Yalnızlarla Söyleşi-düz yazı

Adnan Durmaz
490

ŞİİR


9

TAKİPÇİ

Yalnızlarla Söyleşi-düz yazı

YALNIZLARLA SÖYLEŞİ

Yalnız evcilleştirebildiğin şeyleri tanıyabilirsin, dedi tilki, insanların tanımaya ayıracakları zamanları yok artık. Aldıklarını hazır alıyorlar dükkânlardan. Ama dost satan dükkânlar olmadığı için dostsuz kalıyorlar.

Küçük Prens Antoine De Saint-Exupery sayfa 85

Ardıçların üzerinden bir ay doğuyor
Bozkır alabildiğince suskun
Ay kokusunu bilir misiniz?

Yalnızsan yıldızlı geceyi kokla... Bizim yalnızlıklarımızı ay ışığıyla buluşturmamız gerekli. Bizim yalnızlıklarımızın içinden rüzgâr esmeli;
yüzlerce serçenin şenlik yaptığı dallara yaslanmalı yalnızlığımız…

İnsan bazan tek başına yürür ya hani... Takılır ya gözleri yolun taşlarına; yol kıyısındaki nesnelere, çöp bidonuna, telefon direklerine…Yalnızdır…
Geçmiş binlerce çağ
gelecek tüm çağların ara yerinde,
İnsanların toz bulutları gibi savrulduğu âlemde,
her hangi bir zamanda ve yerde
yalnızdır insan…
Kimsesizlik duygusu yanı başında, sırtındaki giysi gibidir… Yukarda ay mı var; sıradan bir şeydir.
Geçirimsiz bir ıssızlık, kör bir tek başınalık…
ne yar –ne yer…
Duvarlar üstüne üstüne gelir…
Diyeceksin ki:
“her gün böyle işte”
Diyeceksin ki;
“sen kendinle konuştun mu hiç? ”

Yaşama biçimimizi belirleyen insanların kurduğu adaletsiz düzenler, insanı insandan kopartıp da, birer yaşayan ölüye mi dönüştürdü… Seni de mi gömdü diri diri yalnızlıklara…
İşte bu yüzden diyorum, ay düşmeli bizim yalnızlığımızın alnına, suların akmasına kör kalmamalıyız.
Çünkü senin yalnız değil sandıklarının ay ışığıyla akrabalığı yoksa, asıl yalnız olan onlardır.

Kendinden pay biç;
ne kadar zayıfsın…
Başta Ölüm, daha nice korkular, hastalıklar, felaketler, kazalar belalar karşısında; korkmayan canlı var mı?

Kime gıpta ediyorsun, korkularınla örülmüş hapishanende.
Herkes büyük tehlikeler karşısında nasıl davranır? Batan gemide kim nasıl davranır? Savaşta kurşun yağmuru altında kim nasıl davranır?
Can korkusu, kaç ikiyüzlülüğü açığa vurur…
İkiyüzlü kalabalıklarla yaşamaktansa, türkülerle ısınmak daha insanca, daha dürüstçe değil mi. Çünkü türküler riyasızdır
Kime yaklaşırsak türkülere yaslanan yanından yaklaşmalıyız; en insan yanlarımızdan, yüreğimizden…

Kendimize yaklaşmalıyız önce
korkularımıza sarılarak
onlarla barışarak
yaralarımızı severek

Yalnızlığında çoğalan bilgeler yaşadı, o, zamanın hallaç pamuğu gibi savurduğu kalabalıklarda

Ömür bu
Korkularımız değil mi yaşadığımızın kanıtı biraz da
Ölüler korkmaz
Ölüler acı duymaz

Yaşadığın dünyayla bağ kurmalı bizim yalnızlığımız
Dünya sadece bu soysuz güruhtan ibaret değil
Herkes kadar bize de ait ay dede, bulutlar ve rüzgâr; başını uzat pencereden, seni bekliyorlar…

