Yalancı Dünya Şiiri - Vasfi Okur

Vasfi Okur
38

ŞİİR


2

TAKİPÇİ

Yalancı Dünya

Her şey; e-mail adresime gelen bir mesajla başladı.,,,,,., arkadaşınız, …… Sitede üyeliğe davet ediyor. Gelen davet, çok tanıdığım ve yakın bir arkadaşımdan geliyordu.
Davete icabet gerekir dedik, birde davet; bildik-tanıdık biri olunca, artık icabet kaçınılmaz oluyordu.
İcabet etmemiz için bu siteye üye olmamız gerekiyordu. Ve oldum.
Aradan uzun bir zaman geçti. Ne site beni ne ben siteyi tanıyabildim. Daha doğrusu pek zamanımda olmuyordu.
Hani derler ya “Dostun kıymeti gittiği zaman anlaşılıyor.” Aslında biliyoruz da, yokluğuna alışamıyoruz.
Yaklaşık bir buçuk sene evvel otuz senelik dostumu kaybetmiştim.
Sonrası ne mi oldu?
Tarif edilmez bir boşluk. İçimde ki o boşluğu hiçbir şey telafi edemiyordu. Hani insanlar bazen yalnızca dostlarına içlerini dökebileceği zamanlar olur ya. Ya da sadece dostlarının anlayacağı anlar olur, ya da sadece gözleriyle konuşmak isterler…
O anlarımda artık yalnızdım.
Çevremde birçok arkadaşım vardı ama o kadar aradım ki bir dostun yakınlığını(!)
Yoktu(!) Bulabileceğimi de sanmıyordum(!)
Aklıma sanal âlem gelmişti. Evet, sanal âlemin yalancı dostları(!)
Siteden yeni bir şifre olmak zorunda kalmıştım, şifremi bile unutmuştum.
Artık bende yalancı olan bu âlemin, yalancı dostlarındandım(!)
İlk mesajımı yazmıştım: “Merhaba efendim. Nasılsınız? ” Gelen cevap ilginçti: “Neden tanıdık kokuyorsunuz? ”
Bizim cevabımız ise yerinde olmuştu: “Konuşalım. Tanıdık mıyız, değil miyiz, anlaşılır.”
……………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………..
Yaklaşık üç yüz mesaj yazışmıştık. Sonunda anlamıştım ki; karşımda gerçek bir hanımefendi vardı. Ve çok dürüst biriydi.
“İki soru haricinde, sen başımdan git diyene kadar arkadaşınız olurum. Kimsiniz? Ve Nerelisiniz? ” diyordu.
Bu isteğine saygı duydum. Gerçeği itiraf etmeliyim ki, daha sonra yaşayacaklarımda onun kadar dost ve dürüst birisini bulamamıştım. Ve içimde ki boşluğu biraz olsun doldurabilmişti. Her şeyden önce; tam bir hanım ve saygılıydı ve anlayışlı ve edepli…
Bu arkadaşım bana bir fikir vermişti; “Bu sanal âlemde sana çok öykü çıkacaktır.” İlk önceleri buna çok tepki vermiştim.
Ama haklıymış(!)
En başta demiştik ya “Sanal” yalancı âlem, yalancı dünya…
Her yalanın bir sonu olduğu gibi bu yalanında bir sonu vardı ve arkadaşlığımızın sonuna gelmiştik.
“Affet beni “ diyordu. “Ben senin arkadaşlığından çok memnunum ama artık ayrılmak zorundayım, beni mazur gör…..”
İsteğini saygıyla karşıladım ve saygı duyulacak bir insandı. Onunla yazıştığım müddetçe hiç kimseyle yazışmadım ve ihtiyaçta duymadım. Öyle sanıyorum ki sıra dışıydı.
Artık bir “serseri mayına” dönmüştüm. Kimlerle yazdım, yazışmadım ki(!) . Kimlerle gördüm, görüşmedim ki(!)
Hemen hemen her meslekten, her türlü insanla kısa süreli de olsa yazdım, yazıştım.
Kimi gerçekten kendine bir arkadaş arıyordu. Kimi kendine bir dost, kimi sevgili, kimi…
