Sevi dedikleri bir yeşil ipek
o da nazlı yârin koynunda imiş
Emirdağ türküsü
1- Ve Acının Yazılmayan Tarihi
gece serin eteklerini savurur
bozkırdır
anamdır
cümle mahlûkat uyur
bir çığıra uzanır uçsuz
hayaletler bekleşir susuz kuyu başlannda
gözleri bir çift ölü yılıdız
gülüşleri boğazlanmış at kişnemesi...
yorgun tırpancılar uyur anızların arasında
itler birbirinin sesine ürür
sürüler örüme çıkar ülker doğduğu vakit
emlik kuzu anasının kokusun sürer
çobanlar frigyadan kalma
yüzlerine kazınmış acıyla yapılmış akit...
ıssızlık delidir
bahar dörnal geçer yaz rahvan
zemherinin yüreğini ölüm pençeler
ki kurumuş gülüşlerin can pınarları
kurt izinde su aranır serçeler
bozkırdır
anamdır
akşam serin yeldirmelerini savurur
elim yüzüm gün yanığı
ve acının yazılmayan tarihi
kanar kaval seslerinde
can kavurur...
hep bu ölü soykasını giyinir kıraç
kınalı bulutların düğününe yas düşer
sen de
ay bileziği gencölen yetim kızın
ben deyim isli bir fener
ve cümle bozlaklarda aynı yangının külleri
gidip geri dönmeyenler...
2- Bozlak
akşam oldu sarı bozkır bozlak bozlak kanadı
mezar ıssızlığı çoktu göçük yüzlere
biçilmiş göğ ekin bakışlarıyla
birer gölgeydi i kadımlar
sevinç develiklerdi bebelerinin
iki umut mumu yanan gözlerinden
deli biı tayalet gibi koştu yel bağırarak
parçalanmış eteklerini savurarak
bir tarih zuhur etti göğün yırtık yerinden
alaca kuşlukta çekip gittiler
on beş kişiydiler
onbeşindeydiler
öküz gönü çarıklarıyla
dağlar gibi basarlardı toprağa
birkaç nikel para kuşaklarında
bir de yavukludan yadigâr
kınalı saç dürülü işlemeli yağlıklar...
bozkırı biçen dereyi geçemedi ihtiyarlar
birer mezar taşı gibi kalakaldılar
çile çiçeklenmiş sakallarını
farimiş gözlerinden acı yaşlar boşandı
korkularını susuşlarına saklayanmadılar
öpülen ellerine bir türlü bakamadılar
birisi yemenden söz açtı birisi balkanlardan yeniden sızı verdi kocamış yaraları
esirlik günlerini anımsadılar
ufaldı karartılar kil yeşili dağlarda
kimisinin anası kimisinin yareni
gitti onlarla birlikte ufkun ucuna kadar
gözleri yabanıl atlar gibiydi
ve kavi yürekleri kan içinde
ölümcül bir afat oldu ayrılışları
ve bir daha dönülmez kadar uzak
kerpiçten evlerin el kadar camılarından
çocuksu yüzleriyle bakakaldı yavuklulan
acı yaşlarını saklayamadan
siğim siğim ağlayarak...
on beş kişiydiler
onbeşindeydiler
bir daha dönmediler
3- Gidip Geri Dönmeyenler
bu deli yollara oğul verdin
gidip geri dönmediler
kaç kolun koptu Yemen
kaç yürek yaran Çanakkale
ocakların kör kaldı
kaçıncı söndü umudun
gidip geri dönmediler...
güldün mü
kıvılcımlar saçılır geceye
bakışın ilk insandan bu yana
bütün bakışların bahçesi
ayakların hititten beri
büyle sıkı hasar toprağa
gene de hep yoksulluğu koydular
kıran düştü- kıtlık düştü payına
gidip geri dönmediler...
4- Yitik Şairler Toprağı
bütün çocukları ölmüş düşsüz yeşilden
utanmaz bodur tepeler
sarı kanayan kepirde
kevengin gülüşüdür insan
sanırsın aşınır rüzgârla
bir Yunus’ tur gelip geçmiş
deli günün alnacında
dudakları serhem şerhem
ki dökülmüş gözyaşları
tesbih taneleri gibi
şimdi birer ağaç kalmış yerlerinde
değilse
ne yek ahenk-ne yek avaz
bir gazel düşeni olmamış feryadına
bir tek Süleyman Çelebi’ den o malum mesnevi
onlarla birlikte gelmiş tıkız develerinin yeninde
o gün bu gün okunur
cümİe vakitsiz ölümlerde
gelip kurmuş alaçığını
artık isyana tövbeli
ki başkaldırmayı bilmeyen
nereden bilir sevmeyi
kaşın altına çatma aşk düşürmeyi
o çileyi seçmiştir ve ancak kanar
meramını karanlığa zikreder
ki ıssız koyaklarda haykırılan uzun havalar
isyansız yüreklerin sevdalarından doğar...
