Bütün gün, çürüyen ıslak tahtaların kokusu –
kuruyorlar ve sızıyorlar güneşte. Kuşlar
bakıyor ara sıra çatı sırtlarından ve uçup gidiyorlar.
Akşamları, yandaki tavernada, oturuyor kazıcılar,
küçük ringa balıkları yiyorlar, içiyorlar, şarkı söylüyorlar.
Kara deliklerle dolu bir şarkı.
Biliyorsun ölümün var olmadığını. Adam kadına böyle dedi.
Biliyorum, evet, diye yanıtladı kadın: ölü olduğumu şimdi.
Çekmeceye koydum ütülediğim iki gömleğini.
Özlem duyduğum tek şey küçük bir gül şimdi.
Sükûnet ya da disiplin, dostluk ya da lakaytlık dediğin şey,
Bir ağzın şirin suskunluğunu gösteren ve sıkılmış dişleri saklayan
Sıkılı dişlerle kapalı bir ağız dediğin şey,
O yararlı çekiç altındaki metalin gücüdür sadece,
O korkunç çekicin altında – biliyorsun ne olduğunu:
Biçimsizlikten yol alıyorsun biçime doğru.
Kadınlar çok uzakta. "İyi geceler" kokar çarşafları.
Masaya ekmek koyarlar yokluklarını hissetmeyelim
diye.
Sonra anlarız suçun bizde olduğunu. Sandalyeden kalkıp
"Bugün çok yoruldun," deriz ya da "Boş ver, lambayı ben
yakarım."
Çok uzaktı geldiğimiz yol. Kardeşim, çok uzak.
Ağırdı, çok ağırdı bileklerde kelepçeler. Akşamları
sallayıp başını "vakit geçti" deyince küçük lamba
dünyanın tarihini okuyorduk belirsiz isimlerde
mapusane duvarlarına tırnakla kazınmış tarihlerde
ölümü beklemiş insanların çocuksu çizgilerinde -
Ne tutarsan tut ellerinde
Onca özenle, istersen onca sevgiyle,
Tümüyle senin olanı, arkadaşım
Armağan etmelisin
Senin olmasını dilersen.
Sırtına aldı güneşi bu sabah
akkordeonu omuzunda bir delikanlı gibi
Atina tepelerine tırmanan.
Geride kaldı geçirdiğimiz gece, zevkleri
ve o zevklerin korkusu. O bitmek umudu olmayan
Bazen yapayalnız bir ağaç vardır koca ormanda
esinti olmasa bile, bütün yaprakları kımıldayan.
Ve hemen yanmayan bir avize gibi mermer kesilir
gecenin orta yerinde, çobanların,
atların, yıldızların solumasını hızlandıracak.
Denize bakmadan yazdıkça,
kaleminin ucunun titrediğini duyuyor -
deniz fenerlerinin yakıldığı andır bu.
Çeviren: Cevat ÇAPAN
Yağmurda yürüyor. Hiç acelesi yok.
Islak parmaklıklar parlıyor. Gizli bir
kızıllıkla kararmış ağaçlar. Ağılın
bir köşesinde eski bir otobüs tekerleği.
Mavi ev alabildiğine daha mavi.
Hiçlik böyle aydınlanıyor demek. Taşlar
DARAĞACI
Cellat geldi urganımı yağladı,
Gözlerimi ellerimi bağladı,
Dur ey cellat çekme darağacına,
Tüm Türkiye benim için ağladı,
**
Senin vicdanın yok mu? Cemal paşa,
Dalkavuklar diyor sana çok yaşa,
Boynumda urgan var bakın şu işe,
Tüm Türkiye benim iç ...