İşte içinden çıkılmaz evler; kör pencereler, sağır duvarlar…
Zamanımızdaki insanın yalnızlığı işte
Hiçbir çağda insan böylesine hapsedilmedi
Hiçbir çağda insan, dört duvar ortasına, caddelerin kasvetine, kalabalıkların ördüğü duvarlara, kaldırımların tenhalığına, böylesine hapsedilmedi
Hiçbir zaman, diğer insanlar kaldırım taşına duvara, betona, çeliğe bu kadar dönüştürülmedi
Aşk hiçbir zaman bu kadar anlamsızlaşmadı
Dostluk hiçbir çağda bu kadar soysuzlaşmadı
Damarlarımızda kan değil plastik akıyor; çünkü kalbimiz plastiğe dönüştü döşümüzde.
Ama yalnızlık duygusunun verdiği acı var ya, işte o, insani bir acıdır
Gerçi onun için de ilaçlar yaptılar, at hapını mutlu ol, iyimser ol, gülümse, sakinleş

İnsan hiçbir çağda bu kadar insanlıktan çıkmadı

Kalabalıklar, koyun kalabalıkları kadar duyarlı değil… Gözleri kör, birbirini görmeyen insanlar kalabalığı
Aynı evde yaşayıp da birbirini görmeyen kalabalıklar
Yalnızca birbirini mi?
Gökyüzünü, yıldızları, denizin dalgalarını duymayan kalabalıklar
Suyun şarkısını bilmeyen kalabalıklar, Ay koklamayan kalabalıklar
Yalnızlıktan geberenlerin kalabalığı

Sizler böylesine
“gocuklu celep kaldırınca sopasını
Sürüye katıldığınız” için, sürüleştiğiniz için, dünya ve insan bu kadar kirlendi
Şimdi yalnızlık yiyorsunuz, öldürdünüz kardeşinizi, öldürdünüz kendinizi. Ey iyi niyetli, iyiliği savunanlar, katilsiniz ama haberiniz yok…

Yaşamın içinde olanlar için yok bütün bunlar; yalnızlık herkesin yaşadığı tutsaklık değil. Türküsü olanlar için değil. Yaşamın içinde olanlar, başkaları için yürüyebildi, karşı çıkmasını ve reddetmesini bildi. Payına ölüm bile düşse razı olmadı tutsak yaşamaya. Aşkı ve namusu savunmasını bilenlere saldırdı karanlık ve sen onun katledilişini alkışlarla izledin bütün çağlarda.

Gecenin bir vakti balığa çıkan dört kişi için değil bu geçirimsiz yalnızlık. Balkonunda oturup yıldız avlayan kızın yüreği de, uykuları da yıldızlarla doludur. Çünkü yaşayan insan yanlarıyla yaşamaktadır o.Paylaşarak, dokunarak, koklayarak, severek alınabilir hayattan, yalnızlığın duvarlarını yıkacak olan duygular. Kalabalıkların içinde çocuklar nasıl davranır, nasıl keşfeder kendisini yalnızlıktan kurtaracak olan şeyi. Bir parkta, bir meydanda çocukları bırakınca ne yaparlar ona bakmalısın. Kuşları bırakınca ilk kondukları yer yaprakların arasındaki bir daldır. Ya sen yalnızlığında “yalnızlığını giderici olarak “ aklına ilk ne geliyor. Eğer yeryüzünde, ulaşamadığın, ama ulaşınca ona yaslanıp kurtulacağını sandığın bir başka insan varsa, yanılıyorsun. Başkalarının yalnızlığını gideremeyen ve başkalarına yaslanarak yalnızlıktan kurtulacağını sanan, ancak o insanlara yük olur. Kimse bir yükü sonsuza dek taşıyamaz. Kendi başına uçamayan kuşların yukarılarda kanat vurma şansı, bulutlarla oynama şansı olamaz. Tavuklara ise kümes uygun düşer.

