Çukuru ölçtük, kirecin içine attık ölüleri;
sonra en ince ayın altında kayığa bindik,
dördüncü arkadaş demir kutuyu kucağına almış,
sanki içindeki gizli bir ateşten ısınıyormuş gibi
üstüne eğilmişti. Duman yükselmedi,
öylece kaldı suların üzerinde.
Yüzyıllardır kimse bakmamış bu bahçeye. Ama işte
Bu yıl – Mayısta mı, Haziranda mı? – kendiliğinden
açmaya başlamış çiçekler
parmaklıklara kadar coşmuş – binlerce gül
karanfil, binlerce sardunya, kokulu burçak-
mor, turuncu, yeşil, kırmızı, sarı
Sana bu pembe bulutları göstermek istiyorum gecede.
Ama görmüyorsun. Gece olmuş –insan neyi görebilir ki?
Artık senin gözlerinle görmekten öte bir seçeneğim yok, diyor
demek ki yalnız değilim, yalnız değilsin. Gerçekten de
birşey yok sana gösterdiğim yerde.
Burada, karmakarışık odamda,
toz tutmuş kitaplarla
ölü ve dalgın bakışlar,
bu duraksayan gölgeler arasında,
bir ışık sızıntısı;
o gece durup
Kahve masalarını kaldırıma çıkarıyorlar
Yaşlılar gelip oturuyorlar orda öğleden sonra
Gazetelerine vuran güneş silip götürüyor
haberleri.
Ve artık okuyamıyorlar. Belki de kızıyorlar buna,
belki de unutuyorlar, çünkü her zaman
Bir öğle sonrası nedensiz yitti
(belki de götürüldü)
Mutfak masasının üstünde bırakmıştı yün eldivenlerini
İki kesik el gibi.
Kansız, tepkisiz, sessiz
Ya da
Çam pürleri ve kozalaklarla kaplıydı dağın
yamacı.
Tepede durup aşağılardan gelen sesleri dinledik.
Uzaktan çınarlı koyağın uğultusu geliyordu
ırmakların ve vahşi kuşların sesleriyle. Arada,
bir karatavuğun yalvaran cıvıltısı serpiliyordu
Bu ağaçlar yaşayamaz daha küçük bir gök altında,
bu taşlar yaşayamaz yabancıların ayakları altında,
bu yüzler yaşayamaz hissetmezlerse güneşi,
bu yürekler yaşayamaz adalet içinde yaşamazlarsa.
Sessizlik kadar keskindir bu arazi,
Gece. Hiç ses yok. Yalnız kükremesi boşluğun
ve saydam belirsiz ayın ışığı
hâlâ bir biçim almadan duran ve o kadını inciten
Çeviren: Cevat ÇAPAN
Sevecendin, iyi huyluydun, sana bağışlanmıştı bütün
erdemler,
rüzgârın bütün okşayışları, bahçedeki bütün şebboylar.
Ayağına tezdin, gazal gibi sekip giderdin,
kapımızdan girdiğinde, eşiğimiz altın gibi ışık saçardı.
Gençliğinle gençleşirdim, üstelik gülümserdim.
DARAĞACI
Cellat geldi urganımı yağladı,
Gözlerimi ellerimi bağladı,
Dur ey cellat çekme darağacına,
Tüm Türkiye benim için ağladı,
**
Senin vicdanın yok mu? Cemal paşa,
Dalkavuklar diyor sana çok yaşa,
Boynumda urgan var bakın şu işe,
Tüm Türkiye benim iç ...