Seyrine alışık sokaktaki yalnızlığın gök kalmış gençliğine. Sırra kadem basmış gölgelerin çığlıksız boşluğunda, yalaz sarımsı su birikintilerine girmesiyle damlalar, yıldızların ki kadar yanıp sönen ateş böcekleri getirir aydınlanmış camlara. Sonra sokak lambaları sönerken, hatıra bıraktığın gidişine yağmur yapar bulutlar.
Kilometrelerce öteden güne bakan çekirdeklerini getirip de serpiştirirken sonbaharın kaçak yapraklarının arasına, karıncaları koşar adım kaçıştırıverir yuvalarına. Sonbaharın avurtlarından doğmuşçasına yağmur ansızın hiç beklenmedik yerde açtırıverir şemsiyesini üstümüze..
Zinhar imgenin kalp sesi, zamanın ivmeli çözümü ve ölümün kol gezmesiyle köşeleri. Lahzada kısık ateşte yanan mumları söndürür rüzgar. Sonbaharın uzak ülke bulutlarını getirmesiyle başlar su, düşer topraktan önce şemsiyelere.
Şimdi kırgın ve dilsiz yolun kenarında bindim şemsiyenin altına. Kar boyayan buz tutan sis perdesi çıktı karşıma. Söyleniverdim kendi kendime.
- Açılsın şemsiye! Nasıl olsa dinmeyecek yağmur…
zinhar imgenin kalp sesi/
zamanın ivmeli çözümümü/
lahzada kısık ateşte yanan mum/
bindim şemsiyenin altına/
kar boyadı, buz tuttu sis perdesi/
Kayıt Tarihi : 24.12.2006 00:52:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!