Mutluluk
Dostluk
Sevgi
Aşk
bedava
O balığa çıkan dört insan için mutluluk sevgi dostluk ve aşktır yaşananların tümü. Hayat budur işte; birlikte balık tutarken yaşadıklarımızdır. Bozkırda yağmur yağarken, terkedilmiş, fışkı kokan bir tarla evinde toplanan çobanların sigaradan ve oradaki kuytu sohbetten aldıkları tadır. Yatsıya yakın tarladan gelen yorgun köylünün, ekinlerin hışırtıları içinde söylediği türküdür… Sonra oturup evinin sekisinde içtiği çaydır. O çayın içine ay düşer. İşçinin akşamleyin kucağında ekmeklerle evine girerken, yüzüne çarpan karısının gülümseyişidir. O anda dünyadaki tüm sorunları ertelemişlerdir;
Irak savaşını, ülkenin ekonomisini, siyasetçilerin sinir bozan konuşmalarını, TV dizilerindeki ağlayan sevgilileri, ayak ağrılarını, borçlarını ertelemişlerdir. Kendilerini bir yaprak gibi rüzgâra, bir kayık gibi sulara bırakmışlardır o anda; yalnız değillerdir

Evlerin hapishane olduğu zamanda, radyoyu açmak ve kendini söylenen şarkıya bırakmak bazan…
Bazan, hapishane saydığın duvarlardan dışarıya bakan pencereden hayata bakmak ve bir gün tüm bunları bir daha göremeyecek olduğunu düşünmek; ama bunun doğal olduğunu da, kaçınılmaz olduğunu da düşünmek ve gökyüzünün tadını dilinde hissetmek

Yalnız değilsin
Sana benzer nice insan var
Başkalarının acısına yanabilmek bir erdemse, insan olmaksa;
Başkaları için mücadele etmek ve doğruları savunmaksa, hayata anlam veren,
Anlamlandırmak senin elinde

İyi insan olmak için sadece iyi şeyler düşünmek; başkaları için güzel şeyler düşünmek yeterli mi?
Kimseye hayrın yoksa sen yalnızlığına ortak arıyorsun yalnızca ya da yalnızlığını üzerine kusacak, sırtına yükleyecek birini…
Senin ortak bulamaman tarihi değiştirmeyecek…

Böyle bir çağda kendinden başka kimseye güvenmeden, yalnızca kendinde olanlarla çıkmalısın çölü geçen yola. İnsan olarak pek çok sorumluluklarını da sırtına alarak yürümelisin. Ama senin için geçilmesi gereken çöller yoksa amaçsızsın demektir. Bulunduğun izbede birilerinin gelmesini bekleyen bir zavallısın sadece. Kaderini kendinden başka kim yazabilir. Yalnızca oturduğun yerde, kendinde ve yazgında bulduğun kusurlarla, birileri tarafından aldatılmışlık duyguları içinde, hayatındaki başarısızlıkların faturasını nerede olursan ol, yükleyecek birilerini bulur ve onlarla kavga ederek yaşarsın. Geri kalmış ülkelerde, bu daha çok böyledir. Çünkü birileri tepeden inerek ulaşır zirvelere, birileri ise ne yapsa ulaşamaz. Kaderini değiştirmeye çalışanların yanında olmayanın, yaşamını değiştirme şansı olmayacaktır.
Kaybedilmiş mücadelelerin sonunda yaşanan yalnızlıklar paslanmaya durduğumuz bir mekân değil, çıkış noktamız olmalıdır.

Elimizi uzatınca hayatını değiştireceğimiz bir çiçek var yakınlarımızda; bir bardak suya gizlenmiş hayat...
Elimizi uzatınca, birkaç sözle, bir insanın yüzende yayılan bir gülümseme olabileceğimizi bilmiyor muyuz...
Kaç hasta var şimdi, hani yanına uğramadığımız, belki yıllardır yatan
Bizden perişan olanlara bakıp da “ çok şükür halimize “diye sevinmelerimiz yok mu, insanlığa ihanetten başka nedir bu sözler... Yoksullara, hastalara, kimsesizlere bakarak kendi adımıza mutlu olmak, bencilliğin dik alasıdır. O anda o insan için ne yapılabileceğini düşünmek yerine sevinmek, alçaklıktır. Her acı insanlığa aittir, her yalan kendimize ve insanlığa karşı söylenmiştir; her aşk, insanlık bahçesinde yeni bir gül, her ihanet, tüm aşklara ihanettir.