zulümler altında bencil
yitirir yaşamın yedi rengini
gurbet evcilleştirir bazan çok uzak
satar öz kızını mal niyetine
acılarda birlik olup yola gelinir
kanlı düşman kesilir sevinçlerde
korkular ürküler elinde kalmış
yitik aşıkların sürgün toprağı
bekler
neyi beklediğini bilmeden
canından can yolmuşlar ot niyetine
dullarından evlat kopmuş kaç Yemen çölllerinde
öşürlenmiş ana sütü
ter ve gözyaşı
kaç bin yıllık suskunluğun
puskunluğun
anıtı her mezartaşı
şimdi alnında Salihli'nin bağları
tütünü Manisa'nın
sivrisinekleri Çukurova'nın
şimdi gözlerinde
bir umut olmuş
küfrü ve rezaleti
ömür posalaştıran almanyaların
şimdi
yüzünde goncası dökülmüş yoksulluk çiçekleri
yozlaşmanın bayrakları
kerpiç damlarında
televizyon antenleri...
5- Yediveren
direnci zemheriden karılmış ölüm kapı komşusu sabrı dağlarla bir cehennemden sökün etmiş
ağustosu
zulümlerle dövülmüş yüreği yoksulluğun örsünde
gene de yangınlar içinde yediveren güldür sevdası yıkılışı kara dağlar boyun büküp yol verir değilse kıyametler doğurur coşkusu
lâkin körolası yollar uzanmış yatar toz kül içinde kör bir engerek gibi azrail hovardası
bir yol gülüşlere karışmış
bakışlara tünemiş- sözcüklere bulaşmış
ezeli bir acının doğrduğu nefret aşılmaz
yıkılmaz muhanetin karlı dağları çevresi dolaşılmaz ruhları yağmalanmış
babadan oğula devralan lanet
çifte su verilmiş yüreği kâr etmez hasretine
koparır elini kolunu gurbet
gene de yangınlar içinde
yediveren güldür sevdası.
bilmezler
yaşamak derler adına
dağların ötesinde bin yıldır paylarına düşen esaret
günah- vebal- yemin -gammıazlık- yalan - kin
uğur nazar- yılan çiyan- büyü cin
ekmek atlı insan yaya can ter içinde
korkuyla nefretle silahlandırmış ruhların cehalet
bilmezIer
özgürlük derler adına
dağlarda yapayalnız ağlayabilmenin
ölmenin doktorsuz ilaçsız
bazan çocuk üstüne bazan yılan sokması
sanırsın ki unutmuş sevmeyi
gülüşlere âfât olmuş nuhnebiden kalma cinnet
gene de
yangınlar içinde
yediveren güldür sevdası
6- Bozkırda Ölüm
Dipsiz bir çukura benzer
yaşlı köylünün ağzı
sağa sola bükülmüş
sapsarı etsiz birkaç diş
yosunlu yalak taşlan gibi
dağdan kaya yuvarlanırcasına
ar daman çatlar gibi pervasız
kahkahası dehşet patlar...
Oturmuş tarlanın anına
dünyanın en ciddi İşini yapar
ağustos gününde gönleşmiş yüzü
burnunda taze ekin kokusu
tırpanın biler
onun da dostu düşmanı vardır
o da evdekileri ehl-i yal bilir
on sekizinde kara sevda nanna yanmış
ıssız dağlara ağmış-def çala çala
derin derin hocalara okunmuş
o gün bu gün cılız kalmış
kız kaçırmış- gelin ayartmış- yetim büyütmüş
başını beladan belaya sokmuş
damda yatnış- kaçak gezmiş- nam yürütmüş
burnunda taze gelin kokusu
ilk gurbeti askerlikte
dört yıl dönmemesine
yaya döndü on beş günde
çanksız- parasız- aç
dört yıl önce kaçırdığı döndüsü
döndüğünde başkasının kansı
çekip çıktı gurbete
meramı bir çift öküz parası...
yüledi tırpanını
yorgun yorgun baktı ala buluta
kaçıncı yağmur bekleyişi bu
unuttu...
Daha düşünecek çok şeyi vardı
kimisi burulmuş yüzüyle birlikte
kimisi ilk günden daha taze...
elini testiye uzattı
doğrulamadı
köskendi tarlanın tümseğine
soluğunu toparladı var gücüyle
bir daha alamadı
düştü başı ekinlerin içine
şapkası yuvarlandı
gevşedi parmaklan
tırpanı bir daha tutamadı
mor bir sinek gelip kondu alnına
gün yelinde sallanan başakların
kılı kıpırdamadı
güneş gök boyu büyüyüp söndü
bakakaldı
ağzı açıldı
dişlen
yosunlu mezar taşlan
üzerinde tek satır okunmayan
acının anıtları
taze ekin kokularını
duyamadı...
31.5.93
Kayıt Tarihi : 5.9.2010 03:28:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!