Ama hepsinin içerisinde tarif edilmez bir boşluk. Ne kadar bu yalancı âleme daldıkça, içlerinde ki boşluk o kadar büyüyordu. Kimi eşinden şikâyet ediyordu, kimi hayatın acımasızlığından. Kimi yalnızlığın pençesine düşmüş bu yalancı âlemde yalancı şenlikler arıyordu.
Kimi öğretmen, kimi mühendis, kimi ev hanımı, kimi kamu memuru, kimi ev kızı…
Hepsinin ortak özelliği yalnızlıklarıydı. İçlerinde ki özlemin arayışıydı. Her birinin beklentileri farklıydı; kimi hayata küsmüş, kimi sevdiğinden ayrılmış, kimi ihanete uğramıştı. Kime dokunuyorsam bin ah işitiyordum. Yâda benim âhıma onların ki karşılık veriyordu.
Ellerde ne dertler varmış(!) Meğerse ne çok dertli insanımız varmış(!)
O kadar farklı durumlarla karşılaşmıştım ki(!) . O kadar farklı isteklerle karşılaşmıştım ki(!) . Ne siz sorun ne ben söyleyeyim.
Bu âlemin içine girenler bunları kısmen de olsa bilirler. Sanırım ben biraz daha yoğun olarak yaşamıştım.
Sebebi; kimseden bir şey saklamıyordum. Ne isem o idim. Bu özelliğim kısa sürede kaynaşmamıza sebep oluyordu. İçlerindekini dışa vurmakta bir engel görmüyorlardı.
“Öyle ya(!) Adı adresi belli olan bir adamdan ne kötülük gelirdi ki(!) ”
Ama bazı arkadaşlarım iz bırakmıyor da değildiler.
Bunların sadece üçünden bahsetmek istiyorum.
İlki; iki üniversite bitirmiş, bir öğretmen hanımdı. Yaşı otuzu biraz geçmişti. Tam bir hüzün meleği desem abartmış olmam.
Sanal da olsa, onun o saf ve temiz kalbinden gelen gözyaşlarını asla unutamayacağım.
Yalnız başına; annesinin ve babasının hastalıklarıyla uğraşıyordu. Her ikisi de yaşlı ve hastaydılar. Gece yarıları; yalnız ve kadın başına hastane köşelerinde sabahlıyordu. Sabahta öğrencilerinin yanındaydı. Artık, buna sadece saygı duyulurdu. Ve bende hala kendisine saygı duyuyorum.
Bir diğeri ise Balerus’tan dı. (Beyaz Rusya)
Bir sabah sitemde, bir mesaj vardı. “Ben Natali. Nasılsınız efendim? ” Yirmi yedi yaşında genç bir ekonomist olduğunu söylüyordu. Ve hiçbir bilgisini saklamıyordu. Adı, adresi, tlf no su, msn adresi, adeta şeceresini anlatıyordu.
……………………………………………………………………………………….
……………………………………………………………………………………….
Tek bir isteği vardı:” Minsk’te bana bir daire al. Ömür boyu beraber yaşayalım.”
“Natali; çok mu saf görünüyorum? ” Dedim.
Gelen cevap ilginçti.
“Ben kalleş değil.”
“Ama Natali, ben evli ve bir babayım.”
“Özür dilerim efendim.”
Açıkçası bir şey anlamıştım. Gerçek miydi, yalan mıydı, tam karar verememiştim, Nataliye. Bu kadar saygılısını da ilk kez görmüştüm.
En son iz bırakan ise en sonuncusu olmuştu. Artık bir son vermem gerekiyordu. Bu yalancı âlemde, kendimize dost aramamızın sonuna gelmiştik. Yalancı dünya gibi bu âlemde yalancıydı.
Sanırım gerçek olan bir tek, görüntüler, aslına bakarsanız onlarda yalancı değil mi?
Ne kazanmıştım ki(!) Bir sürü zaman kaybından başka(!) Acaba yalan olan bu dünyanın, yalancı insanlarının, yalancı dertlerini mi dinlemiştim?
Yoksa kendimi mi kandırmıştım?
Dost bulurum derken, yalnızlığın kucağına mı itilmiştim. İçimde ki boşluğu doldurayım derken, daha büyük bir boşluğa mı düşmüştüm? Ya da tel afis mümkün olmayan zamanı mı kaçırmıştım?