Biliyoruz ki, milyonlarca insan için birer hapishaneye dönüşen yalnızlığın çıkış yeri, o, dünyalara hâkim olanların devasa tezgâhıdır. Küçük naif çırpınışlarla edilgen çevreci yürüyüşler ve protestolar kurtaramaz dünyayı vampirlerin ateşinden. Burjuvazi kadın erkek demeden sömürdüğü kitlelere feminizm gibi oyalamaca felsefeleri sunarak, yalnızca birbiriyle uğraştırır. Kadını ve erkeği biçimlendiren sisteme söz etmez kimse. Hobi niteliğindeki yalnızlık kulüpleri, yani, kitle örgütü adı altındaki kurumlar, asla kurtaramaz insanları o derin ve çıkışsız uçurum yalnızlıklarından. Çünkü oralar, herkesin yalnızca kendini kurtarmaya kalktığı birer kâğıt kayıktan başka bir şey değildir. Nereye gidersen git, nasıl ki kendini de götürüyorsan, yalnızlığın gölgen olacak. Nereye gidersen git, yalnızlığını sakladığın maskelerle güleceksin. Başkaları için yürümek, bir hobi değildir.

Hiçbir yazı bizi insan yalnızlığımızdan kurtarmayacak. Yeryüzünde ölüm karşısında yalnızız… İnançların talaşı çıkan bu çağda, ebedi bitiş, bu dünyaya kazık çakacağını sanan, hiç ölmeyecekmiş gibi diğer insanları yağmalayan, duygularına kadar talanlayan insanoğlu için kabullenilmesi güç bir şey. Ebedi bitişi kabullendiği oranda insanoğlunun yalnızlığı sekteye uğrar. Kendine yeterken başkalarına da el uzatan insanın, çaresizlik karşısında duyduğu o insanca yalnızlık, bir isyan ateşidir içinde. Başkalarına yardım edememenin verdiği yalnızlık.

Kimi zaman dilimizi anlamayan bir insan çölündeyiz; belki de çoğu zaman… İnsanlar kendi aralarında, aç kurtların kendi aralarında kullandığı tarzda bir dil geliştirmiştir. Hırlaşma tarzındadır ilişkiler. Daha çok asıktır oralarda insan yüzleri ve serttir. Birbirini nasıl kullanacaklarının, nasıl yiyeceklerinin veya ne kadar yiyebileceklerinin hesaplarıyla davranırlar. Senden alacakları bir şey yoksa sen de yoksun demektir. İnsanların omuzlarına basarak yükselmek isteyenler, korkunç aç gözlü bir bencillikle kurbanlarına son derece iyi davranır oralarda. Çocuklarına eşlerine göstermedikleri güler yüzü, en sevmedikleri insana bile son derece yürekten gösteren maskeler takarlar. Bir zamanlar namusuna sataşan düşmanına, gün olur belediye başkanlığı seçiminde oy istemeye gider. Bir zamanlar ekmeğiyle oynadığı, yoluna tuzaklar kurduğu insan, eğer bir şekilde yararlanabileceği bir konuma ulaşırsa, gidip ona yalaka kesilir. Burada kullanılan dil, işte bu nedenle ahlaksız bir dildir. Soyguncular, yardımsever; hainler, yurtsever, kötüler, iyiliksever kesilirler... Şeytanlar melek olarak dolaşır ve peşlerinde kendilerine has sırtlan sürüleri vardır. Ama istedikleri noktaya varınca, bir it gibi azarlarlar aynı insanları. Sende alacakları bir değer varsa, mutlaka sizi sevenler çok olur. İşte dünyaya farklı gözlerle bakan insan için burada yaşanan teklik duygusudur zor olan. Nerede doğruyu söylese, karşısında bir sürü hazır ve nazır düşmanı vardır. Kullanılabildiğin kadar toplumun içinde yer alırsın. Bu kullanmanın içinde, birilerinin derdini dinleme, onlara yandaşlık etme, acılarını paylaşma da dâhildir. Acısını paylaştığın insanlar bile, acıları geçince seni tanımayacak, hatta nefret edecek kadar soysuzlaşmıştır...

