tam 6 yıl oldu az önce...
Biraz önce yine kanadı adın geçince acım. Yine sahneme alkış almadan çıktı, o bir zamanlar çiçekleri güldüren nazlı sesin. Herkes göğsünün ortasında sevdiceğini uyuturken, göğsümün ortasına havan topu gibi düşmüştü yokluğun. Tam da bu saatlerde kırık camların üzerinde darp etmiştin beni, hatırladın mı? Paramparça olmuştum ama, o kırıcı cümlelerinden başkası batmamıştı bedenime.
Altı yıldır yokluğuna bolta atıyorum; kırıklarımın üstüne basıp, acıdı mı ki dediğin gönlümün acı dolu avlusunda. Kapatamadı gözlerim bir türlü, olay yerinde ölen gözlerinin dosyasını. Gökyüzüne açılan pencerem olmadı daha. Güneş vurmadı köşesinden ranzama, gün doğmadı, ay çıkmadı...
Sardırmadım yaralarımı.
Sardırmadım ki; unutmasın nefesin olmadan uyuyamayan yüreğimin, nefesinle boğulduğunu. Sardırmadım ki; canım dediğimin, canım çıkana kadar canımdan can aldığını anlatayım kesiklerimi soranlara. Masum bir çocuğu ağlarken gördüğümde, hasbihalimize konu olsun, can cağızım dediğimin nasıl can ağrım olduğu...
Hep sen üzülme diye, içime içime atıp, kenara koyduğum parçalarım var benim.
Yüzümden, gözümden, gülüşümden çaldığım...
Ateşlerden korktuğum yok benim. Kundaklanmış hayallerimin, acı dolu yangınlarında çığlık çığlığa kalmış sesim. Kendi çabamla kurtulup, yanmış ellerime, kendi nefesimle üflemişim. Feryadıma sağır olan kulakların, suyuna minnetim yok artık.
Yaramı sarsın diye kimin sedyesine uyuduysam, yaramın içinde, kendine yarayacak derman aradı. Gözümde beş para etmeyen varlığınız, çok yara deşti gönlümden. Kimi, ortak gördüysem acılarıma, ortasında yapayalnız bıraktılar enkazımın.
Durabildiğiniz kadar öte durun şimdi sağ kurtulan öfkemin intikam dolu pençesinden. Kirli gözleriniz değmesin aldattığınız cümlelerimin saflığına.
Şimdi kınına küsmüş kılıcımın çekilme vakti.
Kollayın kendinizi...
Diyecek bir şeyim yok.
En içten duygularımla, duygularını ayakta alkışlıyor, sana ve hislerine dolu dolu vicdan diliyorum.
Kusura bakıyorum artık. Çünkü bugüne kadar bakmadığım kusurlar, solumda büyüttüğüm meleğimi gözümün önünde öldürdüler. Çünkü can diye canıma sardığımı, sözün bittiği yerde gömdüler.
Kapılarımı hızlı çarp giderken.
Çarp ki, tekrar dönecek yüzün de, söyleyecek sözün de olmasın yüzüme. Çarp ki aralık kalmasın sesine soluğuna. Çarp ki bir umutla bekleyecek takatimin yüzüne söyleyeyim öldüğünü. Kessin bileğinden, sana adadığı umutlarını. Başını ellerinin arasına alıp, saatlerce gelen geçeni sana benzetmesin. Öldü desin. Hangi mezarlıkta kime ait olduğunu bilmeden yaşasın bedenim. Başım, gönlüm sağolsun, kelimeler sağolsun, sen sağ olma içimde.
Saçlarına papatya toplayan çocuklar büyümesin arka mahallemde. Yarım kalsın kursağından boğulmuş mutluluğum. Uçurtmalarım bulutlara takılı kalsın göğümün karanlık yüzünde. Sen kalma.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!