En sonuncusu ise; Dünyalar güzeli bir hanımdı. Altın sarısı uzun saçlarını arada bir omuzlarından aşağı salındırır, arada bir başını arakasında topuz yapıyordu. Hercai menekşeler gibi renkten renge bürünüyordu. Her gördüğümde farklı bir güzelliği yansıtıyordu. Bazen bembeyaz bir yasemine dönerken diğer bir zaman bir fulya kadar zarif oluyordu. Bazenlari nilüferler gibi su yüzünde yüzerken, birde bakmışım ki karabataklar gibi derin güllere dalıyordu. İki kişilik taşıyordu. Zaman zaman her iki kişiliğini de dışa vuruyordu.
Birincisin de; gerçek bir hanımefendi, hayat ve neşe dolu, aynı zamanda hüznü ve kederi de bir arada yaşayan dışa yansımalarının ardından diğer görüntüsünü açığa vuruyordu; bol argolu kelimelerin ardından sinirli ve asabi bir maskeyle örtünüyordu.
Nerde ne yapacağı belli değildi. Hangi keli menin ardından hangisinin geleceğini tahmin edemiyordum. Ama bir vicdan azabı vardı, ruhunun derinliklerinde. Ve sık sık söylüyordu; “Acaba ben hayırsız evlat mıyım? ”
Neye sinirlenip neye neşeleneceğini tahmin edemiyordum. Ve kendi de itiraf ediyordu: “Deliyim ben”. Kaç kere bitirip kaç kere, tekrardan başladığımızı artık bende hatırlamıyordum.
Bir anda ateş küpüne dönüyordu. Biraz sonra ise hiçbir şey olmamış gibi sesiz ve sakin bir limana dönerdi. O limanda huzur bulurdunuz.
Bazenleri; “Hiçbir şey sorma.” Diyordu. Bazenleri ise içinde ki en ücra köşeleri anlatıp dışa vuruyordu. Bazen öyle bir duygu seline kapılıyordu ki, hüznü beni bile etkiliyordu. Ne kadar teselli ediyordumsa hiçbiri kar etmiyordu.
Bazen karşımda bir erkeğin olduğu zannına kapılırdım. Öyle anlar oluyordu ki; ben mi erkek, o mu erkek karıştırdığım anlar oluyordu. Bazenleri, karasızlıklar içinde çırpınıyordu.
Bir zaman sonra şefkat ve merhamet deryasının enginliklerine karışıyordu. Bu; karıncayı bile incitemez, derdiniz.
Bir anda gözü kararır, ağzına geleni söyler, nerden inceyse oradan koparırdı.
Oysaki çok akıllı ve bir idareciydi. Onunla olan arkadaşlığım “kıl ipiyle” bağlı desem sanırım bir yalancı olmam. Nerde bitireceği belli olmuyordu ama küsmeleriyle barışmaları tez oluyordu. Kısacası; hiçbir istikrar göstermez, düşündüğünüz anda, gerçek bir dost bulurdunuz karşınızda. Tam bitirdi; dediğim anda yeniden ve sıkıca yeni bir dostluğa adım atardım.
Onu anlayabilmem için birçok arkadaşımdan yardım istedim ama nafile…
Çözülmez bir muammaydı.
Artık yeter demiştim. Ve bir nokta koymuştum. Onu; kendi gerçeğiyle baş başa bırakmam gerekiyordu.
Bu âlemde ne mi kazanmıştım? Koca bir hiç(!)
Neden müsterihim? Hiç kimseyi aldatmadım.
Ne mi buldum? Kendi gerçeğimi(!)
“Dost arıyorsan Allah yeter”

Vasfi OKUR


Vasfi Okur
Kayıt Tarihi : 27.6.2010 11:33:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Haci Timurtaş
    Haci Timurtaş

    kutlarım sayın Okur


    HACİ TİMURTAŞ 2

    Cevap Yaz
  • Unut Adımı
    Unut Adımı

    sanal ve real karmaşasında elde edilen tek ve gerçek bir sonucun hikayesi... kutlarım sayın Okur

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (2)

Vasfi Okur