Değerleri olmak, kolay değildir değerlerini yitirenler güruhunda. Orada hırlaşma diliyle konuşurlar birbirine yakın duranlar, yalnızca işleri düşünce gülümserler, sırtlan gülümsemesi…

Bu zamanda sevmek, derin duygulara sahip olmak her insanda var olmayan özelliklerdir artık. Çoğu insanın sevgi duygusu körelmiştir. Bu nedenle, dünyevi hırsların bataklığında, akşama kadar bal tutup parmağını yalayanlar, insanlara “nasıl kullanacağını “düşünerek bakanlar, yitirirler aşk sevgi merhamet gibi yanlarını yüreklerinin... Diyelim ki sizde bu farklılığı görünce de, onu yok etmek için ellerinden geleni yaparlar... Daha çok evliliklerde görülür bu; karşınızdaki insan için siz belli nedenlerle beraber olduğu, evlendiği birisinizdir. Örneğin, mesleğinizdeki başarınız, kültürlü olmanız gibi nedenlerle size âşık olmuştur. Bunu ancak evlendikten sonra anlarsınız. O zaman kadar verilen sözler, söylenen laflar, uygulamada hiç can bulup yaşayamamıştır. Onun için sadece bir eşya olduğunuzu anlarsınız. Onun devasa boşluğunu hiçbir şey kapatamamıştır, sizin bazı özellikleriniz ve insan yanlarınızla kapatma düşüncesi ise, ortaya insanları birbirinden daha da uzaklaştıran bir evliliğe neden olmuştur. Bu durumda, o insan, sizin insan yanlarınızı, kalbinizin sevebilen, duyarlı yanlarını yok etmek için, her gün daha da zalimleşir size karşı. Kendinizi savunmak için, ona verdiğiniz benzeri karşılıklar onda büyük bir deşarj oluşturur. Benzeşmeyin onlara, onların umduğu davranışları yapmayın ve insan kalın. İnsan kalmak için çekip gitmek gerekiyorsa, gitmelidir kişi...
Siz gidip yıldızlarınızı yakalayın, maviliklerle kucaklaşın, yapraklarınızı okşayın, bulutlarınızı öpün.

Bir anı bir anına uymaz yaşamın
Bir anı bir anına uymazsa insanın, ilişkilerin de bir anına uymayan anları olması doğaldır.
Bazan nefret ederiz sevdiğimizden, ama sevgiyse gerçekten duygumuzun adı, hiçbir öfkenin söyletemeyeceği sözler vardır. Karşımızın iç dünyasını, bize olan duygularını yıkan sözler söyleyemeyiz. Kendimizi yalnız hissetmeyeceğimiz insanların yanında da kendimizi çok yalnız hissedebiliriz; ama belki de güçlülük, o anda bile onun yalnızlığını da hissedebilmektir. Belki de yaşamak, hissetmektir, yaşadığımız bu belirsizlik dolu maverada.
Evet, net olan hiçbir şey yoktur çoğu zaman.Kesin olan,yaşadığımız ve ölecek olduğumuzdur.Elini tuttuğumuz insanın kim olduğu kesindir,bazan kesin değildir nasıl olduğu. Özgür bir ruh ve akıla sahip olmayan için güvenli değildir dünya. Mutlak özgürlüğün olmadığını da bilir o,mutlak yalnızlığın ve mutluluğun da olmadığını bildiği gibi. Düşünen insan, sadece kendi hapishanesinden çıkmanın, yüreğinde pencereler açmanın bir yolunu bulacaktır, yalnızlıktan örülmüş hapishanesine karşın. Kendinden dışarıda ise, güzellikleri ve çirkinlikleriyle akan dünya vardır. Yalnız olup olmamak, mutluluk ve mutsuzluk, nerede durduğumuz ve nereye, nasıl baktığımızla ilgili değil mi…

Kimisi Camdaki Sinek Pisliklerini Görür,
Bir Başkası Camdaki Aksini,
Öteki Penceredeki Saksıyı,
Bir Diğeri Pencereye Dokunan Daldaki Çiçeği,
Kimisi Karşıdaki Dağları,
Kimisi Daha Da Ötesini;
Kendinden Dışarı Bakarken...

ADNAN DURMAZ
05.06.2007

Adnan Durmaz
Kayıt Tarihi : 6.6.2007 12:25:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Adnan Durmaz