TERÖR
İçimizde ki terör belası…
Tam otuz yıldır, otuz binin üzerinde can. Hele evveliyatını da hiç sormayın. Her kim olursa olsun, can; candır ve Allahın emanetidir. Allahın verdiği bir canı almaya sebep olmak, çocukları yetim eşleri eşinden ayırmak… Daha besmele demeden yaşanan aile dramları ki, her biri bir yürek yangınıdır.
Ya yaralanıp sakat kalanların dramları… Onların kiler meğer ölenlere benzer. Yıllarca süren tedaviler, kaybedilen uzuvlar, yıllarca yarım yamalak yaşamalar. Hem kendi hem sevenleri…
Ya bu devletin harcadığı; savunma sanayine, sağlık giderlerine, personeline… Nasıl dirilsin bu ülke? Bu giderleri bir de teknolojiye ve eğitime aktarıldığını düşünün her halde Avrupa ülkelerinden aşağı kalır yanımız olmazdı.
VEDA Bu gün de güneş ufukta sensiz belirdi. Ne garip senden ayrılalı bu gün, kırkıncı gün. Ne senden ayrıyım, ne ayrı deyilim. Ne seninleyim, ne sensizim.
Sen bir bahar rüzgârı kadar hafif, uçup gittin. Bense hala eski şarkılarla kendi kendimi avutmaktayım.
Özlem rıhtımında dün akşam oldu
Sarıl küreklere gel usul usul
Güller menekşeler saçını yoldu
GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ
Yetmişli yılların buhranlı zamanlarıydı; kahvehane işletiyoruz. Kahvelerin henüz kıraathane olmadığı dönemler… Yoklukların kol gezdiği kısıtlı günler. Çay yok, şeker yok, gaz yok, tüp yok…
Bir kilo şeker için saatlerce sıra beklemeler… Hele gaz yağı kuyrukları ki; ekseriyetle kışın olurdu. Sen seyret o zaman keskin ayazda sıra beklemeleri. Arada bir de kavgalar olurdu. Kuyruk kavgaları. Gün gelirdi; babam Kelkit’e gider çay otu getirirdi. Kahvehanemizin küçükte bir oteli vardı. İki katlı. Babam, umumiyetli birinci katını talebelere ve toplu yatan işçilere verirdi. Bir keresinde Kürt işçiler gelmişti. Kanalizasyon borularını döşemek için. Her halde müteahhit firma, Bayburtlu değildi. İşçileri de Sanırım Tunceli’den getirmişti. Kırk elli kişi. Hepsi bizim otelin birinci katında kalırdılar ve kendi getirmiş oldukları yer yataklarında yatardılar. Akşam oldu mu büyükçe bir halay çevirirdiler. “Hezali yelli yelli yelli can. Dezali yelli yelli yelli can. Oğlan kıza iş attı. Vay hele hele itoğlu it” Hep bu türkü dillerindeydi. Söyler oynardılar.
HIÇKIRIK 23.05.2007
Antalya dendiği zaman Lara plajıyla ünlü veya caddeleri turistlerle dolu bir şehrimiz hiçbir zaman aklıma gelmez. Oysaki Antalya şehrimizin bizde çok daha farklı bir etkisi ve hazin bir hikâyesi vardır.
1991 kışının Ocak ayında vatani görevimizi yapmak için Muş garnizonundayız. Ocak ve şubat ayları orada kışın en kesif ve en acımasız aylarıdır. Haftalarca kar yağışının ardından keskin bir ayaz başlar, geceleri hava sıcaklığı -50c geçer, ayaz dışarıdaki termometreleri patlatır. Kar kalınlığı bazı yerlerde 2-3 m’yi aşardı.
Dışarıda ki bu keskin soğuğa karşın içerde kızgın bir hareket başlamış; Irak savaşının en azgın günleri bizi kendi girdabına almış, hummalı bir çalışma içerisine girmiştik. Ha savaşa girdik ha gireceğiz. Bölüklerin bütün teçhizatı arabalara yüklendi, bütün bölükler tam mevcuda getirildi. Asker; silahı ve mermileriyle beraber elbiselerini çıkarmadan yatıp kalkıyor, her an alarm verilecek ve görev yerlerimize intikal edeceğiz diye tetikte bekliyoruz..
28.12.2006
KARLAR YERE DÜŞÜNCE
Lahuti bir sessizlik için de yağan Kar.
Kimi zaman ince ince, kimi zaman lapa lapa, kimi zaman da ince taneler halinde tipiyle, boranla tozu dumana katıp yağan kar.
Erzurum’lu Emrah diyor ya
BABA
Babalar vardır; kartal gibidir.
Babalar vardır; tatlı su süngeri gibidir.
KURBANLIK
İlkbahar mevsiminin ılık meltemleri, yeşil çayırlar üzerinde sessizce salınıyordu.
Sarı gelincikler; ılık meltemin narin salıntısı karşısında hafifçe boyunlarını büküyorlar, ince ve zarif bedenlerinde farklı şekiller oluşturuyorlardı.
Tabiatın bu karşı konulmaz tavrına ebegümeçleri, madımaklar, ince uzun çayır otları “bizde buradayız” diyerek, karşılık veriyorlar henüz toprağın altından uzatmış oldukları kafalarıyla, ılık güneşi selamlıyorlardı.
Henüz yeşermeye başlayan çayırın kenarından, köyün deresi; önüne katmış olduğu kar sularını çılgınca sürüklüyor, ağaç kovuklarının içinden köklerin altından geçiyor, henüz oymuş olduğu toprak oyuklarında anaforlar oluşturuyordu.
Zafer Hocam kıymetli yorumlarınıza canı gönülden teşekkür ediyorum. Elbette ki yaşanmışlıklar kalemlerimize de tesir ediyor. Doğrudur, bir çoğu yaşanmış gerçek hikayelerdir.
Hislerinizde yanılmamışsınız, tespitlerinizde doğrusunuz. Kitap çalışmasını da düşünüyorum. Kısmet, hayırlısı diyelim.
Vasfi Bey. çalışmalarınızı okudum. Yaşanmışlıkları çok güzel aktarmışsınız. sanırım hepsi gerçek diye düşünüyorum değilse de öyle hissettim. bence bunları bir kitap haline getirmelisiniz. ben de şiirlerimi uzun bir yol adında kitaplaştırdım. geçen hafta kitapyurdu'nda çıktı. herkese ulaşmalı yazmaya ...